Hrant Dink davasında asıl failler ve azmettiriciler yine korundu!

Hrant Dink davasında asıl failler ve azmettiriciler yine korundu!

Şiar Rişvanoğlu[1]

                                              “Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir.”   –Platon-

Hrant Dink davasında bağımlı yargı yine görevini yaptı, yine gerçekleri sakladı, yine asıl fail ve azmettiricileri unutturmaya çalıştı. Bizler davanın ta en başından beri böyle olacağını öngörmekteydik. Asıl katilin devletin içinde odaklanmış ve kökü kontrgerilla örgütüne uzanan bir şebeke ve onun çeşitli biçim ve kademelerdeki askeri, emniyetçi ve sivil alandaki (medya, akademi, “iş”dünyası, hukuk camiası…vs. vs.) işbirlikçileri olduğunu hep dile getirdik. Kendi kanunlarını, kararlarını bile tanımayan, siyasi iktidarın aparatı haline gelmiş bir yargıdan da başka bir karar çıkamazdı zaten. Geçen 14 yıl ve 130 duruşmada farklı olan sadece burjuvazinin ve siyasi iktidarının kendi iç savaşlarındaki değişen durumlar ve roller doğrultusunda çoğu şov düzeyinde bazı sanıkların eklenmesi, bazılarının gölgede bırakılması, bazılarına “ağır” cezalar verilmesi gibi sonuca etkili olmayan ve asıl ilişkiler ağına dokunmayan şeyler oldu.

Kararda verilen cezaların ve sanıkların esasen özel bir önemi yok. Ancak 3 kişi ile ilgili verilen karar ve bütün bu kararların arkasındaki hedefi saptırmaya çalışan yönelim çok dikkat çekici. Bu 3 karar şunlar: "kamu görevini ihmal" suçundan yargılanan eski emniyet müdürleri Celalettin Cerrah ve Sabri Uzun'un dosyaları zaman aşımı nedeniyle düştü. Dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay, "ihmal nedeniyle adam öldürmek" ve "resmi belgeyi yok etme" suçlarından beraat etti. "Görevi ihmal" suçuyla ilgili dosyası da zaman aşımına uğradı. Oysa bu üç kişi de şebekenin önemli isimlerindendi. Yönelim ise; cinayetin ve bütün ilişkilerin FETÖ/PDY örgütünün hedefi ve parçası olarak sunulmuş olması. Oysa dünya âlem biliyor ki; cinayetin ve öncesindeki Hrant’ı hedef gösteren histerik ırkçı atmosferin arkasında; sonradan hukukçuların yüzkarası, kukla TBB başkanı Metin Feyzioğlu ve siyasette her dönemin devlet (şimdilerde AKP!) taşeronu Doğu Perinçek koordinatörlüğünde yapılan müzakereler sonucu “aklanmış” “Ergenekon” örgütü, “Balyoz” ve “Kafes Planı” çeteleri var. Fethullah Gülen ekibinin o dönem onlarla birlikte olmuş olması neyi değiştirir ki?

Dün kanlı bıçaklı düşman iken her kötülüğü Ergenekon’a havale eden AKP ve “derin devlet”i şimdi günah keçisi FETÖ’yü (ki bu “günah keçiliği” durumu FETÖ ekibinin de ayrımcı, komplocu, ABD emperyalizmi başta olmak üzere diğer suç ortakları ile birlikte darbeci ve katliamcı karakterini değiştirmez) kullanarak, hedef saptırmaya, kendini ve suç ortaklarını aklamaya çalışıyor!  Ama bu davada yargılanmasalar, ceza almasalar, cezadan kurtulmuş olsalar bile bütün kanıtları/bağlantıları ortaya çıkarılmış olan “örgütün” en üst düzey yöneticisinden, en alt kadrosuna, düşünsel cephanecisinden entelektüel yol göstericisine, suç perdeleyicisine, delil karartıcısına kadar bir yerlerinde mutlaka kendi arkadaşları, partidaşları, ülküdaşlarının olduğu ayan beyan ortada.  Hangi birini saysak ki? Sonrasında AKP tarafından Osmaniye valisi yapılan dönemin İstanbul emniyet müdürü Celalettin Cerrah’ı mı? Yine sonrasında, AKP milletvekili ve devamında içişleri bakanı yapılan dönemin İstanbul valisi Muammer Güler’i mi? Dönemin MİT görevlileri için soruşturma izni vermeyen MİT müsteşarı Hakan Fidan’ı mı? Başından beri olayın içinde olan BBP yöneticilerini mi?  “Ya sev ya terk et” sloganını cezaevi araçlarına dahi yazdıran, Samsun’da Ogün Samast’la fotoğraf çektiren MHP’nin “doğal tabanı” ülkücü/milliyetçi askerleri, polisleri mi? Hrant öldürülmeden önce Agos önündeki faşist gösterilerde, Kemal Kerinçsiz’le,  Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz’le beraber “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” diye ilân eden, “Kahrolsun ASALA”, “Akıllı ol”,  “Hesap sorulur”, “Eli kırılır”, ‘Bir gece ansızın gelebiliriz”  sloganları ile hakaretler, tehditler yağdıran CHP’nin avukatlığına soyunduğu Ergenekon davasının sanıkları Veli Küçük’ü, Oktay Yıldırım’ı, Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda “Türkiye’ye yönelik tehditler”,  “misyoner faaliyetleri” seminerleri veren  militarizmin maşası tescilli faşist Sevgi Erenerol’u mu? Eylül 2006’da, Meclis’te cemaat vakıflarının elkonmuş mallarının iadesine ilişkin yasa görüşülürken açık açık ortaya konan ayrımcı tavırları “Rehine değil yurttaşız” diyerek bir bildiriyle kınayan Hrant’a ve arkadaşlarına “Ekmeğini yeyip suyunu içtikleri Türkiye’ye haksızlık yapıyorlar” diyen CHP Niğde milletvekili Orhan Eraslan’ı mı? 10 Kasım 2008’de dönemin Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül de “Rumlar ve Ermeniler Türkiye’de yaşamaya devam etseydi, bugün Türkiye millî devlet olamazdı” sözleriyle Türkiye’nin millî devlet kalabilmesi için bugün de bazılarının yaşamamasının zorunlu olabileceğini, dolayısıyla onları yaşatmayanların da “terör örgütü üyesi” sayılamayabileceği sonucunu kıyas yoluyla sözden anlayanlara ima etmişti. Ama haksızlık etmemek gerekir ki; bu kişilerin hepsinden daha öngörülü (siz daha “ırkçı” olarak okuyun) olan dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek, 2005 Mayıs’ında İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenmesi planlanan “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri” konulu konferansı düzenleyenlerin (bunların başında Hrant’ın olduğunu herkes gibi kendisi de çok iyi biliyordu) yaptığına ilişkin olarak “Türk milletini arkadan hançerlemektir” diyerek hedefi göstermişti. Arif olanlar yine bu sözlerden, “Türk milletini arkadan hançerleyenlerin” neden olmasın (!) pekâlâ “arkadan –hem de tek kurşunla- vurulabileceği” ve bu “milli görevin”de, “terör” değil, olsa olsa Cerrah’ın dediği gibi “münferit, milliyetçi” bir cinayet kabul edilebileceği sonucunu çıkarabilirdi ve nitekim çıkardılar da!

Okura hatırlatmakta fayda var: “Türk” basınının güzide şahsiyetleri de Hrant’ın yok edilmek üzere hedef gösterilmesi sürecini başlatan, 6 Şubat 2004’de, Agos’ta, Gaziantepli Hripsime Gazalyan’a dayanılarak, Sabiha Gökçen’in, 1915 katliamı sonrasında evlat edinilen Ermeni çocuklarından biri olduğu haberinin yayınlanmasından hemen sonra bu ırkçı operasyona can havliyle dahil olmuşlardı. Ertuğrul Özkök yönetiminde Hrant’la sürekli uğraşan Hürriyet gazetesini mi istersiniz?  Hrant’a “Cumhuriyet ve Türkiye düşmanı bir Ermeni” diyen Milliyet’in duayeni Hasan Pulur’u mu istersiniz? Hrant’ı, “Damardan kan temizleme operasyonu” yapmakla suçlayıp “Adolf Hitler’in bile ilerisinde bir faşist” olarak tanımlayan “sol” gazete Cumhuriyet’in Deniz Som’unu mu? Hrant’ı, “Türk kanının zehirli olduğunu ileri sürmekle” suçlayıp, “Şeriatçı özlemi olanlar, Türkiye’nin bölünmesini isteyenler, Apo’ya özgürlük isteyenler”le bir arada suçlu olarak sunan Emin Çölaşan’ı mı? 2004 Şubat’ında Hrant’ın “maymun genleri taşıdığını”, ondan “orangutan maymununun bile tiksindiğiniyazan, “Türklüğe hırlayan Hrant’ın kafasına dank edecek bir kanun olmalı”, “insan suretindeki Ermeni tarihçi sürüngenlere de Türk kanının zehirli vasfını içtimai şifa niyetine göstermek lâzım” diyen Önce Vatan gazetesinin başyazarı Orhan Kiverlioğlu’nu mu? 2006 Şubat’ında “Ermeni asıllı Gazeteci Hrant Dink, bildiğiniz gibi Türklüğe alenen hakaretten yargılanıyor. (…) Atatürk’ün ‘Muhtaç olduğun kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur’ sözünün Türkiye düşmanlarına hatırlatılması yeterlidir sanırım” diyen AKP yağdanlığı Star gazetesi yazarı Faruk Mangırcı’yı mı? “Hrant uslanmadı” başlığını atan Yeniçağ genel yayın yönetmenini mi? 2006 Mart’ında, “Ya sev ya terk et” ve “Kovun bunları” başlıkları atan faşizmin “resmi gazete”si Ortadoğu gazetesi genel yayın yönetmenini mi? 18 Şubat 2006’da Hrant’ın söylediklerini çarpıtarak ve cımbızlayarak “Agos yazarı Hrant Dink’e göre İstiklal Marşı bölücü” başlığı atan Fethullah Gülen borazanı Zaman gazetesi başyazarını mı?

Suç örgütü içerisinde bu cinayeti doğrudan tasarlayan, tetikçileri örgütleyen kişiler dışında (onların tamamı esasen   “teşekkül halinde kasten ve taammüden insan öldürme ve azmettirme suçlarından yargılanmalı idi) yukarıdakilerin hemen hemen tamamı TCK 216. Maddeden (Hrant’ın ölümüne giden yolda önemli bir köşe taşı olan ve kendisine haksız yere verilmiş cezanın kaynağı olan eski TCK 301. Maddenin yeni versiyonu) yargılanmalı idi ve bize göre hala da yargılanabilir:

“Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu

Madde 216 (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 

(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.   (Vurgular bana ait.-Ş.R.-)

Dikkat edilirse yukarıda referans yapılan konuşma ve yazılarda Hrant ve onun şahsında Ermeni halkının tamamını hem ulusal kimlikleri üzerinden ve hem de dinsel kimlikleri (gayrimüslim oluşları, “gavur” oluşları!) üzerinden halkın bir kesimini aleyhlerine tahrik etme ve aşağılama fiilleri mevcuttur.

Mahkemenin bu “FETÖ/PDY” işaretini asıl şimdi tetikçi Ogün Samast yakalandıktan sadece bir gün sonra 21 Ocak 2007’de; “Cinayetin herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yoktur, milliyetçi duygularla işlenmiştir” diyerek örtbas etmeye çalışan, bizzat kendisi de Hrant’ı öldüren çetenin, hangi düzeyde henüz bilinmiyor ama bir düzeyde mensuplarından olan dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’a sormak lazım!  

Ahbariğimiz Hrant öldürülmeden bir hafta önce, “Neden Hedef Seçildim?” yazısıyla hepimize bir not bırakmış ve yaptığı son konuşmalarında kendisine yönelik son tehdidi “bu devletin derinliğinin bana haddimi bildirme operasyonudur” sözleriyle açıklamıştı. Hrant’ın bu son yazısında bahsettiği hiçbir olay, kişi veya ilişki 14 yıldır soruşturmaya dâhil edilmedi. Üstelik de yazısında tanıklığı ve sezgileriyle bahsettiği birçok şey, sonrasında belgelerle de ispat edilmişken, o kişiler isim isim tespit edilmişken!

Hrant Dink'in katledilmesine zemin oluşturan ırkçı, milliyetçi siyasal ve ideolojik atmosfer, daha dün Azerbaycan-Ermenistan savaşı sürecinde Ermeni kardeşlerimizin evlerine çarpı koyan, nefret söylemi ile bütün Ermenileri hedef gösteren, bugün de Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu meclisten yaka paça atan, Kürt halkının meşru ve yasal partisine kilit vurmaya çalışan anlayıştır.

Akıldan hiç çıkarmamamız gereken Hrant’ın davasının sadece Ermenilerin değil, bütün Türk ve Kürt işçilerinin, emekçilerinin davası olduğudur. Hrant’ı  öldüren el ile her milletten, memleketten dilden işçi sınıfına saldıran, pandemi ya da başka bahanelerle grevleri, direnişleri kıran, işçileri coplayan, yerlerde sürükleyen, iş cinayetlerinde ceza vermeyi bırakın patronların omzunu sıvazlayan, onları cesaretlendiren, KHK’lar ile kamu emekçilerinin yaşam mücadelesine kast eden, kadın katillerini, tecavüzcüleri kollamak için en son İstanbul Sözleşmesi örneğinde olduğu gibi kadınlara savaş ilan eden elin aynı el olduğudur! Üniversite öğrencilerini okullarından atan, gözaltına alan, tutuklayan, biber gazı yediren elin, Kürt halkını asit kuyularına atan,  bodrumlarda alev makinalarıyla yakan, köylerini boşaltan, Roboski’de masum sivilleri ve hatta “sivil” katırları dahi bombalarla paramparça eden, KCK Davası adı altında binlerce siyasi temsilcisini, seçilmiş belediye başkanını cezaevlerine tıkan, Kürt halkının belediyelerine kayyum atayan, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta Alevileri ateşe veren evlerine çarpı koyan elin, Gezi sürecinde Berkin’i, Ali İsmail’i, Abdocan’ı katleden, gencecik insanları kör eden, dillerini kopartan elin, Suruç’ta, Ankara Gar’ında insanları paramparça eden aynı el olduğudur!  Ermenisi ile Rumu ile Süryanisi ile bu toprakların zenginliklerini yok eden, etmeye devam eden elin, ABD’si olsun AB’si olsun emperyalizm ile birlikte bu toprakları kan gölüne çeviren burjuvazinin, sermayenin kanlı elleri olduğudur!

Burjuva mahkemelerinin sağlayamayacağı “adalet”i ancak biz Hrant’ı katleden örgütü, ve o orgütün ardındaki burjuva düzenini çökerttiğimiz gün sağlayacağız!   Bu toprakların yerlisi olan her milletten, memleketten ve dilden işçi sınıfının ve emekçinin halkların eşit ve özgür kardeşliğini sağlayacak gerçek adaletini!

 


[1] Hrant Dink davası avukatlarından