T.C. A.Ş. - yeniden!
T.C. A.Ş. -- yeniden!
Tayyip Erdoğan ikinci istidasını verdi. Balıkesir Ticaret Odası ve Balıkesir Sanayi Odası’nın düzenlediği Ekonomi Ödülleri toplantısında şöyle dedi:
Yeni Türkiye sizlerin, sivil toplum örgütlerinin, işadamlarımızın ellerinde yükselecek. Sizden istirhamım yeni Türkiye, başkanlık sistemi ve yeni anayasayı her fırsatta millete anlatın. Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı yürü yürüyebilirsen.
“Sivil toplum örgütü” dediği, kuruluş kanunu olan, devletin onayıyla kurulan, yarı-resmi ticaret ve sanayi odaları. Yani sermayenin ekonomik örgütlerinden en yaygın üyeye sahip olanı. Demek ki baştan aşağıya sermayedar bir salona ve onun ötesinde medya aracılığıyla bütün kapitalist sınıfa hitap ediyor.
Bazıları buna “lapsus” dedi, kafasındakini istemeden ağzından kaçırdığını sandı. İlgisi yok. İstida. Burjuvaziye, hem de sadece MÜSİAD’a değil, bütün burjuvaziye şöyle diyor: “Seçimlerde AKP’yi destekleyin. Beni başkan yapın. Ben de ülkeyi sizin babanızın çiftliği gibi yöneteyim.”
Bunu tam da burjuvazinin yaygın kesimlerinin kendisine güvenini bütünüyle yitirmiş olduğu, kendisini gerek politik, gerek ekonomik istikrar açısından bir sorun kaynağı, bir yük gibi görmeye başladığı bir aşamada yapıyor.
Bu ikinci istidası. İlkini bir buçuk ay önce metal grevini yasakladığında vermişti. İstida imzasızdı. Sözde “erteleme” kararını ilan eden o ucube Bakanlar Kurulu kararı biçiminde verilmişti istida. Buna o zaman işaret etmiştik:
Recep Tayyip Erdoğan patronlar sınıfına dilekçe verdi. AKP’nin 7 Haziran seçiminde amaçlarına ulaşmasını sağlarsanız, size işçi sınıfı karşısında dikensiz gül bahçesi vaat ediyorum dedi. Beni destekleyin dedi. Bunun adına “Bakanlar Kurulu kararı” dediler. Resmi gazetede yayınladılar. Sonra basına servis ettiler. Fotoğrafı yayınlandı. Öyle tuhaf ki! Başbakanın ve bakanların adları var. Ama en tepede tek başına, ötekilerden farklı bir punto ile ve koyu harflerle Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı yazıyor. “İstidamdır!”(Bkz. http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/recep-tayyip-erdogandan-istida.)
Tayyip Erdoğan Türkiye’yi bir şirket gibi yönetmeyi istediğini de ilk defa söylemiyor. Sıkıştığında, sermayeyi saflara çağırmak gerektiğinde bunu kullanıyor. İlki, 12 yıllık iktidarının sınıf mücadelesi açısından en zor döneminde idi. Tekel işçilerinin 2009 sonunda-2010 başında Ankara’da kurduğu 72 günlük Sakarya Komünü esnasında kapitalist sınıfa “ben sizin hizmetinizdeyim, siz de bana yardım edin” çağrısı idi.
Aşağıda bu vesileyle o günlerde Radikal gazetesinin Pazar Eki’nde yayınlanan bir yazımızı tekrar yayınlıyoruz.
“T.C. A.Ş.
Bu yazı 7 Şubat 2010 tarihli Radikal İki’de yayınlanmıştır.
Tayyip Erdoğan’a artık Türkiye Cumhuriyeti’nin Genel Müdürü ya da moda deyimle CEO’su olarak bakabiliriz. Çünkü Tekel işçileriyle polemiklerinden birinde şöyle konuştu: ‘Biz bu devleti adeta bir özel sektör mantığı ile çalıştıracağız...’ İşte size Türkiye hakim sınıflarının 1980’li yıllardan beri izlediği ekonomi politikalarının yeni ve çok isabetli bir tanımı: Devleti şirket gibi yönetmek!
Bir hatırlayalım, şirketlerin yönetimi hangi mantığa tâbidir. Şirketler, sermayelerini en yüksek oranda ve en hızlı biçimde biriktirebilmek ve büyütebilmek için en yüksek düzeyde kâr elde etmek amacıyla çalışırlar. Başka bir amaçları yoktur! Devletin şirket mantığıyla yönetilmesi demek, devletin de kârın mümkün olan en üst düzeye çıkmasını ve sermaye birikiminin en olumlu tarzda gelişmesini tek amaç olarak benimsemesi demektir. Bir ülkede bunu gerçekleştirmek isteyen devlet, mecburen sermayeye hiçbir kaygı ve düşünce ile kısıtlanmamış tarzda hizmet edecektir. Yani Tayyip Erdoğan, bu sözüyle, Marksistlerin ısrarla söylediklerini en uç biçimi içinde itiraf ediyor. Marx, Komünist Manifesto’da, ‘devlet iktidarı, burjuvazinin ortak işlerini yürütmek için bir komiteden ibarettir’ der. ‘Özel sektör mantığı’ ile çalışmayı hedefleyen bir devlet bundan başka bir şey olamaz.
Tayyip Erdoğan’ın ve hükümetinin yıllardır neden işçi sınıfının bütün haklarına saldırdığını, neden Türkiye’nin en hızlı ve en kapsamlı özelleştirmesini yapan hükümeti olduğunu, neden her alanı sermayenin çıkarlarına göre düzenlediğini anlamak kolaylaşıyor. Şirket, kârını yükseltmek için maliyetlerini, en başta da “işgücü maliyeti”ni sürekli olarak düşürmenin peşindedir. Demek ki, Erdoğan’ın ‘özel sektör mantığı’ ile çalışan devleti de sermayeye hizmet edenler dışındaki her harcamayı “maliyet” olarak görüyor. En önemlisi de işçiler için yapılacak bütün harcamaları düşürülmesi gereken bir maliyet kalemi olarak hesaplıyor.
Bu durumda Tekel işçisinin kazanılmış haklarını söküp almak için neden elinden geleni ardına koymadığını anlamak daha kolay. Tabii, Tekel işçisine karşı her türlü demagojiye başvurmasını da.
Tekel’in özelleştirmeyle ilişkisi yok(muş)!
Erdoğan’ın halkın kafasını karıştırmaya yönelik bu tür açıklamaları çok sayıda. Hızlı ve özlü biçimde bunların her birinin nasıl demagojik olduğunu ortaya koyalım. Hükümet ile Türk-İş arasında anlaşma olmayınca, Erdoğan Salı günü grup toplantısında bunların hepsini dile getirdi.
Birincisi şu şaşırtıcı iddia: ‘Tekel meselesinin özelleştirmeyle hiçbir ilişkisi yoktur. Yaprak tütün depoları özelleştirilmemiştir, kapatılmıştır.’ Bu iddia iktisatçıları ancak güldürür. Hem de iki defa. Bir işletme özelleştirilirken üretim araçlarının sadece bir bölümü satıldı ise, geri kalanların hiçbir işe yaramayacağı doğrudur. O zaman onlar da makine ise hurda olur, tesis ise kapatılır. Ama bu duruma yol açan özelleştirmenin kendisidir. Üstelik, ikincisi, Tekel işçilerinin çoğu özelleştirilen fabrikalarda çalıştırılırken depolara aktarılmıştır. Yani özelleştirme istihdamı giyotinle doğradığı için depolara geçmişlerdir. Böylece tütün depoları birer geçici işçi deposu haline getirilmiştir. İşçilerin işsiz kalması depoların kapatılmasından değil, fabrikaların özelleştirilmesindendir!
İkincisi, Erdoğan ‘altını çizerek’ Tekel işçisinin sadece bir kısmının eylem yaptığını ileri sürdü. Demek ki, insan devleti özel sektör mantığı ile yönetince, işçi sınıfının içinde olup bitenleri de izlemiyor. Tek Gıda-İş sendikasının Ocak başında eyleme devam edip etmeme konusunda düzenlediği referanduma katılan 9 bin küsur Tekel işçisinin 58’i hariç hepsi ‘eylem’ dedi. Oran % 99,6. Erdoğan hayatında böyle oybirliği görmüş mü?
Üçüncüsü, sendikaların bugün ‘ücretli kölelik’ olarak andıkları 4/C’ye geçmişte teşekkür etmiş oldukları iddiası. Tek Gıda-İş Başkanı Mustafa Türkel, işçinin önünde bu iddiayı reddetti. Velev ki sendikalar öyle yapmış olsun. İşçi sınıfının gücü, sendikaları bugün geçmişteki o yanlış pozisyondan kopmak zorunda bırakmış olsun. Sendikaların böyle demesi işçinin mücadelesini nasıl haksız kılıyor ki?
Dördüncüsü, ‘tüyü bitmemiş yetim’ demagojisi. Sanırsınız Tekel işçisi ben evime gidip yatayım, devlet bütçesinden beni besleyin diyor! Devlet, hakkını isteyene cevaben, devlet bütçesine bir tüccar cimriliği ile sahip çıkıp sonra da ‘yetim’ demagojisine kalkışacaksa, o zaman devlete çalışan her işçi ve memur asgari ücretle ve güvencesiz çalışsın, olsun bitsin! Devletin gözüne işçi bir “maliyet” olarak gözüküyorsa, zaten başka çözüm de olmaz!
Beşincisi, Tekel işçilerinin reddettiği ücrete çalışacak milyonlarca işsizin ve asgari ücretlinin bulunabileceği demagojisi. Bulunur. Bulunur da bundan ne çıkar? Türkiye’deki işsizliğin müsebbibi Tekel işçisi mi? Asgari ücretin açlık sınırının altında olmasının müsebbibi Tekel işçisi mi? Hayır, bunların hepsi “özel sektör”ün ve onun “mantığı” ile çalışan devletin marifetleri. Sömürülen ve ezilenleri böyle karşı karşıya getirerek Tekel işçilerinin toplumda elde ettiği desteği azaltmaya çalışmak gerçekten yüz kızartıcı.
Sakarya Caddesi’nin üzerinde bir heyûla dolaşıyor!
Tekel mücadelesinin Türkiyede sınıf mücadeelsinin yükselmesi için bir kapı açtığını başından beri söylüyoruz. Burjuvazinin sözcüleri de nihayet bunu teslim ettiler. AKP Grup Başkanvekili Nurettin Canikli katıldığı bir televizyon programında 'sınıf bilinci' ve 'sosyalizm'den dem vurarak ürküntü yaratmaya çalıştı. Tabii daha önemlisi, Erdoğan'ın 'marjinal unsurlar' edebiyatı. Başbakana göre, Tekel eylemi işçinin amaçlarını aşmıştır, birtakım marjinal gruplarca manipüle edilmektedir.
Tekel işçilerinin, mücadelelerini canla başla destekleyen, ayazda soğukta gece gündüz demeden yanlarında yer alan sosyalistleri bağırlarına bastıkları doğru. Mücadele eden işçinin bilincinin hızla değişeceğini ve değişmekte olduğunu bu sütunlarda daha önce de yazmıştık. İşçi sınıfının içinden yazan gazeteci dostumuz Atilla Özsever’in aktardığı şu örnek çarpıcıdır: Bir Tekel işçisi ‘günde beş vakit komünist olduk’ demiş! Bilincin çeşitli biçimlerinin, kısa süre içinde yaşanan değişimle, farklı çağlara ait jeolojik katmanlar gibi nasıl üst üste geldiğinin mükemmel bir ifadesi.
Erdoğan’a sormak gerek: Madem bu gruplar bu kadar ‘marjinal’, nasıl oluyor da bu kadar güçlü bir toplumsal hareketi ‘manipüle’ ediyorlar? Türkiye’yi bir genel greve sürükleyecek kadar güçlü bir işçi mücadelesi nasıl oluyor da ‘marjinal’ grupların hakimiyetine giriyor?
Bırakın safsatayı! Bırakın demagojiyi! Yaşadığımız, kapitalist toplumda fiziğin yasaları kadar yalın bir gerçek olan sınıf mücadelesidir. İşçi ezilmeye isyan ediyor. Geleceği için, ailesi için, çocukları için “ölmeye hazırım” diyor. Siz de ‘özel sektör mantığı’ ile ona karşı ölümüne savaş veriyorsunuz. Bunu yaşayan işçi, mücadelesini sonuna kadar götürmeye karar verirse, sarılabileceği bir tek akım vardır: sosyalizm. Çünkü sosyalizm, Marx’tan beri başka hiçbir şey değildir: İşçi sınıfının gerçek hareketinin mantıksal sonucudur. Ezilmek ve sömürülmek istemeyen işçinin mutlaka siyasi iktidarı eline alması gerektiğini söyleyen doktrindir.
Erdoğan, geçtiğimiz Salı günü grup toplantısında konuşmasını Tekel işçisine geçit vermeyeceklerini söyleyerek bitirdi. Bu konudaki son cümlesi: ‘bu ülkenin sahipleri var’ idi. El hak vardır. Sermayenin sahipleri, ülkenin de sahibidir. Şimdilik.”