Sütaş'ın garnitürleri
Bursa'nın Karacabey ilçesinde Sütaş patronu, sendikalaştıkları için 26 işçiyi işten çıkarmıştı. İşçiler, direnişe geçtiler ve Karacabey fabrikası önünde pankart asıp mücadeleye başladılar. Sütaş patronu ise işçilerin beklediği alana tezek dökerek sınıflar mücadelesinde eşi benzeri az olan bir yönteme başvurdu. Bu aynı zamanda burjuvazinin hak arayan işçiyi nasıl gördüğünün kanlı canlı bir resmi oldu bizlere.
İşçilerin mücadelesi ise devam ediyor. Jandarmanın ve patronun tacizleri de. İşçilerin kendilerini fabrika önüne zincirlemesine jandarma saldırarak cevap veriyor.
Bu saldırılar, ne bir ilk ne de sondur. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki son bulana dek devam edecek. Fakat saldırı sadece TÜSİAD üyesi tekelci kapitalist Sütaş patronundan gelmiyor. Karacabey'in tüccarı ve esnafı son yılların moda deyimiyle “STK'lar” adı altında işçileri karalayan bir açıklama yaptılar. Açıklamanın imzacıları arasında, Ticaret ve Sanayi Odasından, Esnaflar odasına, Sebzeciler ve Pazarcılar Odasına dek hemen hemen tüm ticaret sermayesi ve esnaf örgütleri bulunuyor.
Açıklama şöyle başlıyor: 1975 yılında kurulan, Karacabey’imizin ve Türkiye’nin en büyük süt fabrikası olan Sütaş’ta, birkaç şahsın fabrika önünü işgal ettikleri gibi oradaki giriş ve çıkışlarda çalışanları sözle taciz ederek ticari hürriyeti engelleyecek tarzda fabrikayı karalayıp bildirge dağıttıklarını müşahede ettik. Sivil toplum örgütleri olarak bu olaylara seyirci kalmamız mümkün değildir. Tüm Karacabey halkını da duyarlı olmaya davet ediyoruz.
Küçük burjuvalar, büyük abilerinin çıkarlarına çok duyarlılar doğrusu. Onlara göre, direnişe geçen işçiler, “ticari hürriyeti” engelliyorlar. Peki, sendikalaşmak da bir hürriyet, bir hak değil mi? Ama yok, onların derdi bu değildir. Sütaş tonlarca tezeği neredeyse işçilerin kafasından aşağı döktüğü halde, onların derdi işçileri kara çalmak.
Birisi size, bir direnişin, “markaya zarar verdiğini”, “etik kuralları çiğnediğini”, “haksız rekabete yol açtığını” ya da “ticari hürriyeti engellediğini” zırvalarsa biliniz ki, o katıksız bir burjuva ajanıdır. Göbeği kapitalistlerle kesilmiş, çıkarları patron sınıflarıyla örtüşmektedir. Karacabey'in duyarlı STK'larının durumu da budur.
“4 bin kişiye istihdam yaratan, iş ve aş veren Sütaş kuruluşu” diye devam ediyor açıklama. Ve ekliyor: “Bu kuruluşumuzu karalatmayacağız”. Yani duyarlı STK'larımız diyor ki: “Yedirtmeyeceğiz”.
Biz de diyoruz ki, Sütaş patronu, zaten kapkaradır işçinin gözünde. Fabrikaya helikopterle gelmekte, işçiden köşe bucak kaçmaktadır. Sütaş'ta işçileri asgari ücrete talim, uzun çalışma saatleriyle, kölece ve kuralsız, en ufak bir hak arama mücadelesine tahammülsüz çalıştıran patronun “aş ve iş” sağladığını nereden çıkartıyorsunuz? Kim kime iş ve aş sağlıyor? Bugün Sütaş patronunun karnı doyuyorsa, ailesi zenginlik içinde yüzüyorsa, bu sadece ve sadece Sütaş işçilerinin ve çocuklarının sofrasından çaldığı lokmalarla mümkün olmuştur. İşçinin emek gücünü sömürerek, ona bağımlı ama tepesinde, onun asalağı ama onu yöneterek bu eşitsiz düzenin sahibi patronlar, bizlere, işçi sınıfına “tezekten” başka bir şey sağlamadılar. Aksine biz onlara iş ve aş sağlıyoruz. Biz olmazsak, biz üretmezsek, biz tezgahın başına geçmezsek patron sınıfı bir hiçtir. Biz olmazsak, önlerinde yiyecek bir tabak aş bile bulamazlar.
Açıklamanın sonunda duyarlı STK'larımız acemice aba altında sopa göstermeye çalışıyor. Diyorlar ki “Hak arama hürriyetinin sınırsız olmadığının bilinmesini ve toplum barışının korunması için yasalar çerçevesinde davranılmasını istiyoruz.”
Yani ey eli coplu demokrasi, günlerdir işçilerin pankartlarını indirip, onlara saldırıyorsun, cezalar kesiyorsun ama bunlar yetmez. Direnişçiler, Sütaş'ın önünden sökülüp atılmadığı müddetçe “toplumsal barış” olmaz. Garnitür sürüsünden bu beklenir zaten. İşçiye düşman, patrona dost. Kraldan çok kralcı.
Biz mi? Biz ise koskocaman bir sınıfız. Sütaş işçilerinin direnişini ve boykotunu yaymak, patrona ve garnitürlere hak ettikleri cevabı vermek için harekete geçtik bile.