Metal Fabrikalarından Haberler - Aralık 2023
Gazze'ye dua ile yetinirken İsrail'e gemi yollayanlar Filistin dostu olamaz - Tuzla HT Solar’dan bir işçi
Selamlar yoldaşlar ve dostlar.
7 Ekim’de Filistinli direnişçilerin ortaklaşa gerçekleştirdiği El Aksa Tufanı tüm dengeleri değiştirdi. Belki de en önemli sonuçlarından biri, İsrail’in Arap ülkelerine uzattığı kanlı elin sıkılması anlamına gelen, yüz karası İbrahimi Anlaşmaları’nın rafa kalkması oldu. Peki, bu normalleşme süreci sadece Arap ülkeleri ile mi sınırlıydı? Bizzat bizim ülkemiz de İsrail’in kanlı elini sıkmakta hiç çekinmedi, Netenyahu ile güler yüzlü fotoğraf çektirmeye kadar götürmüştü işi. İki ülke arasında dönen ticarete hiç değinmiyorum bile, çünkü o zaten hiç aksamamıştı! İşte 7 Ekim günü İsrail’in Demir Kubbe’sini süzgece çeviren füzeler İsrail’in ABD ile yürüttüğü, tüm ülkelerin rızası dâhilinde Filistin’i yok etme planına çomak soktu. Tüm Arap coğrafyasını silkeleyip kendine getirdi. Elbette, Türkiye de nasibini aldı. Tüm dünya halklarının yoğun tepkisi ülke liderlerini katillerle poz vermekten alıkoydu, “One Minute” siyaseti geri geldi. Peki, gerçekten de durum böyle mi?
Metin Cihan isimli bir gazeteci geçtiğimiz günlerde yaptığı araştırmalarla gerçekleri ortaya koydu. Meğer istibdad rejimi İsrail’e parmak sallarken, Gazze’de ölen bebekler için dualar edip tüm Avrupa’ya dayılanırken, İsrail’e can suyu oluyormuş! Hem de bizzat istibdadın unsurları tarafından! 7 Ekim’den bu yana Türkiye’den İsrail’e mal taşıyan gemilerin sayısı 350’leri buldu. Bu ticaretin içinde Cumhur İttifakı ortağı BBP’nin kurucularından Mustafa Semerci de var, Manta Denizcilik üzerinden faaliyet gösteren Cumhurbaşkanı’nın oğlu Burak Erdoğan da var! Bu gemi ticaretlerinin de ötesinde Siyonistlerle stratejik birliktelik gösteren Zorlu Holding’den Koç Holding’e kadar Türkiye burjuvazisinin ağır topları da katillere can suyu olmaya devam ediyor. Ülkemizin patronları devletle el ele timsah gözyaşları dökerken İsrail dostluğunda sınır tanımıyor! O halde sendikalara düşen görev açıktır: Bu utanmaz işbirliğini teşhir etmek ve gemilerin bu topraklardan Siyonistlere ulaşmaması için boykot eylemlerine girişmektir! İşçi sınıfı patronların bu utancına ortak olmamalı, İsrail dostluğunun karşısına gerçek bir Filistin dostluğu koymalı!
Erkek egemen kapitalist sistemden kurtuluşumuz mücadelede! - Tuzla Chen Solar’dan bir kadın işçi
Selam emekçi kardeşlerim,
Ben deri organize sanayide Chen Solar’da çalışan bir emekçi kadınım.
Hali hazırda çalıştığım fabrikaya yaklaşık 3 yıl önce sendika girdi. Sendika ve üretimden gelen gücümüzle patronların bize karşı neredeyse yapmaya çalıştıkları tüm darbelerini püskürttük ve bunu birliğimiz ve üretimden gelen gücümüzle mücadele ederek başardık. Fakat yakın zamanda 6 arkadaşımız tazminatsız işten atıldı. Haksız yere usulsüzlük yaparak atıldı bu arkadaşlarımız. Bu normal şartlarda yapabilecekleri cesaret edebilecekleri bir şey değilken üretimin olmayışından faydalanarak yaptıkları çirkin bir saldırıydı işçilere karşı. Çünkü yaklaşık 3 haftadır fabrikada üretim yok. Bu yaşadığımız olayda patronların ve bu düzenin çirkin yüzünü bir kez daha görmüş olduk. Ve işçilerin birliğinin önemini de bir kez daha kavramış olduk.
Biliyorsunuz ki geçen hafta aynı zamanda 25 Kasım kadına yönelik şiddete karşı olma günüydü. Aynı gece bununla ilgili genelge yayınlandı ve bu genelgenin kadını korumaya yönelik değil, erkek egemen düzeni daha da besleyen bir genelge olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Anlıyoruz ki insanca ve kadınca özgür bir yaşam bu düzende sunulmayacak bizlere. Biz kadınlar olarak 25 Kasım’da sloganlarımızla meydandaydık ve olmaya da devam edeceğiz. Biliyoruz ki bu düzen erkek egemen kapitalist sistemi mücadele etmeden birlik olmadan değiştiremeyiz.
Bunun en iyi örneği şu an Filistinli kardeşlerimizin vermiş olduğu mücadeledir. Yıllardır işgalci İsrail’e karşı kadın erkek ayırt etmeden direnen bir halk var. Oradaki direnişçi kadınların mücadelesine her gün şahitlik ediyoruz. Devrime olan inancımızı ve umudumuzu besleyen Filistin direnişçilerine bin selam olsun!
Patronların vergileri silinirken bizler soyulduk - Gebze Smart Solar’dan bir işçi
Dostlar merhaba,
Smart Solar fabrikasında çalışan bir işçiyim. Geçtiğimiz Ekim ayında sözleşmemizden yararlanmaya başladık hem maaşımız arttı hem de 3 aylık geri ödemelerimizi aldık. Tam yılsonuna geldik faturalarla daha iyi başa çıkarız derken, bu sefer de vergi radarına takıldık. Hem maaşımız yükseldiği için hem de sözleşme farklarımızı da aldığımız için Ekim ayında en düşük vergi veren arkadaşımız 9.000 lira vergi verdi. En yüksek vergi verenlerimiz ise 13.000 lirayı buldu.
Mehmet Şimşek ve saz arkadaşları her yıl patronların vergi borçlarını sıfırlarken, Rahmi Koç gibi kodaman patronlar kamuda çalışan emekçileri işten attırma derdine girip, emek sömürüsüyle yetinmeyip devletin yapısına bizzat dokunurken, bizim yıllarca verdiğimiz mücadele sonucu elde ettiğimiz gelirler bu simsarların kasasını doldurmuş oldu. İşçiler gelir vergisiyle soyulurken, kamu emekçilerinin iş güvencesi Koç’lar tarafından tehdit altındayken ve sendikalar bu konularda çok cılız faaliyetler ile yetinirken biz Smart işçileri defalarca işgal yapsak neye yarar?
Hiç fark ettiniz mi bilmem ama geçmişe doğru gittiğimizde memleket ne zaman bir genel seçime girse TÜSİAD ve MESS hemen taleplerini açıklar. Açıklamasalar ne fark eder ki zaten iktidar olsun, sözde muhalefet partileri olsun hemen kapılarına gider ve emirlerini sorar. İşte patronların o emirleri arasındaki en büyük kalem verginin tabana yayılmasıdır. Aldıkları milyonlarca liralık vergi affıyla yetinmiyorlar kendilerinin, biz emekçiler ile aynı vergi oranında olmamızı istiyorlar. Bu da yetmiyor Rahmi Koç kamu emekçilerinin iş güvencesine dil uzatıyor.
Talepleri bitmiyor, istedikçe istiyorlar, istedikçe uslanmıyorlar. İşçilerin sendikalarda örgütlenmesi ve sendikalarında uzun soluklu mücadele dönemlerine girmeleri gerekiyor. MESS sözleşmeleri artık tüm işçilerin beklediği, gözünü kulağını diktiği sözleşmeler olmaya başladı. MESS sözleşmelerinde verginin %15’e sabitlenme talebinin gerçekleşmesi için gerekirse münferit fabrikalarda bile eylemler örgütlenmeli ve patronlara gözdağı verilmelidir.
Hakkımızı alana kadar mücadeleye devam! - İstanbul Ejot Tezmak’dan bir işçi
Merhaba arkadaşlar, ben İstanbul Gaziosmanpaşa’da bulunan Ejot Tezmak fabrikasında çalışan bir metal işçisiyim. Fabrikamız MESS grup toplu sözleşmesine bağlı, bu günlerde birçok işçi kardeşimizin olduğu gibi bizlerin de ilk gündemi toplu sözleşme görüşmeleri.
Şu an MESS ile sendikamız arasında görüşmeler sürüyor. Geçtiğimiz günlerde MESS tarafından sendikamıza %35 gibi işçileri sefalet ücretine mahkûm etmek isteyen bir teklif yapıldı. Son altı aylık enflasyonun %37 olması beklenirken, yıllık enflasyon %60 düzeyine gelmişken, patronların bize dayatmaya çalıştığı, bizleri açlığa sefalete mahkûm edecek bu rakamlar kabul edilebilir değildir. Tabii ki, bu teklifi kabul etmeyeceğimizi onlar da gayet iyi biliyorlar ama her toplu sözleşme öncesi aynı oyunu oynuyorlar.
Biz işçilerin, MESS sürecinin başından sonuna kadar patronların oyunlarına, tehditlerine boyun eğmemesi gerekiyor. Bize dayatılmaya çalışılan sahte rakamlara, sefalet ücretlerine karşı birliğimizi korumalı, ekmeğimiz için mücadelemizi büyütmeliyiz. Biz işçiler şunu çok iyi bilmeliyiz ki bizler bu ülkenin lokomotifiyiz. Bizim bugün mücadeleyle açacağımız bu yol önümüzdeki süreçte kıdem tazminatı başta olmak üzere işçilere yapılacak tüm saldırılara karşı kalemiz olacaktır. Bu yüzden ayrı gayrı demeden, sendika ayrımı gözetmeksizin bu mücadelede omuz omuza verip kavgayı büyütmeliyiz. Hak ettiklerimizi alana kadar mücadeleye devam.
İşçilerin birliği sermayeyi yakacak! - Dilovası’ndan bir metal işçisi
Merhaba dostlar. Ben Dilovası’nda çalışan bir metal işçisiyim. Geçtiğimiz Kasım ayında Afganistan uyruklu mülteci maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani’nin öldürüldüğü haberini okuduk. Zonguldak’ta MHP Gelik Belde Başkanı Hakan Körnöş’ ün kaçak işlettiği maden ocağında kayıtsız ve güvencesiz çalışırken fenalık geçirmesi üzerine hastaneye kaldırılmak yerine, bir aracın bagajına konularak götürüldüğü ormanlık alanda dövülerek katledilmiş. Üzerine de cansız bedenini yakmışlar. Haberlere göre kaçak maden ocağı sahipleri daha önce başka bir suçtan ceza aldıkları için “Ortaya çıkarsa infazımız yanar” düşüncesiyle Nourtani’nin bedenini yok etmeye karar vermişler. Nourtani bu sebeple hastaneye götürülmemiş. Katillerden birinin yakını adliyeye sevk sırasında kameraların önünde “Korkma rahat ol.” dedi. Hala Zonguldak’ta en az 800 göçmenin oturma izni olup çalışma izni olmadığı için kaçak madenlerde hayatları pahasına kayıtsız, güvencesiz ve ucuz işgücü olarak çalışmak zorunda olmalarından faydalanan katillerin rahatlığı nereden geliyor? Afganistan uyruklu işçiler, kömür işletmecileri için bulunmaz nimet. Yasal statüde çalışan bir işçiye en az iki asgari ücret, ona göre sigorta ödeniyor. Afganistan uyruklu işçilere asgari ücreti bile zor veriyorlar. Sigorta yok. Hiçbir hakları yok! Kaçak maden ocağına inen her işçi, ölüm riskini yüze katlayarak o madene iner. Tereddüt eden her yerli işçiye, kapıda Nourtani gibi çaresiz bekleyen binlerce göçmen işçi gösterilir. Bu nedenle yaşanan bu işçi cinayetleri münferit değil, sistematiktir! Bu cinayetin sorumlusu emperyalist kapitalizmdir. Emperyalizmin sürekli savaş ve barbarlık götürdüğü coğrafyaların en çok göç veren ülkeler olması tesadüf değil. Bu insanlar ölmemek için başka ülkelere göç ettiğindeyse hem en çok sömürülen olur hem de yerli işçiyi daha çok sömürmenin bahanesi yapılır. Bunu yapan elbette kârdan başka derdi olmayan patronlar sınıfı. Kapitalizmde göçmen emeği yerli işçilere göre hem çok daha ucuz hem de güvencesizdir. En ağır, en tehlikeli işlerde can verenler göçmenler olduğunda, olay mahallînden delilleri kaçırmak (göçmen işçinin cenazesini ortadan kaldırmak) da bir o kadar kolay hale gelir. İnşaat, tarım, maden vb. sektörlerde sigortası veya çalışma kaydı olmayan, görünmeyen emekçiler olarak en ölümcül işlere sürülen, öldüklerinde yol kenarına atılan, kimsesizler mezarlığına gömülen ya da yakılıp tanınmaz hale getirilen göçmen işçilerin sesi olmak, kimsesi olmak Türkiye işçi sınıfının boynunun borcudur. Yoksa bugün onlara dayatılan sömürü koşulları çok geçmeden yerli işçiye de dayatılır. 2023’ ün ilk on ayında en az 1634 işçi iş cinayetinde hayatını kaybetti, bunların en az 100’ü göçmen işçilerden oluşuyor. AKP’li yıllarda tespit edilebilen 32 bin iş cinayeti vakasının her biri en az Zonguldak’taki trajedi kadar vahşidir, acımasızdır. Göçmen ve yerli işçiler birlikte can vermekte, kanları birbirine karışmaktadır. O yüzden yerli ve göçmen işçiler hem sınıf kardeşleridir hem de kan kardeşleridir. İşçiler, yerli yabancı ayrımını bir kenara iterek kapitalist sömürü düzenine karşı birleşmelidir.
Birleşen işçiler yenilmezler! - Gebze’den metal işçisi bir kadın
Merhaba arkadaşlar. Ben Gebze'de bir metal fabrikasında çalışıyorum. Fabrikamızda iş ortamını, çalışma koşullarını güzelleştirmek için çok mücadele etmemiz gerekiyor. Isınma sorunu, servis güzergâhlarının bir anda değiştirilmesi ve durakların kapatılması gibi mağdur edildiğimiz konular var. Tüm bunlarla mücadele ederken fabrika yönetimi dışında bir de onlarla birlikte hareket eden bir sarı sendika ile mücadele etmemiz gerekiyor. Bizim burada şube ve yönetim nasıl karar verirse içeride o kararlar uygulanıyor. Bazı servis durakları kalktı ve biz mağduriyetimizi dile getirdik ama bu konuda sendikayı yanımızda destek göremedik. Temsilciler bize “insan kaynaklarına kendiniz şikâyet edin” diyorlar. O zaman temsilcilik neden var, bizim sendikamız ne işe yarıyor diye düşünüyor insan. Yönetime bir şikâyette ya da bir talepte bulununca da "onu sendikanızla konuşun arkadaşlar" cevabını alıyoruz. Elbette bazı konularda verdiğimiz tepkilerle bizim aleyhimize olan gelişmelerle ilgili kazanımlar elde ediyoruz, geri adım attırdığımız da oluyor. Ama fabrikada mücadele eden, yönetime ve sendikaya muhalefet edenlere bedel ödetiliyor. Başta, bir nevi kara listeye alınıyoruz. Onlara göre aykırı fikrimiz olursa ve bu birden fazla kere yaşanırsa sorun oluyor. Amirler aracılığıyla ya da içerideki temsilcilerin tavrıyla az çok anlaşılıyor bir göze batma durumu olduğu ve açığımızı aradıkları. "sen çok oluyorsun bu ara, neden hep senin sesin çıkıyor" gibi laflar duyuyoruz. Daha önce de böyle arkadaşlarımızın küçülme bahanesiyle işten çıkarıldığı oldu. Bizim emeklerimizin karşılığını alabildiğimiz bir sözleşme imzalamamız için, aynı bizim yöneticilerin çalışma ortamı gibi en pahalı mobilyalarla dayalı döşeli, sıcak ve güvenli bir üretim alanına sahip olmamız için çok cesur olmalı, birlikte hareket etmeliyiz. Sendikayı da karşımıza alarak, yönetimle oynadıkları oyunu ifşa ederek, korkmadan kavga etmeliyiz. Yolumuz biraz uzun. Bizim fabrika özelinde, önce birbirimize güvenmeyi öğreneceğiz, sonra tepemizdeki bürokrat sendikayı ve dostları olan yönetimle ilişkilerini ortaya çıkaracağız, bu konuda iş arkadaşlarımızı bilinçlendireceğiz ve buna karşı mücadele edeceğiz. Birleşen işçiler yenilmezler!
Stajyer sömürüsüne karşı dik durmalı ve mücadeleci olmalıyız - İstanbul Xiaomi-Salcomp’tan bir işçi
Merhabalar. Ben Xiaomi-Salcomp telefon fabrikasında çalışıyorum. Çalıştığım fabrikada meslek liselerinden onlarca stajyer çalışmaktaydı. Bu stajyerler çok düşük maaşlarla güvencesiz bir şekilde çalıştırılıyordu ve üç dört ay içinde aniden işten çıkarıldılar. Öğrencilerin hayatı bu kadar mı ucuz olur? Meslek lisesi stajyerleri 2.500-3.000 TL gibi paralara çalıştırılmamalı. Stajyer sömürüsüne son verilmeli. Değerli arkadaşlarım bu bize gösteriyor ki, işçi sınıfı her zaman sömürülüyor, geleceği ile oynanıyor. Biz artık bu düzende bir uçurumun kenarındayız, patronların düzeni karşısında isyan bayrağını çekmeliyiz. Böyle düzene karşı dik durmalı ve mücadeleci olmalıyız. Olduğumuz her yerde adaletsizliğe karşı bir barikat duvarı çekmeliyiz. Buradan size sesimi duyurmak istedim değerli işçi ve emekçi arkadaşlarım, saygılarımla. Tüm emekçi dostları canı gönülden selamlıyorum.
İşçi sınıfı hem ülke siyasetine hem dünya siyasetine yumruğunu vurmalıdır! - Manisa’dan bir metal işçisi kadın
Herkese merhaba emekçi kardeşlerim. Ben Manisa OSB’de metal fabrikasında çalışan bir kadın işçiyim. Yılsonu geldi. Siparişlerin biriktiği, teslimatların arttığı yılın en sıkıntılı dönemindeyiz. Kelimenin tam anlamıyla fabrikadaki işçilerin ensesinde boza pişiriyorlar. Herkes vardiyaları bittikten sonra 4 saat zorunlu mesaiye bırakılıyor, çalışanların ne düşündüğü, mesaiye kalmayı isteyip istemediği kesinlikle sorulmuyor bile. Ağızlarında hep bir fedakârlık kelimesi ama fedakârlık nedense sadece tek taraflı yapılıyor. Kadın arkadaşlarımızdan çocuğu olup da gece vardiyasında mesaiye kalanlar, akşamüstünden ertesi gün sabaha kadar çocuklarını göremediği için onlara ne yapacaklarını, okula giderken ne yiyeceklerini, ne giyeceklerini ancak telefonla, mesajla söyleyebiliyorlar. Vardiyaları çakışan karı/koca eşler, çocuklarını gece evde yalnız bırakmamak için emanet edecek akraba, eş dost arıyor! Ne istediğimiz ne de hayatlarımız patronların umurunda. Yollanan her bir siparişten, yapılan her sözleşmeden kârlarına kâr katan patronlar, bizlere hayatları olmayan, plan program yapmayan, ne derlerse yapmak zorunda olduğumuz insanlar gözüyle bakıyor. Ve biz buna müsaade ettiğimiz sürece gördüğümüz muamele daha da kötüleşiyor. İşçi sınıfı, ezilen halk dünyanın neresinde ve ne şekilde olursa olsun kendilerine biçilen bu kölelik kumaşını yırtıp atmadıkça dünümüzü arayacağız. Filistin halkının canına, topraklarına kast edenlerin, bu topraklarda ise bizlerin geleceğini karartıp, alınterimize çökenlerin hakkından ancak ortak bir mücadeleye girişebilirsek gelebiliriz. İşçi sınıfının sırtına binip kanını emen bu sömürü düzeninden de, binlerce kilometre ötede, neredeyse yüz yıldır Filistin halkına kan kusturan Siyonizmden de ancak işçi sınıfının siyaseti dünyaya yayıldığında kurtulabiliriz.
Filistin halkının mücadelesi işçilere örnek olmalıdır - Manisa’dan bir metal işçisi
Öncelikle herkese özellikle direnişte, grevde olan işçi kardeşlerime selamlar. 7 Ekim’den bu yana tüm dünyaya seslerini duyuran ve özellikle faşist güçlere ders niteliğinde büyük bir direniş mücadelesi başlatarak, Batı emperyalizmine ve Siyonizme büyük bir korku yayan, aynı zamanda da Batı emperyalizmine ve İsrail’e destek veren İslam ülkelerine ise büyük bir utanç yaşatan Filistinli direnişçilere yürekten sevgi ve selamlarımı iletiyorum. Aynı zamanda biz işçilerin bu direnişe destek vermesi gerektiğini ve kendine sembol bir örnek alması gerektiğini düşünüyorum. Filistin’in İsrail’in zulmüne karşı direnişi özellikle patronlara, büyük para babalarının kapitalist sistem aracılığıyla yürüttüğü bu sistem karşısında dik durarak hakkını arayan, mücadele eden, direniş yapan işçilere de umut ve güç olması gerekiyor. Çünkü Filistinliler, her anlamda güçsüz olmalarına rağmen İsrail gibi terör devletinin karşısında durup, bu büyük mücadeleyi verdiler. Bu mücadelenin ve yaydıkları korkunun biz işçiler için büyük anlam taşıması ve aynı zamanda da bizlere örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Filistin halkı elindeki kıt imkânlarla İsrail gibi tüm dünyanın desteklediği özellikle parasal ve teknik anlamda desteklerini sunduğu bir ülkeye başkaldırıyorsa biz de bizi ezenlere karşı bunu yapabiliriz. İşçiler ve patronların arasındaki mücadeleyi Filistinlilerin İsrail’e karşı yıllardır süren mücadelesine benzetebiliriz. Örneğin 1948 yılından bu yana Siyonist güçler Filistin devletini adım adım işgal ederek çoluk çocuk, yaşlı kadın demeden katletti. Aynı zamanda biz işçiler de batı Avrupa tarafından 16. yüzyıl sömürgecilik faaliyetleri başladığından beri durmadan eziliyor ve bir önceki günümüzü mumla arıyoruz. Şimdi baktığımızda, bize de Filistin halkına da mezalimi yaşatanlar aynı. Emperyalizm ve Siyonizm, zamanında sömürgeciliği başlatıp da yüzlerce yıldır bizi kim sömürüyorsa Filistin halkına bunları yapan ve izleyenler de aynı güçler. Dünyadaki tüm ezilenlerin, başta işçilerin Filistin halkının, Kürt halkının düşmanı bir. Nasıl Filistin halkı düşmanına başkaldırdıysa biz işçiler de birleşip böylesi bir mücadele vererek, kurulan bu sistemin çarkını kırarak, haklarımızı medet umarak, minnet ederek değil aksine alnımızdan akan her damla terin hakkını söke söke alarak güzel günleri görebiliriz.
MESS, bize sefaleti reva görüyor! - Bursa OYAK Renault’dan bir işçi
OYAK Renault'ta parça eksikliği ve sipariş azlığından dolayı üretimde ara ara duruşlar olmaya devam ediyor. 22 Aralık - 8 Ocak arası en az iki hafta üretimde duruş olacağı konuşuluyor. İki haftalık duruşta Dacia projesi için hazırlıklar yapılacak.
Türk Metal sendikası ve MESS arasında yapılan grup toplu iş sözleşmesi görüşmesinin beşinci oturumunda uyuşmazlık tutanağı tutuldu. MESS öncelikle sözleşmenin üç yıllık olmasını talep etmiş. Ücret artışı teklifine karşı, ilk 6 ay için yüzde 35, diğer 6 aylık periyotlar için TÜFE oranında artış önerdi. Sosyal haklara ise 1. yıl için yüzde 65, 2. ve 3. yıllar için de TÜFE oranı kadar artış teklif edildi. MESS ayrıca, bazı esnek çalışma düzenlemelerinin sözleşmeye dâhil edilmesini ve tamamlayıcı sağlık sigortasını düzenleyen maddenin sözleşmeden çıkarılmasını da talep etti.
Sözleşme süresinin 3 yıllık olması bizim için kesinlikle kabul edilemez. İki yıl olması bile bizi ekonomik olarak zarara sokuyor. Ekonomide bir sürü gelişme yaşandı. Yarının ne olacağı belirsiz, krizin ne kadar süreceği belli değil. Tamamlayıcı sağlık sigortası kazanılmış bir haktır. Sözleşmeden kaldırılması kabul edilemez. Kaldırılması değil eş ve çocukların da ücret ödemeden sağlık sigortasına eklenmesini istiyoruz. MESS esnek çalışmayla birlikte güvencesiz ve kuralsız çalışmayı dayatarak bizleri köle gibi çalışmaya mahkûm etmeye çalışıyor. Ayrıca esnek çalışma demek önceki kuşaklardan kalan kazanımlarının altının da oyulması demektir. Teklif edilen yüzde 35 zam oranı hiç bir şekilde kabul edilemez. Taslağın tamamının alınması gerekir. Aşağısı bizi kurtarmaz.
Türk Metal sendikasına güvenimiz yok! - Bursa TOFAŞ’tan bir işçi
MESS beklenen teklifini sundu. Son 6 aylık yüzde 35 çıkan enflasyonu teklif ederek bizleri yine şaşırtmadı. Türk Metal sendikasının sunduğu taslak zaten kabul ettiğimiz bir taslak değil! Kimin lehine sonuçlanacağı belli olan bir sözleşme daha geçireceğiz. Yıllardır olduğu gibi yine aynı senaryo devam ediyor. Türk Metal başkanı da her sözleşmede olduğu gibi yine sosyal medyada esip gürlüyor. Ama masaya oturunca her şey değişiyor. Yine aynı şeyler olacak. Göstermelik eylemler, fabrika giriş ve çıkışlarda yürüyüşler, sloganlar, grev kararı derken imzalar atılacak. Alınan zammı evirip çevirip işçilere rekor zam, yüzyılın zammı diyerek rakamlar ile oynayarak ballandırarak anlatacaklar. Ay sonu geldiğinde sonuç yine hüsran!
Sendika yönetimi bir aydan beri TOFAŞ yönetimden istediğimiz Cumhuriyet altınını bile alamıyor. Binlerce işçinin kredi kartları patladı. Millet evi kredi kartları ile döndürebiliyor. Ay sonu geldiğinde kredi kartını borcunu ödeyemez hâle geliyor. TOFAŞ yönetimini sıkıştıran yine işçiler, Türk Metal sendikasına kalsa hiç bir şey alamayız. Eğer TOFAŞ yönetimi işçilere az da olsa yardım edecekse, o da işçilerin gayreti ile olacak. Kimsenin Türk Metal yönetiminden bir beklentisi yok. MESS sözleşmesinde de biz işçiler aşağıdan yukarı bir baskı oluşturamazsak taslağın tamamını alamayız. Kendi gücünüze güvendiğimiz zaman her şey değişecek.
MESS’le yapılacak bir satış sözleşmesini asla kabul etmeyeceğiz! - Bursa SCM’den bir işçi
Selam arkadaşlar, Yine bir toplu sözleşme süreci içerisindeyiz. Emek ve sermaye arasındaki bu kavgada hak alma mücadelemiz devam ediyor. MESS’in dalga geçer gibi teklif etmiş olduğu bu ücret zammını şiddetle kınıyoruz. Patronlar lüks hayatlarını devam ettirirken ve servetlerine servet katarlarken bizi açlığa ve sefalete mahkûm ediyorlar. Oysaki kazanmış oldukları tüm servetlerini bizim alın terimizle kazandılar. Bunu bize unutturmaya çalışıyorlar. Biz işçiler bir araya gelip sermaye sınıfına karşı savaşmaz isek, bizi daha kötü günler bekliyor. MESS’e karşı savaşa hazırlıklı olmalıyız Türk Metal’in tabanında çok büyük huzursuzluk var. Türk Metal tekrar satış sözleşmesi yapmaya hazırlanıyor. Biz Birleşik Metal işçileri olarak böyle bir satış sözleşmesini asla kabul etmeyeceğimizi buradan bir kez daha söylüyoruz. Tüm mücadele eden arkadaşlarıma selam olsun.
Bu yazılar Gerçek gazetesinin Aralık 2023 tarihli 171. sayısında yayınlanmıştır.