AKP’nin Suriye politikasının geldiği yer: önüm arkam sağım solum sobe
El Bab’ın TSK destekli ÖSO güçleri tarafından alınmasının ardından Fırat kapanının kapandığını ve Türkiye’nin hem siyasi hem de askeri olarak girdiği bölgede sıkışıp kaldığını yazmıştık. TSK ve ÖSO kapandan çıkış için PYD/YPG’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolündeki Mınbiç’e yönelik askeri bir taarruza girişti. Ancak taarruz kapandan çıkmak bir yana Türkiye’nin daha da sıkışmasıyla sonuçlandı.
Başarısız Mınbiç taarruzu
Aslında taarruz Mınbiç’i istila etmeyi hedefliyormuş gibi görünse de esas amaç bölge üzerinde askeri baskı oluşturarak ABD’nin daha önce söz verdiği gibi YPG güçlerinin Fırat’ın doğusuna geçmeye zorlamasını sağlamaktı. Ayrıca ABD’yi bu adımı atmaya ikna etmek için, Rakka’ya birlikte yürüme teklifi de en yetkili ağızlardan defalarca dile getirildi. Ancak ABD’nin özellikle sahada yer alan askeri yetkilileri süreci Türkiye ile değil YPG güçleriyle götürmeye her zaman daha yatkın oldu. Diğer yandan Washington, NATO müttefiki ile köprülerin atılmasını da istemedi. Ancak Mınbiç adım adım bir savaş alanı haline gelmiş iken kararın hızlı verilmesi gerekiyordu. ABD ve TSK güçlerinin askeri anlamda karşı karşıya gelmesi bile olasılık dâhiline girmişti.
Rus tamponu
Tam bu esnada Rusya devreye girdi ve işin çehresi bir anda değişti. Suriye ordusu ve Rus güçleri Mınbiç’in batı tarafında SDG ile TSK ve ÖSO güçlerinin arasına girerek bir tampon bölge oluşturdu. Bu aşamada taarruzun devam etmesi daha önce gündeme getirdiğimiz gibi Türkiye ve Suriye’nin topyekûn savaşa girmesi tehlikesini içinde barındırıyordu. Rusya’nın doğrudan askerleri ve zırhlı araçlarıyla bölgeye gelmesi Türkiye’nin bu yönde bir hamle yapmasının maliyetini de katlanılması zor boyutlara çekmiş oldu. ABD de bu gelişmeye onay verdi. Zira ABD ile Rusya arasında Suriye’nin nüfuz alanlarına bölünmesi konusunda henüz tamamlanmamış olsa da zımni bir anlaşma zemininin var olduğu görülüyor. Bu çerçevede ABD’nin Fırat’ın doğusuna, Rusya’nın ise Fırat’ın batısına odaklandığı anlaşılıyor. Dolayısıyla Mınbiç’te Rus varlığı ABD için katlanılabilir ve öngörülmüş bir maliyet olarak değerlendirilebilir. Ayrıca Rusya’nın araya girmesi Türkiye’nin ABD’ye yönelik “sözünüzü tutun ve YPG’nin Mınbiç’ten çekilmesini sağlayın” şeklinde yaptığı baskının da önünü kesmiş oluyor. Rusya ve PYD’nin artan muhabbeti de Rusya ve ABD arasındaki bu anlaşma zemini açısından değerlendirilmeli. Dolayısıyla Rojava’da Kürt hareketinin ABD nüfuzundan çıkarak Rusya’ya yaklaştığına dair değerlendirmeler yapmak için çok erken.
El Bab çıkmaz sokak oldu
Bu gelişmeler ışığında Türkiye, El Bab’a kadar gelmiş ama ne ileri ne de geri gidebilir bir durumda sıkışıp kalmıştır. Tek hamlesi olan PYD ve YPG’nin terörist olarak tanınması talebi ise adeta duvara çarpıp tuzla buz olmuştur. Washington’da 68 ülkenin katıldığı ABD öncülüğündeki koalisyon toplantısında bu talebi ABD dâhil kimse ciddiye almamıştır. Rus askerleri ise YPG’nin silahlı güçleriyle Afrin’de halay çekmekte, Rus Albay’ı koluna YPG arması takarak dolaşmaktadır. Türkiye’nin Kürt kantonlarının birleşmesini engelledim diye kendi hanesine yazacağı bir zafer de yoktur zira kantonlar Rusya ve Suriye ordusunun hâkimiyetindeki bölge üzerinden fiilen birleşmiş durumdadır. Üstelik bunu sağlayan durumu yaratan da bizzat Fırat Kalkanı operasyonunun kendisi olmuştur. Hâl böyle iken Washington’a giden Mevlüt Çavuşoğlu’na “önüm arkam sağım solum sobe” deyip gerisin geriye dönmekten başka çare kalmamıştır.
ABD ve İsrail Suriye’de daha çok kan dökmeye hazırlanıyor
Elbette ki ABD ve Rusya’nın Suriye sathında tam bir işbirliği içinde olduğu asla söylenemez. İki güç de birbirine stratejik düzeyde düşmanlık beslemektedir. Nitekim Suriye ordusu ve Rusya’nın bölgede elde ettiği kazanımların karşılığında ABD Rakka’ya yönelik yeni bir hamle başlatmıştır. Özellikle Fırat nehri üzerindeki stratejik Tabka Barajı’nın Batı kısmına yapılan ve ABD özel kuvvetlerinin bilfiil yer aldığı hava indirme operasyonu bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bu operasyonun salt Rakka’nn kuşatılmasına yönelik olmadığı Suriye ordusunun El Bab’ta TSK ve ÖSO’nun önünü kestikten sonra güneye yani Rakka’ya doğru yönelişinin önünü kesmeyi hedeflediği net şekilde görülmektedir.
Sadece Tabka operasyonu değil, ÖSO ile Fetih El Şam Cephesi (El Nusra’nın yeni adı) eş zamanlı olarak Hama taarruzu ve güneyden İsrail'in Suriye ordusu ile Hizbullah’ı hedefleyen hava saldırıları da hep birlikte değerlendirildiğinde, ABD’nin Suriye ordusu ve Rusya’nın kazanımlarını dengeleme çabasının öne çıktığı görülüyor. ABD emperyalizmi hem kendi askerlerini hem de taşeronlarını daha aktif kullanacak. Bu çabanın Suriye’de suların yakın zamanda pek de durulmayacağını gösterdiğini söyleyebiliriz. Tam tersine önümüzdeki dönemde ABD ve İsrail’in hamleleri sonucunda çok daha fazla kan döküleceğini görmekteyiz.
ABD bayrağı emperyalizmin simgesi, ABD askeri halkların katilidir
Bu gerçek ortadayken Rojava’da ABD askerlerinin YPG’lilere eğitim verdiği, ABD bayraklı zırhlı araçların cirit attığı görüntüleri matah bir şeymiş gibi paylaşan, yorumsuz haberler yapan birçok sol yayın organının aymazlığının da kabul edilemez olduğunu belirtmek gerekiyor. Bölgede tamamen gerici sonuçlar doğuracak bir Türk-Kürt çatışmasını önleyecek gücün ABD olduğunu zannetmek tarihten ders almamak, tüm bölge halklarının geleceğine ihanet sayılacak kadar derin bir aymazlık içinde olmak anlamına gelir. Rojava’daki her ABD askeri her ABD zırhlı aracı sadece Kürt halkının değil tüm bölge halklarının geleceğine vurulmuş bir prangadır. Türkiye’nin PYD ve YPG üzerinden Kürtlerle savaş politikası, halkların kardeşliğini dinamitlediği ve Rojava’daki Kürt halkını emperyalizmin kucağına ittiği, Türkiye’yi ABD kapısında dilenci haline düşürdüğü için tümüyle yanlıştır. Türk, Kürt, Arap, İranlı tüm bölge halklarının ortak kurtuluşuna giden yolda ABD’yi Ortadoğu’nun her köşesinden def etmek en önemli görev olmaya devam etmektedir.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2017 tarihli 90. sayısında yayınlanmıştır.