Söze “terör”le başlayan atanmış âkiller ve suskun sosyalistler
İçinden geçmekte olduğumuz “barış ve müzakere” süreci öyle farklı ve birbirinden çelişik dinamiklerle dolu ki, bizzat pazarlığı yürütenler dışında tam olarak ne olduğunu, ne yapılacağını bilen pek kimse yok. Söylenecek, yazılacak birçok şeyin başında bu ilerlemenin, şeffaf olmayan, belirsiz ve ucu açık boyutu geliyor kuşkusuz. Ortadoğu’daki dengelerle ve özellikle ABD ve AB emperyalizminin güncel hesaplarıyla (ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi gibi daha eski ve stratejik olanı ile de) birlikte düşünüldüğünde, Kürt Hareketi’nin açık, şeffaf, her adımı kamuoyuyla paylaşılan ve karşı tarafı her aşamada kontrol edebilecek, gerektiğinde teşhir edebilecek bir yöntem yerine böylesi bir belirsizliği kabul etmiş olması ciddi tartışmaları gerektiriyor.
Biz sembolik olması açısından, aynı zamanda bu tartışmanın da bir parçası olan aynı belirsizliğin başka bir boyutuna; “Âkil İnsanlar Komisyonu”nun oluşumuna ve ne yaptıklarına biraz yakından bakalım. Birincisi, bu komisyonun kuruluş biçimi zaten baştan sakattır. Zira sermayenin ve AKP’nin bir yandan sürecin belirsizliğini ve bulanıklığını kamuoyundan gizlemek, öte yandan kendi milliyetçi tabanının “gazını almak” için kurgulamış olduğu bu komisyonu oluşturan isimler son derece açık biçimde Erdoğan’ın talimatıyla belirlenmiş, yani “atanmıştır”. Hatırlanacak olursa listede KESK genel başkanı Lami Özgen, İHD genel başkanı Öztürk Türkdoğan, ( ki onların da temsil ettikleri kurumlar düşünülerek “malzeme” olarak kullanılmak istendiği bellidir) Yücel Sayman, Celalettin Can gibi iyi niyetli birkaç isim dışında gerçek anlamda muhalif tek bir aydın, gazeteci bulunmamaktadır. Örneğin Yaşar Kemal, Haluk Gerger gibi aydınların adı bile geçmemiştir.
İkincisi, bu komisyonun sınırları baştan yine bizzat Erdoğan tarafından çizilmiştir. Erdoğan misyonu “kamuoyunun algısını yönetmek” olarak açıklamış ve komisyonun ne Öcalan’la, ne Kandil’dekilerle görüşemeyeceğini baştan söylemiştir. Yani aslında operasyon; bugüne kadar asker cenazelerinde vs. Erdoğan’ın bu süreçte bile telaffuz etmekten çekinmediği “tek vatan, tek millet, tek bayrak” türü söylemlerle kışkırtılan kitlelerin, şimdi de artık “kan dökülmesin”, “analar ağlamasın” sözlerine ikna edilmeleri sürecidir.
Üçüncüsü bu komisyon ağırlıklı olarak, ister aydın sıfatıyla, ister en büyük sermaye örgütünün başı TOBB başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu örneğinde olduğu gibi doğrudan doğruya burjuvazinin ajanlığını yapan kişilerden oluşmaktadır. Bu isimlerin özel görevi ise yerel sermaye güçlerine ve siyasi elitlerine “barış sürecinin” kendilerine ne gibi yeni yatırım-üretim-pazarlama imkânlarını yaratacağının, yani Kürdistan’ın barış süreci ile birlikte nasıl bölgenin Çin’i yapılacağının nimetlerini anlatmaktır.
Dördüncüsü başta Aleviler olmak üzere diğer etnik unsurların (Ermeni, Rum, Süryani) açıkça dışlanmış olduğu komisyon ağırlıklı olarak Pensilvanya Müftüsü cemaatinden ve AKP yandaşlarından oluşmaktadır. Bu o kadar böyledir ki Ermeni yazar Etyen Mahcupyan bile Ermenileri değil, gazetelerinde AKP propagandası yazıları yazdığı cemaatçileri temsil etmektedir. İşin ilginci ne BDP başta olmak üzere Kürt çevrelerinden, ne de HDK içindeki sosyalistlerden bu dört noktaya ilişkin ciddi tek bir eleştiri gelmemiş olmasıdır.
Gelelim “Âkil İnsanlar”ımızın halk toplantılarında döktürdüğü saymakla bitmeyecek incilerinden sadece bir kaçına. Ege Bölgesi Âkil Heyeti başkanı Tarhan Erdem: “Çözüm süreci başarıya ulaştığı zaman göreceksiniz Nevruz’da Diyarbakır Meydanı Türk bayraklarından kıpkırmızı olacaktır.”Dikkat, “Newroz” değil, “Nevruz”! İç Anadolu Heyeti başkanı AKP’nin resmi yayın organı Yeni Şafak gazetesi genel yayın yönetmeni Ahmet Taşgetiren: “Terör bitince Kürtler özgürleşecek. Öcalan’a Kürtlerin temsilcisi pozisyonu verilmemelidir.”Karadeniz Heyeti üyesi (dikkat, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonugenel başkanı!) Bendevi Palandöken: “Barış diyorlar. Savaş mı oldu barış olsun? Bir terör örgütü problemi var, onu da modern bir yolla, âkil yoluyla çözmeye gayretliyiz.” Ama en “eğlencelisi” Ege heyeti üyesi pek “demokrat” Baskın Oran’dan. Oran, İzmir’deki ilk toplantıda PKK’nin terör örgütü olduğunu vurguladıktan sonra 2007’de bağımsız solun adayı olarak seçime girdiğini ancak “PKK terör örgütüdür” dediği için başka bir adayın daha çıktığını, bu yüzden de seçimi kaybettiğini hatırlatmış. Yani İzmir’in beyaz Türklerine “Ben de sizdenim aslında” demek istiyor hazret!
Başka bir “eğlenceli” sahne de Hatay’dan. Kaba erkek egemenliğinin idolü Kadir İnanır’ın da içinde olduğu Akdeniz Heyeti, Medeniyetler Korosu ile sahnede hep birlikte “Memleketim” şarkısını söylemiş. İroninin neredesinden tutmalı? Özellikle T.C.’nin 1974 Kıbrıs İşgali’nde milliyetçiliğin, giderek faşizmin sembolü olmuş bir şarkı olmasından mı, olayın Hatay’da geçiyor olmasından mı, heyetin “barış” için orada bulunuyor olmasından mı? Sevsinler sizin “aklı”nızı! Bu rezil halkla ilişkiler operasyonu, Kürtlere karşı savaşın, imha ve inkârın dozajını şimdilik düşüren, psikolojik ve entelektüel savaşa hız veren sermayenin ve onun dönem sözcüsü AKP’nin başarı hanesine yazılacak. Ama, Ahmet Türk’ün deyişiyle “canının derdinde” olan Kürt hevallerimizi bir an için anlamaya çalışsak bile, bu orta oyununa tek bir söz bile söyleyemeyen iltihakçı ve ikbalci sosyalistlerin sessizliği de ortak tarihimizin utanç hanesine!
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mayıs 2013 tarihli 43. sayısında yayınlanmıştır.