Faşizmin yükselişinin yeni bir testi: Fransa
ABD seçimlerini Donald Trump’ın kazanması aylarca dünya basınını meşgul ettikten sonra, gözler yavaş yavaş Fransa’da yaklaşan seçimlere dönüyor. Seçimlerin ilk turu Nisan’ın son haftası, yüzde elliyi geçebilen bir aday olmadığı takdirde ise en yüksek oy oranına ulaşan iki adayın yarışacağı ikinci tur oylaması Mayıs’ın ilk haftası gerçekleşecek. Seçimin kendisine henüz iki ay olsa da daha şimdiden Fransız siyasetini sarsan birçok gelişmeye şahitlik ettik.
İktidar cephesinden başlayalım. 2012’de, burjuva sol bir parti olan Sosyalist Parti’nin adayı olarak Cumhurbaşkanı seçilen François Hollande ikinci kez seçilmek için yarışa girmeyen ilk cumhurbaşkanı oldu. Partinin adayını belirlemek için bu koşullarda gerçekleşen ön seçimleri Hollande’ın başbakanı Manuel Valls’in kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Ne var ki partinin sol kanadının adayı Benoît Hamon büyük bir sürpriz yaparak ön seçimleri kazandı. EELV adlı yeşiller partisinin adayı da yarıştan çekilerek Hamon’u destekleme çağrısında bulundu. Düzen solunun bir diğer adayı ise Fransız Komünist Partisi’nin de desteğini alan Jean-Luc Mélenchon. Önemli bir kitle desteğine sahip olan Mélenchon’un, ikinci tura “sol” bir adayın çıkabilmesini sağlamak için Hamon’la birleşmesi çağrıları seçimler yaklaştıkça sıklaşıyor.
Fransız sağının en önemli partisi Cumhuriyetçiler tarafında da aynen Sosyalist Parti gibi en önemli iki aday sürpriz bir yenilgi ile seçim dışı kaldı. Hiç kimsenin şans vermediği François Fillon, ön seçimlerde eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve eski Başbakan Alain Juppé’yi geride bırakarak sağın adayı oldu. Fransa’nın Thatcher’ı ya da Özal’ı olmaya soyunan Fillon ön seçimlerin ardından, kısa süre öncesine kadar seçimlerin favorisi konumundaydı. Eşini meclisteki danışmanı gibi göstererek, daha hukuk mezunu olmamış çocuklarını hukuk danışmanı sıfatıyla çalıştırarak devletten toplamda bir milyon doları kat kat aşan haksız kazanç sağladığının ortaya çıkmasından bu yana ise önemli bir gerileme içerisinde.
İkinci tura kalma açısından Fillon’un en büyük rakibi olan bağımsız aday Emmanuel Macron ise Hollande’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında ekonomi bakanıydı. Fransız TÜSİAD’ı MEDEF’in adayı olarak anılan Macron eşcinsel çiftlerin evlenmesi gibi konularda Katolik Fillon’dan ayrılsa da, işçi sınıfına karşı neoliberal saldırılara girişmek konusunda en azından onun kadar kararlı. En önemli vaatlerinden birisi 120.000 kamu emekçisini işten çıkarmak. Azımsanmayacak bir desteğe sahip olan MoDem (Demokrat Hareket) partisinin de desteğini kazanan Macron son dönemde anketlerde ikinci sırada.
Bu seçimin esas noktasında ise ön-faşist karakterdeki Ulusal Cephe’nin (FN) adayı Marine Le Pen yer alıyor. İşçi sınıfının içerisinde büyük bir desteğe sahip olan, küçük burjuva köylüler arasında yıldızı meteorik bir hızla yükselen, kamu çalışanları arasında bile etki yaratabilen Le Pen’in ilk turu birinci tamamlaması büyük bir ihtimal olsa da, ikinci turda kaybedeceği öngörülüyordu. Büyük bir kriz içinde debelenen Fillon’un ikinci tura kalması durumunda ise, Le Pen’in seçimi kazanması ihtimali ufukta görünmeye başladı. Fransız solunun büyük bölümünün işçi sınıfını unutması, Le Pen’in gücünü pekiştiriyor. Le Pen’in seçilmesi, Trump’tan sonra faşizmin uluslararası yükselişi açısından büyük bir atılım anlamına gelecektir.
Seçimlerde NPA (Yeni Antikapitalist Parti) adayı Philippe Poutou ve LO (İşçi Mücadelesi) adayı Nathalie Arthaud ise devrimci Marksist gelenekten gelen adaylar olarak yer alıyor. Poutou da Arthaud da işçi sınıfının içinden geliyor. NPA’nın siyasi programını kültür ve kimlik meseleleri üzerine kurmuş olması Poutou’nun işçi havzalarında önemli bir destek kazanmasını olanaksız kılarken, her iki aday da medyada oldukça sınırlı yer ve zaman bulabiliyor.