Kıdem tazminatı ve esneklik
Kapitalist sistemin işlemesi için en önemli süreçlerden birisi sermaye birikiminin sağlanmasından başka bir şey değildir. Yani ülkede üretilen artı değerin toplumun küçük bir kısmının elinde toplanması gerekir ki yeni yatırımlar yapılabilsin. Ne var ki bu birikim kendi kendine gerçekleşecek değildir, çünkü sermaye birikimi değeri yaratan emekçinin bu yarattığı değere el konulması ile artırılabilir ki, emekçiler de sisteme kuzu kuzu boyun eğmedikleri, zaman zaman bu el koymaya itirazda bulundukları için sermaye birikiminin sağlanması çoğu zaman dışarıdan bir müdahaleyi, yani doğrudan doğruya devletin bir düzenlemesini ve böylece de emekçilerin gözünde meşru kılınmasını gerekli kılar. Böylece devlet diye bir örgütlenmenin neden var olduğu da gün gibi ortaya çıkar.
İşte AKP hükümetinin programları arasında açıklanan kıdem tazminatına ilişkin değişiklikler ile esnek çalışmanın yaygınlaştırılmasına ilişkin yapılması hedeflenen düzenlemeler tam da sermaye birikimi sürecinin sağlıklı işlemesi için işçi ve emekçilere karşı gerçekleştirilen bir saldırıdan başka bir şey değildir, üstelik de devlet tarafından, ama elbette ki sermaye sınıfının selameti için.
Hükümetin Ulusal İstihdam Stratejisi belgesinde yapmayı planladığı değişikliklere göre kıdem tazminatı yirmi yıla karşılık altı aylık maaş ödemesini öngörüyor. Aslında bunun çalışanlar açısından en açık anlamı, iş güvencesi hakkının işçinin elinden bütünüyle alınmasından başka bir şey değil. Çünkü böylesi bir durumda işverenlerin işçileri topluca işten çıkarması artık çok kolaylaşacak demektir. Böylece işveren işten çıkarma tehdidiyle istediği ücret düzeyini işçilere kabul ettirebilecektir ki bu, sermaye birikimini güvence altına almanın en önemli yollarından birisidir. Çünkü sermayenin artık tazminat ve prim ödeme kaygısı kalmayacaktır. Ayrıca sınırsız esneklik sağlayan bu sistemle maaş güvencesi de ortadan kalkacak demektir.
Bunun işçi ve emekçiler açısından pratikteki diğer anlamı, örgütlenmenin de önüne set çekmektir. Kıdem tazminatına ilişkin yapılacak değişikliklerin çalışanların hak kaybı olmadan uygulanabilmesi olanaklı değildir. İşverenin ihtiyaç duyduğu ucuz ve itiraz etmeden çalışan, örgütsüz işçi tipi oluşturulmak istenmektedir. Bu durum ise hem sendikal örgütlülüğü engeller hem de emeğin sermayeye olan bağımlılığını da artırır. Böylece çalışma ilişkileri de hem istihdam hem de ücret açısından daha kolayca esnekleştirilebilecektir.
Buna karşılık işçi ve emekçilerin ve onların örgütlerinin yapması gereken çok açık elbette. Nasıl ki sermaye sahipleri bir ortak bilinçle hareket edip kendi çıkarlarına olacak değişiklikleri çalışma yaşamında uygulamak istiyorsa, emek kesimi de ortak bir bilinçle hareket edip çalışma yaşamına ilişkin kendi sınıfsal çıkarlarının peşine düşmek zorundadır. Bugün sadece sendikalara değil, kendisine sol-sosyalist diyen bütün partilere düşen görev, bir “sivil anayasa” tiyatrosunun peşine düşüp ne olduğu belirsiz bir “demokrasi” söylemiyle oyalanmak değil, emekçileri kıdem tazminatının kaldırılması ve esnekleştirme türünden politikalara karşı örgütlemektir. Eğer bu yapılamazsa işçi ve emekçiler kazanmış oldukları bir hakkı daha kaybedeceklerdir çünkü. Bırakın şimdi şu “sivil-demokratik anayasa” aldatmacalarını filan, havanın artık işçiden yana döndüğünü göstermenin şimdi tam zamanıdır.