Kamu emekçisi için grevli toplu sözleşme yoksa sendika da yoktur
2024 yılı başında KESK ve bağlı sendikaları kongrelerini tamamladılar ve yeni yönetimler belirlendi. Bu kongrelerde tartışmaların odağında olması gereken konunun grevli toplu sözleşme hakkı olması beklenirdi. Grevsiz toplu sözleşme olmaz. Olsa olsa tiyatro olur. Her iki yılda bir Ağustos ayında bu tiyatro oynanmakta, hükümet en fazla üyesi olan yandaş sendikayla danışıklı dövüş içinde kamu emekçilerinin kaderini belirlemektedir. Hangi sendika olursa olsun, kamu emekçisinin hizmet üretiminden gelen gücünü ortaya koyamadıkça üyelerinin ekonomik ve demokratik haklarını koruyamaz ve geliştiremez durumdadır. Bu sebeple de kamu emekçileri işçi sendikalarında olduğu gibi toplu sözleşmeden faydalanmak amacıyla değil, siyasal görüş ya da kimlik mülahazalarıyla sendikalara yaklaşmaktadır. Memur-Sen bu noktada hükümetin gayri resmi sendikası olarak ayrılmaktadır. Bu sendika idareyle iç içe geçmiş, kamu emekçilerinden kimisini mobbingle yıldırarak kimisini de kayırarak 1 milyon üyeye ulaşmıştır. Diğer sendikalar ise kimliklere göre bölünmüş durumdadır.
Ne var ki Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya dünya turu atılan, LGBT’lerden ekolojiye kadar sayısız konu tartışılan, örgütlenme çalıştaylarından tüzük kurultaylarına bir sürü toplantı kararı alınan bu kongrelerde tek tartışılmayan konu grevli toplu sözleşme hakkı oldu. Grev yapılmaması, yapılan tek grev olan sağlıkçıların 8 Şubat 2022 grevinin de gerçek bir grev gibi örgütlenememesi üzerinde hemen hiç durulmadı. Gelecekte kamu emekçisinin hizmet üretiminden gelen gücünü kullanabilmek, toplu sözleşme tiyatrosunu aşmak için neler yapılması gerektiği hiç tartışılmadı. Sadece mevcut yönetim yapısı değil muhalefette olan sendikal gruplar da bu meseleleri hiç gündeme getirmedi.
Elbette sendikanın gerileyişi ve üye kayıpları da gündeme geldi. Ama bu konu da genelde sınıfsal bir perspektifle değil kimlikçiliğin iki ucunda tartışıldı. Bir taraf Kürt hareketinin post-modernizmden etkilenmiş özgün analiz ve politikalarını sendikal krizin aşılmasına bir reçete gibi sunarken, Kürt illerindeki üye sayısındaki artışı örnek gösterirken diğer uçta sanki Kürtler görünmez hale gelse kamu emekçileri içindeki şovenist önyargılar kendiliğinden aşılacak, herkes yine KESK’e koşacak gibi bir hava esiyor. Oysa sınıf mücadelesine odaklanan bir perspektif tartışmanın merkezine grevli toplu sözleşme hakkını koyardı. Kamu emekçisinin en genel ekonomik ve demokratik taleplerini fiili meşru mücadele ve grevle alacak bir mücadele hattına odaklanırdı. Mesele kimlik değil sınıf çıkarı olursa Kürtlerin varlığı zaaf değil güç olur. Şovenizmin etkisi altındaki bir kamu emekçisi de grev günü geldiğinde memleket ayrımı olmadan herkesin greve katılmasını ister. En mücadeleci olanların kıymeti grev zamanlarında daha çok bilinir. KESK’e sınıf sendikacılığı hâkim olursa Türk ve Kürt emekçilerini birleştiren yapısının engel değil vazgeçilmemesi gereken bir kazanım olduğu daha net görülecektir.
Kongreler umut vermedi. Tek kazanım belki de sendikal grupların yönetimlerde daha güçlü bir temsiliyetle yer alacak olmasıydı. Her durumda önümüzdeki mücadelelere odaklanmak zorundayız. Memur-Sen’le danışıklı dövüşle belirlenen sözleşme, önümüzdeki altı aylık zam dönemlerinde kamu emekçisini enflasyona ezdirecek şekilde belirlenmiş durumda. Kamu işçilerinin Türk-İş’in hükümetle işbirliği yapması sonucunda belirlenen çerçeve sözleşmesinde de aynı yöntem uygulandı ve bu yüzden işçilerin isyan edişine hep beraber tanık olduk. Bu isyanın bir benzerini, bu yılın ilk yarısından itibaren, yıl sonuna doğru daha da yakıcı bir biçimde kamu emekçileri arasında da görebiliriz. Ne yapacağız? Basın açıklaması mı yapacağız? Randevu alıp bakanlıklara dosya mı sunacağız? Meclisin sözde muhalif düzen partilerini gezip lobi mi yapacağız? Emekçinin gücü dosyalardan, raporlardan, lobicilikten değil üretimden gelir. Ya grev yapacağız ya tiyatro oynayacağız! Şimdiden seçimimizi yapalım. Hazırlanmaya ve örgütlenmeye başlayalım.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2024 tarihli 173. sayısında yayınlanmıştır.