Sanat Sokaktadır!
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, akıl çağıydı ve aptallık çağıydı, ışık mevsimiydi ve karanlık mevsimiydi… Kısacası dönem… Kimileri iyi ve kötü şeylerin üstünlüklerini karşılaştırdığında, bu dönemin gelmiş geçmiş en iyi dönem olduğunda ısrar ediyorlardı.[1]
Antik Yunan’da komedya, tragedyanın tanrılarına ve soylularına muhalefet olarak ortaya çıkalı bin yıllar,
Roma’da Mimus Oyuncuları kilisenin tiyatro yasağıyla dalga geçerek sokaklarda inadına komedi oynamaya başlayalı çağlar geçmişken…
İstanbul’da üç beş ağacı korumakla (!) başlayan direniş kısa zamanda ülkeyi sararak halk isyanına dönüştü.
İktidarın her geçen gün yaşamın her alanında artan baskı ve saldırılarına karşı, polisin orantısız gücüne karşı orantısız zeka ve orantısız kahkaha ile yanıt veren yüzbinler, tahammül edilemeyen gerçeği bükmenin, komikleştirmenin ve kolektif bilinç ve hareketle egemenlerin suratına çarpmanın devrimci asaletini gösterdiler. Her geçen gün daha fazla müzede, galeride, sarayda, salonda meta haline getirilen sanatın sokakta nasıl yeşerebileceğini ispatladılar.
Gerek Gezi Parkı’nda, gerekse ülkenin birçok yerinde kurulan direniş alanlarında yapılan duvar resimleri, resim atölyeleri, yazılamalar, verilen konserler, tiyatro gösterileri ve barikatlarda ortaya çıkan bestelerin özgünlüğü ve yenilikçi karakteri, isyanların yaratıcılığı nasıl körüklediğini ve sanatı nasıl özgürleştirebildiğini çarpıcı bir biçimde gösterdi.
İsyanın etkileri sürerken, Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) Yasa Tasarısı’nın çokça tartışılır olduğu bugünlerde, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestraları ve daha birçok kurumun kapatılması yahut devletin diliyle ifade edersek; “yeniden yapılandırılması” gündemde.
3 Mart’ta yapılan TÜSAK toplantısına 50’nin üzerinde sanat kurumu ve demokratik kitle örgütü temsilcisi katılmıştı. Yine bazı sanatçılar ve STK’lar ise tasarıyı ve toplantıyı protesto ederek katılmadılar. Tasarının toplantıdan üç gün önce yayınlanması ve toplantıya davet edilen kurum ve kuruluşların isimleri, son günlerin meşhur deyimiyle; oldukça “manidar”.
Hükümetin, yeniden yapılandırdığını iddia ettiği kurumlar, tasarı yasalaşırsa, Bakanlar Kurulu’nun atayacağı 11 bürokrat tarafından yönetilecek. Daha da kötüsü, sanatın her disiplininin piyasa koşullarına teslim edilmesi yasa gücü ile sağlanacak. Sanat emekçileri güvencesiz çalışma koşullarına mahkum edilecek.
Hükümete yakın kesimlerin ve bazı piyasacı sanatçıların (!) iddia ettiği gibi, tasarının dinozorlaşmış kadroları tasfiye edeceği ve genç sanatçıların önünün açılacağı tezi gerçekleri örtmek için kullanılmaktadır. Evet, artık üretmeyen sanatçıların emekliye ayrılması gereklidir ve fakat önünün açılacağı söylenen genç sanat emekçileri acımasız piyasa koşullarının kucağına atılacaktır.
Kültür-Sanat alanında faaliyet gösteren birçok dernek, sendika ve demokratik kitle örgütünün bir araya gelerek 5 Mart’ta düzenlediği protesto gösterisi ve basın açıklamasıyla, yukarıda sıraladığım sakıncaların hepsi dile getirildi. O günden sonra, gördüğümüz kadarıyla, bu konuda sadece geniş katılımlı bir imza kampanyası tertiplendi ve halen devam ediyor.
Bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü. 1962’den beri kutlanan tiyatrolar gününün en önemli özelliği, tiyatroların kapılarını, özellikle parasızlıktan gidemeyenler ve hiç tiyatro izlememiş olanlar için ücretsiz açmasıdır. TÜSAK yasa tasarısının gündemde olduğu bu dönemde, Dünya Tiyatrolar Günü bizlere çok önemli bir fırsat sunuyor.
Sadece 27 Mart’ta değil, bu gerici ve piyasacı tasarı geri çekilinceye kadar sokaklarda ücretsiz tiyatro yapmak ve hatta diğer sanat disiplinlerini de sokağa taşımak!
31 Mayıs’tan bu yana meydanlara çıkan kitleler, yaşamın her alanında olduğu gibi, sanatın da devlet müdahalesi ve piyasanın sömürüsüyle güdükleştirilmesine karşı, ilerici mücadelenin yolunu zaten göstermişlerdi.
Kitlelerin mücadele yöntemi ve yaratıcılığı harekete geçmek için yeterli değil ise, çok gerilere gitmeden yakın tarihe bakmak yeterli olacaktır. Nazi Almanya’sında ve sürgünde yaşadığı her ülkede gericiliğe, piyasa koşullarına karşı mücadele eden, kadife burjuva perdesi yerine, yamalı perde kullanan Bertolt Brecht. Şili de Faşist cuntanın askerlerince kurşuna dizilmeye götürülürken, bir stadyum dolusu tutsağa Venceremos’u söyleyerek, elleri kırılıp öldürülene kadar susmayan Victor Jara…
Uzaklara gitmeden, Türkiye’den bir örnekle tamamlayabiliriz. Devlet Tiyatroları’nı, Bölge Tiyatroları’nı kuran, üç padişah ve altı cumhurbaşkanı gören ama hiçbir zaman iktidarların baskılarına boyun eğmeyen, neredeyse açtığı her yeni sahnenin tahtalarını çakan, duvarlarını boyayan, 1962’de ilk kez kutlanan tiyatrolar gününde, ilk ücretsiz gösteriyi belediyenin temizlik işçilerine yapan tiyatro emekçisi Muhsin Ertuğrul. Eğer seyirci ayağımıza gelemiyorsa, biz onun ayağına gideriz diyerek mahallelere seyyar sahneler kuran Muhsin Ertuğrul…
Tiyatrolar gününü uzun soluklu bir sokak şöleninin başlangıcı ilan edelim. “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır!” şiarını; “Hak verilmez alınır, sanat sokakta kazanılır!” şiarına dönüştürelim.
27 Mart Dünya Tiyatrolar Gününüz kutlu olsun!