Türkiye’de ortalama ücret olmuş ve açlığa endekslenmiş asgari ücret sorununun çözümü örgütlü mücadelededir: Sadaka değil toplu sözleşme!
Her yıl Aralık ayında Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanıyor ve tüm ay boyunca işçi sınıfı bu komisyondan çıkacak sonucu bekliyor. Türkiye’de asgari ücret istisnai bir ücret olması gerekirken ortalama ücret haline gelmiştir. Türkiye’de 22 milyon ücretli çalışan içinde asgari ücret ve civarında (asgari ücret ve yüzde 20 fazlası) ücret alan işçilerin sayısı yaklaşık 12 milyondur. 1,5 milyona yakın işçi de asgari ücretten daha az bir ücrete çalıştırılmaktadır. Asgari ücretin yüzde 50 fazlası ve daha azına çalışanların oranı yüzde 70’e kadar (yaklaşık 15 milyon kişi) ulaşmaktadır. Yani asgari ücrete yüzde 50 zam yapılsa bunun ilk andaki etkisi asgari ücretli sayısının 15 milyona çıkması olacaktır. Asgari ücretin iki katından fazla ücret alan çalışan sayısı ise en fazla 4 milyon kişidir. Dolayısıyla asgari ücret sadece asgari ücretlileri değil tüm işçi sınıfını ilgilendirmektedir.
Emekçi kadınların pek çoğu asgari ücrete dahi ulaşamıyor!
Asgari ücret en fazla genele göre her zaman daha düşük ücretlerle çalıştırılan emekçi kadınları etkiliyor. Emekçi kadınların yüzde 41’i asgari ücret dahi alamazken kadın çalışanlar içerisinde asgari ücret civarında ücret alanların oranı yüzde 62’ye kadar çıkıyor. Kadın çalışanların yüzde 85’i asgari ücretin iki katından daha az ücret alıyor.
Türkiye’nin asgari ücretliler ülkesi olmasının sebebi sendikasızlık!
İşçi sınıfının açlık sınırına endekslenmiş asgari ücrete mahkûm edilmesinin en önemli sebebi sendikasızlıktır ve ücretlerin toplu sözleşmelerle belirlenmemesidir. Türkiye’yi sendikaların çok daha güçlü olduğu Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyasladığımızda bu durum açıkça gözükmektedir. İşçilerin yüzde 60’ının toplu iş sözleşmesi kapsamında çalıştığı Avrupa Birliği’nde asgari ücretlilerin oranı yüzde 4 iken Türkiye’de toplu sözleşme kapsamı yüzde 10’larda asgari ücretlilerin oranı ise yüzde 50’lerdedir. Bu tablodan Avrupa Birliği sermayesinin daha medeni daha insani ya da daha insaflı olduğu sonucuna varılamayacağı açıktır. Bu tablo Avrupa’da geçmişten bugüne sendikalarıyla birlikte mücadele eden işçilerin eseridir. İngiliz, Alman, Fransız, Hollandalı, İtalyan, İspanyol, İsveçli vb. şirketler Türkiye’ye sendikasız işçileri asgari ücret civarında ucuza sömürmek için gelmektedir. Kendi ülkelerinde fabrikalarını sendikalı çalıştırmak ve işçilerine daha yüksek ücret vermek zorunda kalan bu emperyalist şirketler Türkiye’de sendikalaşmayı engellemek için işten çıkarma, baskı, mobbing gibi her türlü kirli yola başvurmaktadır. Emperyalist şirketler Türkiye’de sendikalaşmayı engellerken yavaş işleyen yargı mekanizmasından, memleketin işçisine karşı yabancı sermayeyi cansiperane koruyan devletin polis ve jandarmasından sonuna kadar yararlanmaktadır.
Sendikal yetki davaları yıllar sürüyor! Sendikal çoğunluğu alan işçilerin yüzde 24’ü toplu sözleşme yapabiliyor!
Birleşik Metal-İş Hukuk Dairesinin son 12 yılda gerçekleşen 146 yetki itirazını baz alarak yaptığı araştırmaya göre davalar ortalama 2 yıl 2 ay sürüyor. Bu süre patronların kasten yetkisiz mahkemeye başvurmaları sonucunda ortalama 3 yıl 6 aya kadar uzuyor. Bu davalar sürerken patronlar boş durmuyor ve bilhassa öncü işçileri hedef alan yeni işten çıkartmalarla işyerlerinde terör estirmeye devam ediyor. Aynı araştırmada sendikaların lehine kesinleşen 83 davadan sadece 20’sinde (yüzde 24) toplu sözleşme imzalanabildiği tespit ediliyor. Bu işyerlerinin birçoğunda, işçiler patronlar tarafından yapılan işten çıkartma saldırılarını direnişlerle, iş bırakma ve iş yavaşlatma gibi eylemlerle zaman zaman da fabrika işgalleriyle cevap vererek kırabiliyor. E-devlet’ten bir tuşa basarak gerçekleşen sendika üyeliğiyle başlayan süreç toplu sözleşmeye sınıf savaşının muharebelerinden geçerek varabiliyor.
Çözüm Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan ne çıkacak diye beklemekte değil, örgütlenmekte!
Asgari Ücret Tespit Komisyonu Aralık ayının ilk haftasında başladığı toplantıları ay boyunca devam ettiriyor. Bu komisyonda 15 kişi var. 5 kişi hükümet, 5 kişi işveren sendikası (TİSK), 5 kişi de en çok üyesi olan işçi konfederasyonu (Türk-İş) tarafından belirleniyor. Hükümet her zaman sermayeden yana olduğu için bu komisyondan işçinin yararına bir sonuç çıkmasına imkân yok. Nitekim 2000 yılından itibaren 25 yıl içinde sadece 6 defa oy birliği ile belirlenmiş 17 defa işçi tarafı kararı reddetmiş ya da imzalamamış. Patron tarafı ise sadece 2003 ve 2015 yıllarında iki defa (her iki yılda da asgari ücretten hemen öncesinde genel seçimler olmuştur) karara muhalefet etmiştir.
Tablo ortadadır, işçilerin Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan bir beklentisi olamaz. IMF uluslararası tefeciler adına konuşmakta ve gerçekleşen enflasyon değil hedeflenen enflasyon üzerinden yüzde 20 civarında bir zam yapılmasını istemektedir. Siyasi olarak yerel seçimlerde hezimet almış bir iktidarın bu kadar düşük bir zam yapması beklenmemelidir. Onlar ölümü gösterip sıtmaya razı etme politikası izleyecektir. 20-25 bin lira arasında bir rakam üzerine her yıl Erdoğan’ın gönlünden kopan bir miktar daha eklenecek ve tiyatronun perdesi açlık sınırına endekslenmiş asgari ücretle kapanacaktır. Bu tiyatroda sadece iktidar değil muhalefet de kendine verilen rolü oynuyor. Örneğin Özgür Özel asgari ücrete 30 bin liralık bir tavan belirliyor. 2025 yıl sonunda 30 bin lira açlık sınırının altında kalacak. Yani muhalefet patron muhalefeti olunca sanki matah bir şey söylüyormuş havasına giriyor ama sonunda yine asgari ücreti açlık sınırına endekslemekte iktidarla ortak hareket ediyor. Dikkat edilirse iktidarıyla muhalefetiyle patron siyasetinin söylemediği şey sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bunu söylemiyorlar ve istemiyorlar. Çünkü onlar işçi sınıfını asgari ücrete çalıştırıp sömürmekten çıkar elde eden patronların partisidir. İşçi sınıfının bu patron partilerinden de beklentisi olmamalıdır. İşçiler tüm zorluklara rağmen örgütlenmeli, sendikalaşmalı pazarlık masasına üretimden gelen gücünü koymalı, grev hakkına grev yaparak sahip çıkmalıdır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2024 tarihli 183. sayısında yayınlanmıştır.