Devletlû cinayetin 10. yılı
Sosyalist ve enternasyonalist gazeteci, aydın, mücadele insanı Hrant Dink'in katledilmesinin üzerinden tam 10 yıl geçti. Geçen 10 yıl içinde hala cinayetin birçok yönü karanlıkta kalmaya devam ediyor. Ancak ortada olan bir şey varsa o da Ogün Samast adlı tetikçinin gerçekleştirdiği bu cinayetin azmettiricisinin devletin ta kendisi olduğudur.
10 yıl sonra Hrant Dink cinayeti ile ilgili dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi C şubeden sorumlu Ali Fuat Yılmazer, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, Trabzon Emniyet Müdürlüğü istihbarat şubesinde görevli 3 polis memuru ve 15 Jandarma görevlisi tutuklu olarak yargılanıyor.
Ancak bu kişiler devletin Hrant Dink cinayetini açıklığa kavuşturma kararlılığının değil, AKP ve Erdoğan ile Gülen cemaati arasındaki kavganın bir sonucu olarak tutuklandılar. Dava ile ilgili AİHM, 2010 yılında henüz iç hukuk yolları tükenmemişken, davanın göstermelik olarak görüldüğü ve "etkin soruşturma yapılmadığı" gerekçesiyle, 2014 yılında da Dink ailesinin başvurusyla Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi. 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu cinayeti münferit bir olay olarak değerlendiren ve cinayetin arkasında bir örgütün olmadığını iddia eden kararı da 2013'te Yargıtay tarafından bozulmuştu.
Hrant Dink'in öldürülmesinden önce 2004 yılında İstanbul Valiliği'nde iki MİT görevlisi tarafından tehdit edilmiş olması da uzun süre karanlıkta kalan kritik olaylardan biriydi. Davanın gelime seyri içinde bu iki MİT görevlisinin Özel Yılmaz ve Handan Selçuk olduğu ortaya çıktı. Bu kişiler mahkemeye verdikleri ifadelerinde kendilerine Dink'le görüşmenin Genelkurmay Başkanlığı'nın talebiyle gerçekleştiğini söylediler. Güya Hrant Dink valiliğe bu yazıya ilişkin belgeleri teslim etmek için çağrılmıştı. MİT müsteşarı Hakan Fidan ise 2011 yılında Başbakanlığa gönderdiği bir resmi yazıda görüşmenin Hrant Dink'in Sabiha Gökçen'in Ermeni kökenli olduğuna dair yazıları dolayısıyla uyarmak amacıyla gerçekleştirildiğini bildirdi. Hrant Dink ise bu görüşmenin ardından "Niçin Hedef Seçildim?" başlıklı bir yazıyor ve şöyle diyordu: "Odadan ayrılacaktım ki götürdüğüm belgeleri görmek ya da almak için ısrar bile etmediklerini fark ettim. Belgeleri isteyip istemediklerini onlara ben anımsattım ve verdim. Zaten de konuşmaların içeriğinden, beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim... Dikkatli olmalıydım... Yoksa iyi olmazdı! Artık hedefteydim."
Dönemin MİT müsteşarı Şengal Atasagun'dur ancak daha sonra 2010 yılında MİT görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi doğrultusunda görüş bildiren ise bugün de müsteşar olarak görevde bulunan Hakan Fidan'ın ta kendisidir. Dönemin Genelkurmay Başkanı ise 15 Temmuz sonrasında darbe komisyonuna 2004 yılında hükümeti cemaat konusunda uyardıklarını belirten Hilmi Özkök'ten başkası değildir.
Cinayetin ardından geçen 10 yıldan sonra her ne kadar tutuklanan ve sanık olarak yargılanan devlet görevlilerinin sayısı artmışsa da devletin bir tutum değişikliği yoktur. Cinayeti üç-beş fanatik gencin üzerine yıkma çabasının yerini cinayeti tek başına cemaatin üstüne yıkma çabası almıştır. Her iki tutum da emniyeti, Genelkurmay'ı, MİT'i, Jandarması'yla boylu boyunca suça bulaşmış devleti aklamaya çalışmak noktasında birleşmektedir. Mahkemelerde ve sokaklarda verilen mücadelelerin ardından, zorlaya zorlaya davada ilerlemeler kaydedilmişse de hala devletin bağrında ortaya çıkan çatlaklardan sızdığı kadarıyla gerçeğin ışığına ulaşabiliyoruz ve bu ışık cinayeti aydınlatmaktan çok uzak.
Ancak daha önemlisi Hrant Dink'in katledilmesine zemin oluşturan ırkçı, milliyetçi siyasal ve ideolojik atmosferin aynen sürdürülmesidir. Bir Ermeni milletvekili olan Garo Paylan, Hrant'ın ölümünün yıldönümünde sadece "soykırım" ifadesini kullandığı için halkın oylarıyla seçildiği TBMM'den uzaklaştırma cezası almıştır. Birbirini ihanetle, terörist olmakla suçlayacak kadar ileri giden, aralarında çıkan kavgalarda milletvekilleri hastanelere kaldırılan AKP, MHP ve CHP'nin tam bir mutabakat sağladığı tek konu Garo Paylan'ın meclis görüşmelerinden atılması olmuştur.
Ermeni sorununda devletin resmi görüşü genel olarak "soykırım meselesini tarihçilere bırakalım" şeklinde olmuştur. Ancak bugün Hrant Dink öldürüldükten, cinayet 10 yıl sonra hala tam olarak aydınlatılmadıktan ve seçilmiş Ermeni milletvekili Garo Paylan meclis görüşmelerinden milliyetçi mutabakatla atıldıktan sonra Türkiye'nin Ermeni vatandaşları için tarihe ve tarihçilere havale edilmeyecek kadar büyük ve güncel bir sorun var demektir. Devletin burjuvazinin iç kavgaları sonucu afaroz edilmiş şu ya da bu kesiminden değil tüm kurumlarıyla bizzat kendisinden hesap sorulmadıkça bu sorun devam edecektir.