Batıyormuş gibi hissetmek (yeniden)!
Gerçek gazetesi 2008’den bu yana devam etmekte olan dünya ekonomik krizini Türkiye solunda en çok vurgulayan yayın organı. Bu krize Üçüncü Büyük Depresyon adını veriyor ve içinde yaşadığımız döneme damga vuran bir olgu olarak bakıyor. Bu vurgumuz, okuyucularımızda bazen kuşku uyandırıyor: iyi de, diyor okuyucu, işte kapitalizm kendini yeniden toparlamayı başarıyor.
Her büyük kriz döneminin, her Büyük Depresyon’un inişleri çıkışları olur. Ne inişlerin, ne çıkışların zamanlamasını tam olarak öngörmek mümkün olmaz. Ama krizin esas dinamiklerini kavramak, gelecekte yaşanabilecek büyük sarsıntılara hazırlıklı olmak anlamına gelir. Dünya hâlâ 2008’de başlayan büyük ekonomik krizin pençesinden kurtulamamıştır.
Bunu sadece biz söylemiyoruz.
Avrupa finans kapitalinin en rafine yayın organlarından biri olan haftalık The Economist dergisi, geçtiğimiz hafta kapağına şöyle yazmıştı: “Batıyormuş gibi hissetmek (yeniden)”. Kapak resminde avrodan yapılmış bir kâğıttan gemide Avrupa’nın önderleri öyle durmuş, hiçbirşey yapmadan bekliyorlardı: Almanya başbakanı Angela Merkel, Fransa cumhurbaşkanı François Hollande ve İtalya’nın çiçeği burnunda başbakanı Matteo Renzi. (Renzi herhalde henüz 39 yaşında olduğu için çocuk yaşta sayılıyor, o yüzden elinde dondurma ile resmedilmiş.) En arkada ise gemi batmasın diye kova kova su boşaltan Avrupa merkez Bankası Guvernörü Mario Draghi. (The Economist’in kullandığı başlık, 1980 tarihli bir komedinin başlığı. O film, “That Sinking Feeling”, yoksulluktan kıvranan dört işsiz İskoç gencinin kendilerine birçıkış yolu bulma çabalarını anlatıyor. Avrupa’nın on milyonlarca işsiz gencinin intikamı işte!)
Demek avro ve Avrupa Birliği (AB) yeniden batmanın eşiğine geldi! Bunun ne anlama geldiğine bakmadan önce kısa bir hatırlatma yapalım. AB ekonomisi, en belirgin olarak da ortak para avroyu kullanan “avro bölgesi ülkeleri”, 2008’de başlayan büyük dünya ekonomik krizinde zayıf halkayı oluşturdu. Kriz 2007 yazında ABD’de başlamıştı. 2008 Eylül ayında dünya krizi haline geldi. Ondan sonrasını hatırda tutmak kolay: ikişer yıllık dönemlere ayrılıyor gelişmeler.
İlk iki yıl, yani 2008-2009, tam anlamıyla durmanın eşiğine gelen finans piyasalarını suni teneffüs yoluyla canlandırmakla geçti. Sonra tam toparlanma başlıyor düşüncesi yaygınlaşırken önce Dubai sendeledi, ardından İngilizce’deki ülke adlarından oluşturulan bir kısaltma ile PIGS denen AB’nin Akdeniz ülkeleri (Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya) ve İrlanda derin bir mali krizle sarsılmaya başladı. Bu ülkeler 2010-2012 arasındaki iki yılı, muazzam bir dış borç ve bütçe açığı, yüksek faizle kamu borçlanması ve iflas tehlikesine karşı mücadele ederken halklarına çok ağır kemer sıkma önlemleri uygulamakla geçirdiler. AB dünya ekonomisinin her an iflas edebilecek bir zayıf halkası oldu.
Sonra 2012 yazında, herkes bazı ülkelerin (en başta Yunanistan ve İtalya’nın) iflas ilan ederek avrodan ayrılmasını beklerken, Avrupa Merkez Bankası (ECB) başkanı Mario Draghi çok çarpıcı bir demeç verdi: Avrupa’da istenmeyen bir durum doğarsa ECB “her ne gerekliyse yaparak” kurtaracaktır. Bu demeç, hasta ülkelerin hızla toparlanmaya başlamasına yol açıyordu. “Piyasalara”, yani finans kapitalin temsilcilerine güven gelmişti.
2013-2014 yine toparlanma umutlarıyla geçti. Aynen 2009’da olduğu gibi kimileri krizin bittiğine inandı. Ama tam iki yıl sonra, 2014 yazı AB ekonomisi için yeniden tehlike sinyallerinin çaldığı an oldu. Toparlanma falan yok. Avrupa ekonomisi yedi yıldır kan kaybediyor! Avro bölgesi ülkelerinin toplam ekonomik performansı bütün bu yıllar boyunca sıfır ve altında! Üstelik bütün bunlar dünya ekonomisinde faizlerin sıfır dolayında olduğu bir dönemde gerçekleşiyor. Hatta 25 Mayıs’ta proto-faşist partilerin Avrupa Parlamentosu seçimlerinde kazandığı zaferin ardından ECB faiz oranını negatif hale getirdi. Yani Deli Dumrul gibi: para getirene faiz vermek yerine ondan üstüne bir de faiz almaya başladı! Bütün bunlar fark etmedi. AB ekonomisi yerinde saymaya devam etti. Ta ki, bu yılın ikinci çeyreğinde, Avrupa’nın yıldızı Alman ekonomisi bile daralma gösterene kadar!
Peki, ne oluyor? Olan şu: kapitalistler ellerindeki birikmiş artık değeri yatırmıyorlar. Normal olarak faiz düşünce yatırım artar. Artmıyor. Çünkü kâr oranları çok düşük ve kapitalistler ekonomide bir gelecek görmüyor. İşte size klasik bir ekonomik depresyon dönemi! Biz de bu yüzden içinden geçmekte olduğumuz döneme Üçüncü Büyük Depresyon adını veriyoruz.,
Bütün dünya ekonomisi bir bıçak sırtında yürüyor. Merkez Bankaları 2008’den beri izlemekte oldukları ucuz para politikasını aralıksız sürdürürse, 2008’de olan daha da ağır biçimde yaşanacak, “balon” er geç patlayacaktır. Bu riskten kurtulmak için ucuz para politikası terk edilirse, bu sefer de deflasyon tehdidi, yani üretim alanında yaprak kıpırdamayan, bu yüzden fiyatların bile düşmeye başladığı bir ortam doğması tehdidi başlamaktadır. Bugün avro bölgesinde ECB’nin hedeflediği enflasyon oranı yüzde 2, filli enflasyon oranı yüzde 0,4!
(TC Merkez Bankası başkanı Erdem Başçı, nasıl özlemle izliyordur!)
İşte Avrupa finans kapitalinin temsilcisi The Economist bunları yazıyor. Başyazısını şöyle bitiriyor: “bir ya da birden fazla ülkenin ortak parayı gürültüyle terk etmek istemesi olasılığının yarattığı risk yükseliyor. Avro krizi hiçbir zaman bitmemişti. Yalnızca ufukta bekliyordu.”
Biz söyleyince abartmış oluyoruz!