Eğitim Sen 9.Olağan Genel Kurulu: Krizi aşmak yerine derinleştiren bir kongre

Eğitim Sen 9. Olağan Genel Kurulu ve Tüzük Kurultayı’nı 19-23 Mayıs tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirdi. Eğitim Sen, 123 bin üyesiyle hem güçlü bir sınıf örgütü hem de 223 bin üyeli KESK’in bel kemiği. Eğitim Sen’in örgütlü olduğu eğitim bilim ve sanat hizmet kolu AKP iktidarının saldırılarının yoğunlaştığı alanların başında geliyor. Özellikle 4+4+4 yasasına karşı girişilen mücadelelelerin ardından girilen 9. Genel Kurul yeni mücadeleler için eğitim bilim ve sanat emekçilere yol gösterecek kararlar almakla görevliydi. Ancak genel kurulun düzeyi hem bu görevleri yerine getirmenin hem de Eğitim Sen’in meydanlarda gösterdiği mücadelenin çok gerisinde kaldı.  

Verimsiz tüzük kurultayı

Genel kurulun ilk iki günü tüzük kurultayına ayrılmıştı. Bu iki gün boyunca gündeme gelen tüzük değişiklikleri içinde mücadelede öne çıkan tüzüksel engelleri aşmaya yönelik tek öneri üniversiteler cephesinden geldi. Bir dönem boyunca Yükseköğretim Bürosu bünyesinde faaliyetlerini merkezi düzeye taşıyan üniversite emekçileri tüzükte danışma organı olarak tanımlanan bu kurulun karar yetkisiyle donatılmasını önerdiler. Zira tüm Türkiye’de üniversite sayısı hızla artıyor ancak bu alandaki örgütlülük düzeyi hem bu artışın hem de farklı sendikaların bu alandaki örgütlülüğünün gerisinde kalıyordu. Bir öğretmen sendikası olma hüvviyetinden kurtulması gereken Eğitim Sen için idari personel ağırlığı ve toplu sözleşme yapma hedefine uygun koşullarıyla üniversitelerde örgütlenme son derece önemliydi. Bu doğrultuda verilen tüzük değişikliği önergeleri yeterli oya ulaşmayarak reddedildi. Daha sonra daha ikincil öneme sahip olanbir yürütme kurulu sekreterinin üniversitelerden sorumlu olması ve üniversitelere yönelik uzman ve avukat istihdamı genel kurul kararı olarak kabul edildi.

Diğer önergeler ise sınıf mücadelesinin dayattığı değil sendikayı oluşturan grupların önceliklerinin gerektirdiği önergelerdi. Yurtsever hareket siyasal alanda uyguladığı meclislere dayalı örgütsel modeli sendikaya uyarlamak istedi. Bunda kısmen başarılı oldu kısmen de yeterli sayıyı bulamayarak önergelerini geçiremedi. Bu önergelerden eş başkanlıkla ilgili olanı ise örgütün iyice sindirmesi amacıyla, üyeleri “bilgilendirmek” ve “ikna etmek” üzere tüzük kurultayına sunulmadı. Şube ve işyeri kadın meclislerinin karar alma yetkisine kavuşması ve kadın kotası gibi önergeler de yine sınıfsal saiklerle değil feminist eğilimlerin grupsal ihtiyaçlarla örtüşmesinin bir ürünü olarak genel kurula getirildi. Böylelikle bir önceki kongrede bir taciz iddiası dolayısıyla birbirine giren gruplara mensup kadın delegeler bu sefer yek vücut olabildiler.

Tüzük kongresi ciddi bir örgütsel ön hazırlık gerektiriyordu. Bu ön hazırlığın yerine belli grupların ön tartışmaları ikame edildi. Bu tartışmalardan geçmiş önergeler “örgütün süzgeçinden geçmiş” önergeler olarak öncelik sahibi oldu. Bu, sendikanın demokratik işleyişi açısından hem verimsiz hem de yanlış bir yönelimin ifadesi oldu. Nitekim bu yaklaşım yüzünden tüzük kongresi HDP, Sendikal Birlik (CHP’nin sendikal eğilimi) cephesinin DSD (ÖDP’nin sendikal eğilimi) ile hesaplaşma alanına dönüştü. Önergeler üzerinde ciddi hiçbir tartışma yapılmadı. Azınlıkların önerge vermesi ise önergeler için delege sayısının yüzde 5’i kadar imza toplama zorunluluğu getirilerek engellendi. Emek Hareketi (EMEP’in sendikal eğilimi) tüzük tartışmalarında yer almama kararı aldı. Bu karar ilkesel olarak doğru gözükmekle birlikte genel kurulun sonunda çıkan manzarada, yapılanın daha sonra yapılacak pazarlıklar için elini kuvvetlendirmek için benimsendiği izlenimi öne çıktı. Zira tüzük kongresi bitip de genel kurula geçildiğinde HDP, CHP ittifakına açıkça EMEP de eklenmişti.

Sendikanın değil siyasetlerin krizi

Genel kurulda sendikal yönelişe ilişkin önergeler verilmeye başlandığında HDP’nin genel kurula kendi damgasını vurmak istediği tüm açıklığı ile ortaya çıktı. Aslında burada Kürt hareketinin siyasal programını (demokratik özerklik, müzakere süreci, toplumsal barış vb.) genel kurula dayatması ve diğer HDP bileşenlerinin bu girişime destek vermesi söz konusuydu. DSD ise bu girişimler karşısında ciddi hiçbir direnç göstermedi. DSD’nin kongre boyunca öne sürdüğü yenilenme söylemi, her dönemde sendika yönetimlerinde olan bu grup açısında pek de inandırıcı bulunmadı. Kamu Emekçileri Cephesi (Halk Cephesi eğilimi) ise tamamen kendi gruplarından tutsak KESK’lilere yeterince sahip çıkılmadığı eleştirisine odaklanmıştı.  Parmaklar kaldırılıp indirilir ve önergeler bir bir geçerken sınfsal perspektifle getirilen ciddi itirazlar Kamu Emekçisinin Sesi (Devrimci İşçi Partisi çizgisi) delegelerinden (Sosyalist Kamu Emekçileri (BDSP) paralel eleştirilerde bulundu) geldi. Bu delegeler hakim eğilimlerin kadın ve Kürt sorunu başlıklarında izlenen politikalarla sendikada sınıf sendikacılığının yerine kimlik siyasetini ikame ettiğini vurguladı. Zira tüm eğilimler “sendikal kriz” tanımlaması yaparken aslında bu kriz sendikal değil sendikadaki hakim siyasal gruplara ait bir krizdi.

Burjuva siyaseti değil enternasyonalizm

Sınıf siyasetinden kopuk olarak belirlenen grupsal önceliklerin, sendikal mücadelenin önünü açmak bir yana tıkayıcı bir rol oynadığı 9. Genel Kurul ile bir kez daha görüldü. Özellikle Kürt sorunu ile ilişkili olarak gelinen nokta son derece ciddi bir şekilde ele alınmayı hak ediyor. Eğitim Sen’in daha önce anadilde eğitimi  savunduğu için kapatılmak istenmesi, buna karşı önce bu maddeyi tüzüğünden çıkarması ardından tekrar kabul etmesi ve bu arada çok sayıda üye kaybederek zayıflaması bilinen bir süreç. Türk Eğitim Sen (MHP eğilimli) ve Eğitim Bir Sen (AKP eğilimli) Eğitim Sen’i sürekli olarak Kürt sorununu gerekçe göstererek şovenist saldırılarla yıpratmaya çalışıyor. Elbette şovenist bir ideolojik hegemonya altında Eğitim Sen ısrarla Kürt halkının haklarını ve halkların kardeşliğini savunarak doğru olanı yapmıştır. Pek çoğunun düşündüğünün aksine bu Eğitim Sen’in zayıf karnı değil güçlü yönüdür. Eğitim Sen, Türkiye sınıf mücadelesinde Türk ve Kürt emekçilerini birleştiren en geniş ve güçlü platformlardan biri olarak öne çıkmaktadır. Eğitim Sen’i bölücükle suçlayan diğer sendikalar art niyetlidir ve emekçileri esas bölenler onlardır.

Diğer yandan Eğitim Sen’in Kürt sorunu konusunda emekçilerin birliğini ve halkların kardeşliğini esas alan tutumu Kürt hareketinin siyasi yönelişini doğrudan benimsemesini gerektirmez. Son dönemdeki eğilim ne yazık ki bu yöndedir. Bu çok tehlikelidir. Çünkü BDP-HDP’nin siyasi çizgisinin ekseni sınıf çıkarlarına göre değil ulusal temelde belirlenmektedir. Bu temel haliyle pek çok durumda işçi ve emekçilerin sınıfsal çıkarlarıyla çelişki içine girebilmektedir. KESK Genel Başkan’ı Lami Özgen’in akil adam olmasına giden süreç bir anda Eğitim Sen’in en güçlü olduğu yanını zayıf karnı haline getirmiştir. Akil adamlık sürecinin Tayyip Erdoğan’ın belirleyicisi olduğu bir özellik arz etmesi, Erdoğan’ın kendi kontrgerilla teşkilatı olarak kurguladığı Kamu Güvenliği Müsteşarlığı tarafından finanse ve koordine edilmesi bir anda en üst temsil yetkisine sahip KESK Genel Başkanı’nın AKP iktidarıyla ölçüsüz bir ilişki kurmasına yol açmıştır. Bugüne kadar akil adamlık sürecinin ne getirip ne götürdüğüne dair de somut bir bilanço çıkarılmış değildir. Lami Özgen KESK Genel Başkanı sıfatıyla ama KESK’in herhangi bir kararıyla değil aksine mensubu olduğu BDP’nin siyasal inisiyatifi ile sürece dahil olmuştur.

Bizler yıllardır dört bir yandan gelen şovenist saldırılara karşı direniyoruz ve her koşulda halkların kardeşliğini savunuyoruz. Çünkü biliyoruz ki enternasyonalizm her zaman milliyetçilikten üstündür. Birleştirici olan odur ve enternasyonalizmde ısrar, halkların kardeşliğinin yılmadan savunulması zorluklar da getirse mutlaka işçi ve emekçilerin çıkarınadır. Ulusal bir hareketin öncelikleri ve bu öncelikler doğrultusunda geliştirdiği manevraların sendikaya dayatılması ise enternasyonalizmin gücünü kıran bir netice vermiştir. Daha önce çeşitli şovenist söylemlerle getirilen karaçalmalara karşı direnen sendika militanları ilk defa bu dönemde sendikalarının AKP iktidarı ile işbirliği yaptığı suçlaması ile baş etmek zorunda kalmışlardır. Bu saldırıların, Eğitim Sen ve KESK’in alanlarda ve işyerlerinde AKP iktidarı ile kıyasıya bir mücadele içine girdiği ve önemli bedeller ödediği bir dönemde gelmesi ayrıca trajiktir. Yine bir siyasetin önceliklerinin tek başına dayatılması Rojava örneğinde olduğu gibi sendika içinde gereksiz bir gerilim kaynağı olmuştur. Rojava’daki mücadeleye destek ne kadar önemliyse tüm Suriye’ye sadece Rojava’nın ve Kürt hareketinin gözlüğünden bakılması Hatay’lı delegelerin sert itirazlarında cisimleşen bir gerilim yaratmıştır. Oysa Kürt hareketinin önceliklerinden ziyade sendikanın anti-emperyalist ve enternasyonalist ilkelerinden hareketle Suriye konusunda genel bir siyaset belirlenebilse bu konu ayrıştırıcı değil birleştirici bir özellik arz edebilirdi.

İlkesizlikte yeni zirveler

Genel kurulun sendikal yöneliş kararlarına bakıldığında Kürt hareketinin tek yanlı bir damga vurduğu rahatlıkla görülebilir. Bu yukarıda saydığımız sebeplerle ilerletici değil geriletici bir etki yaratacaktır. Bu etki öngörülmüş olacak ki HDP dayattığı çizginin yaratması muhtemel yarığı kapatmak için CHP’ye bel bağlıyor. Tüm kongre boyunca AKP’ye karşı mücadelede eksiklik olduğuna dair yapılan eleştirilere sıralardan “ne yani CHP daha mı iyi” türü çıkışlarla cevap verenlerin ilkesiz ittifaklar tarihinde yeni bir sayfa açarak CHP eğilimli Sendikal Birlik’e başkanlığı vererek birlikte hareket etmesi son derece manidardır. Eğer Kürt siyasetini sendikaya dayatmanın yaratacağı sonuçları CHP’li bir başkanla gidereceklerini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Çünkü sendikaya zarar veren, Kürtlerin haklarını savunmak değil burjuva siyasetinin içindeki manevralardır. Dolayısıyla burjuva siyasetinin yaratacağı tahribatı sendika içinde burjuva siyasetinin temsilcilerini başkan yaparak çözmeye çalışmak ilkesizliğin acınası bir siyasetsizliğe dönüşmesidir. Yangının üzerine benzin dökmektir.

Sonuç

Eğitim Sen’i içine düştüğü çıkmazdan kurtaracak olan, işyerlerinden yükselen sınıf sendikacılığı pratiklerinin sendikanın bütününe hakim olmasıdır. Mevcut tabloda bunun zorlu bir görev olduğu ortadadır. Ancak, kamu emekçileri sendikalarını sokakta kuran mücadeleci bir sendika, bu görev başarılamadığı takdirde ilkesiz siyasetlerin elinde tarihe gömülecektir. Bu görevi başarmak mümkündür. Tabandaki genç emekçi kuşağı umudumuzdur. Bu kuşak, kimlik siyaseti ile ya da toplumsal hareket sendikacılığı adı altında yapılan dernekçilikle oyalanmak yerine sınıf sendikacılığı ile buluşturulabilirse yolumuz açıktır.