Zonguldak'tan iki resim (Ahmet Tonak - 27-05-2010)
Bu yazı 22 Mayıs'ta BirGün'de yayınlanmıştır.
Önce şu iki resme iyi bakalım. İlki, 1991'in Ocak ayı başlarında maden işçilerinin Ankara'ya direniş yürüyüşleri. Diğeri ise önceki gün Zonguldak devlet hastanesinin morg kapısı. Karadon'daki göçükte ölen Çayırcumalı iki madencinin tabutu gönderilirken.
Birinden diğerine neredeyse 20 yıl geçmiş. Bu iki resmin arası aynı zamanda 12 Eylül'le birlikte inşa edilmeye başlayan Özalcılığın, özelleştirmeciliğin, piyasacılığın tarihi.
1991'deki ilk resim, 2010'daki ikincisinin ebesi sanki. 4 Ocak'ta başlayıp, 8 Ocak'ta askeri güçle durdurulan o yürüyüşü, tıkanan toplusözleşme görüşmeleri tetiklemişti. Ama, özelleştirme planları da gündemdeydi. Ocaklar kapatılıyor, özelleştirmelere, taşeronculuğa ortam hazırlanıyordu. Dolayısıyla o direniş çok kısa bir sürede Özalcılığın bu tezgâhına da isyan niteliği aldı.
İki resmin de fiili olarak içinde olan, yıllardır piyasacılıkla her ortamda boğuşan birisi olarak ilk resmin ikincisini doğurduğuna adım kadar eminim. 1991 yürüyüşü geri çekilme ile değil de zaferle sonuçlanmış olsaydı bugünlerde yaşadığımız taşeronculuk vahşetini yaşamayabilirdik.
Önceki gün Zonguldak'ta dinlediklerim, gözümle gördüklerim bir kez daha yıllardır dile getirmeye çalıştığım rekabetin yıkıcı, vahşi karakterini çırılçıplak bir biçimde tekrar ortaya koymuştur.
Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) bir kamu kuruluşu olduğunu unutmuştur, unutturulmuştur. Bu kurumun çalışma ilkesi maliyeti asgarileştirmek olamaz. Dünya kömür piyasasının belirlediği fiyatlarla acımasızca boğuşmak olamaz. Daha doğrusu, olmaması gerekir.
Gerekirse bu sektör korunur, gerekirse kömür üretimi sübvansiye edilir. Son tüketiciye kömürün makul fiyatlarla erişmesi sağlanabilir. Bu tür seçeneklerin gündemde olmaması Özalcılığın bir virüs gibi, başta AKP olmak üzere bütün düzen politikacılarının ciğerlerine kadar nüfuz etmiş olmasındandır.
TTK, kömür üretiminin ‘hazırlık' safhası denilen, kazı, galeri açma, kısaca kömür çıkartılması öncesindeki faaliyetleri taşeron şirketlere vermiştir. Niye vermiştir? Rekabet edebilmek için. Rekabetin yolu ucuz maliyetten geçer. Dolayısıyla, taşeron firma da bu işi alabilmek ve ucuza yapabilmek için iş güvenliği yatırımlarını yapmamakta, gerekli tedbirlerin en azamisini almak yerine en asgarisini almaktadır. Kaldı ki, bölgede konuştuğum sendikacılar bu asgari önlemlerin bile denetlenmediğini söylemekte.
İnsanı, insan mutluluğunu bırakın merkezine almayı, kârlarını olabildiğince arttırmak için insan hayatını harcanabilir bir metaya dönüştüren bu piyasa mantığından nefret etmemek mümkün mü? İsyan etmemek mümkün mü? Ama, 1991'in dersi o ki, isyan etmek yetmiyor. İsyanı hedefine ulaştıracak, başka bir düzen kuracak hazırlıklılık ve dirayet de gerekli. Yoksa, başka Karadon cinayetleri yaşayacağımız kesin. Ve bu kötü beklentinin kaderle filan da alakası yok. Başımızdakileri alt edememekle alakası var.