Kimin için ileri? (Mustafa Kemal Coşkun - 01-09-2010)
Baştan vurgulamak gerekir ki, bir değişim/dönüşüm herkes için ileri ya da herkes için geri olacak değildir. Bu değişikliklerin kim ya da kimler için, doğrusu, söz konusu olan toplum ve siyaset ise hangi sınıflar için ileri, hangi sınıflar için geri olduğunu tartışmak gerekir. Toptan bir değerlendirme yaparak bu değişimler -herkes için- ileridir/geridir demek, toplum bir de sınıflara bölünmüşse, baştan yanlış bir tutum olur. Zira toplumsal ve siyasal olaylar, içi her zaman birileri -özellikle de egemen sınıf hangisiyse bizzat onlar- tarafından doldurulan olaylardır ve bu nedenle de siyasal ve ekonomik meselelerde bir şeyin herkes için bütünüyle iyi ya da kötü olabilmesi meseleyi ancak sınıf ilişkilerinin dışında görürseniz mümkün olabilir. Ama meseleye sınıf ilişkileri çerçevesinde bakıldığında Anayasa değişiklik paketindeki kimi maddelerin özellikle emekçi kesimlerin çıkarlarına olmadığını, hatta daha geri özellikler taşıdığını söylemek olanaklı hale gelir ve elbette ki sermaye sınıflarının çıkarları açısından durum tam da tersidir. Epey uzun bir süredir kimlik/kültür meseleleri hem toplum bilimlerini hem de siyaseti ve sosyalistleri fazlasıyla meşgul ettiğinden meseleye bu açıdan bakmayı Doğan Tarkan düşünememiş olmalı.
Bu nedenle en azından bazı maddelerin tek tek tartışılarak hangi kesimler açısından ileri olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Burada üzerinde durmak istediğimiz değişikliklerden birincisi Anayasa'nın 125. Maddesinde yapılan değişiklikle ilgilidir. Yeni pakette bu maddeye "yargı yetkisi hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz" yargısı ekleniyor. Böylece, örneğin Danıştay, kamu yararı kriteri çerçevesinde çevrenin korunması ya da özelleştirmelere ilişkin herhangi bir yasayı artık iptal edemeyecektir. Geçmiş dönemlerde Danıştay kamu yararı gözetilmediği için bazı özelleştirmelerin önüne geçmiş ya da çevreye ilişkin kimi uygulamaları durdurmuştu. Bu maddeye eklenen yukarıdaki cümleyle Danıştay artık bunu yapamayacak. Dolayısıyla zaman zaman özelleştirmelerin önünde bir engel olan ve bundan dolayı Başbakan'ın sürekli yakındığı Danıştay aradan çıkarılacak. Bir sosyalist olarak Doğan Tarkan en azından kamu yararı gözetilmeden yapılan özelleştirmelerin önünün bütünüyle açılmasını sağlayan bu değişikliğe ileri diyorsa diyecek bir şey yok. Kaldı ki, epey uzun bir süredir küresel ısınmayı engellemeye yönelik çalışmalar yapan Tarkan'ın kendisi, artık çevre politikalarına ilişkin çıkarılan ancak kamu yararını ihlal edebilecek nitelikte olan yasaların iptali için Danıştay'a başvuramayacak. Dolayısıyla bu maddedeki değişiklik en azından özelleştirmelerin engellenmesi konusunda yargı "engelini" ortadan kaldırdığından emekçiler açısından eskisinden daha geridir. Vaktiyle Habermas, "sivil toplumun siyasal toplum tarafından kuşatıldığı ve kolonileştirildiğini" söylemişti. Yukarıdaki değişiklikle bu durum değişiyor, fakat bu sefer "sivil toplumun özel şirketler tarafından" kuşatılmasının önü bütünüyle açılacak, devletin tahakkümü yerine şirketlerin tahakkümü yani. Sonuçta bu değişiklik, çevrenin ve kamu işletmelerinin peşkeş çekileceği sermaye sınıfları açısından elbette ki "ileridir" ve tam da burada, bilerek bilmeyerek, Doğan Tarkan'ın kimin adına konuştuğu gün gibi ortaya çıkar.
Emekçiler açısından önemli başka bir değişiklik 51. Maddede yapılıyor. Bu değişiklik "aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz" hükmünün maddeden çıkarılmasından başka bir şey değil. Ne var ki işçilerin birden fazla sendikaya üye olabilmesini kabul etmek işyerinde işçileri bölmek, duyarsızlaştırmak ve tepkisizleştirmekten başka bir işe yaramaz. Kaldı ki aslında tam da bunun için yapılıyor. Sendikaların politik görüşleri açısından birbirlerinden farklı olduğu, kimi sendikaların iktidara yakın politikalar güttüğü göz önüne alınırsa bunun önemi daha da artar. Bu, pek açıktır ki hükümetin güdümünde olan sendikaların daha da güçlenmesi anlamına gelecek, aynı işyerinde örgütlenen sendikaların işverenle değil de daha çok birbirleriyle mücadele etmesini gerektirecek ve sınıf mücadelesine hiçbir şey katmadığı gibi geriletecektir. Bu nedenle bu değişiklik, emekçiler açısından kesinlikle ileri bir uygulama değil.
Toplu sözleşme
Üzerinde durulması gereken bir başka madde, kamu görevlilerinin toplu görüşme hakkını toplu sözleşmeye çeviren 53. Madde. Sıkça söylendiği gibi grev hakkı olmadıkça bu değişiklik anlamsız, ileri filan da değil, yani yapılmasa da olur. Ama daha da önemlisi, değiştirilen maddeye göre toplu sözleşme sonunda anlaşmazlık olursa tarafların Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na başvurması zorunlu. Lakin bu kurulun kimlerden oluşacağı yine iktidara bırakılıyor. Daha önemlisi bu kurulun aldığı kararın kesin ve toplu sözleşme hükmünde olması, yani bu kararlara karşılık yargıya başvurmanın tamamen olanaksızlaşmasıdır. Kaldı ki bu, aynı zamanda grev yasağının mutlaklaştırılmasıdır. Kamu emekçileri açısından ne ileri bir değişiklik! Güya YAŞ kararlarını yargı denetimine açan hükümet (o da sadece ilişik kesme durumunda), toplu sözleşmede uyuşmazlık halinde yargı denetimini kapatıyor.
Demokratik olmayan otoriter zihniyet bu değişikliklerle devam ediyor ve hatta yeniden kuruluyorsa, ki öyledir, bu değişikliklere ileri demek bilgisizlik değilse eğer saflıktan başka bir şey değil. 12 Eylül darbesi sendikal haklara büyük darbe indirdiyse, bu değişiklik paketi bunu pekiştirmekten bir adım ileriye gitmiyor. Zira işçi ve emekçi sınıflar açısından yukarıda bahsettiğimiz maddeler geriye gitmekten başka bir anlam taşımaz ve her sosyalistin bu maddelere itiraz etmesi gerekir. Elbette ki politikalarını emekçilerin çıkarları çerçevesinde oluşturma niyetleri varsa.