Kaçak Ermeni işçiler: Yaldızı kazınan Türkiye kapitalizmi (Tolga Yiğit - 21-03-2010)

Emperyalist ülkelerin ne dediğinden bağımsız olarak devrimci Marksistler 1915'te Ermeni halkının yaşadıklarını soykırım olarak tarif eder. Soykırımın ABD, AB gibi emperyalist odaklar tarafından iç ve dış politika aracı olarak kullanılması soykırım gerçeğini değiştirmez. Yaşanan soykırım felaketinin Türkiye halklarından saklanması ve bu topraklarda Ermeni halkı hiç var olmamış gibi anlatılması Türkiye Cumhuriyeti'nin bir meselesidir.  87 yıldır halka yalan söylenmektedir.

 

Çözüm yolunun ise Ermeni ve Türkiye halklarının kucaklaşmasından ve halkların kardeşliğinden geçtiği açıktır. Yıllardır resmi söylem aracılığıyla varlığı yadsınan Ermeni soykırımı bu ülkedeki işçileri ve emekçileri başka bir halka düşman ederek milliyetçi sulara sürüklemekte; tarihte bir halkın yaşadığı büyük bir felaket başka bir halk için milliyetçiliği yükselten bir olgu halini almaktadır.

 

Tasarı manzaraları

Ermeni soykırımıyla ilgili tasarılar yaklaşık 20 ülkenin parlementolarında yasalaşmış durumda.  Soykırım tanıtma çalışmaları genellikle Ermenistan devleti dışında yer alan ve birçoğu 1915 sonrası Anadolu coğrafyasından göç etmiş Ermeniler tarafından yürütülmekte. Özellikle Fransa, ABD, Lübnan gibi ülkelerde Ermeni nüfusunun sayıca fazla olması, iç politikaya yönelik parlamenter kaygıları artırmakta ve Ermeni soykırımı tasarılarının ülke parlementolarından geçmesine neden olmaktadır.

 

Ama Türkiye'deki hiçbir tepki en son ABD'de kabul edilen tasarı sonrasında olduğu kadar yüksek olmadı. Tasarının oylanacağı akşam neredeyse tüm haber kanalları, ana haber bültenleri yayın akışlarını kimi zaman keserek kimi zaman ise bu habere ayırarak gündem haline getirdiler. Saatlerce süren canlı yayın boyunca, çok sayıda dış politika yorumcusu siyasi bir futbol maçı izlercesine uzayıp giden oylama sürecini değerlendirdiler. Sanki oylama hayır ile bitseydi Türkiye haklı çıkmış olacaktı, evet ile bitip kabul edildiği için de Türk tarih tezi çökmüş kabul edilmiş olacaktı. Olaylara dışarıdan bakıldığı zaman komikliği ortada.

 

Sorunun çözüm yolu ne Ermeni halkı için ABD destekli tasarılardır ne de Türkiye halkları için inkârcılıktır. I. Paylaşım Savaşı dönemi emperyalist ve kapitalist ilişkiler incelenmeden, Osmanlı bürokrasinin burjuva tercihleri gözönüne alınmadan dönemin açıklanması, günümüz kapitalist emperyalist ilişkilerini aşmayı içermeyen bir mücadeleyle çözüme kavuşması mümkün gözükmemektedir.

 

Tarihsel arka plan

 19 yüzyıl sonunda emperyalist ilişkiler bağlamında kapitalizme dahil olan Osmanlı coğrafyası, dünya emrperyalist sisteminin iç çelişkilerinin sonucu olan 1. paylaşım savaşı sırasında bürokrasi eliyle ve Türk burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda Ermeni halkını soykırıma uğratmış, Ermeni burjuvasizinin mülklerine el koymuştur. Bu sırada da kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden katletmiş, tarihsel coğrafyasından söküp atmıştır.

 

1917'de tarihin ilk proleter devriminin patlak vermesinin yarattığı büyük etki sayesinde Kemalist burjuva önderliğin gerçekleştirdiği yukarıdan devrimle birlikte Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına vesile olduğu olduğu gibi Ermenistan devleti de SSCB altında varlığını kurabilmiştir. Komşu iki coğrafyada yaşanan iki farklı devrim, bir tanesinde sosyalist inşanın başlamasına diğerinde ise kapitalistleşme sürecinin başlamasına neden olmuştur. SSCB'nin Stalinist bürokrasinin hâkimiyeti altına girmesinden sonra bile Ermeni halkı için tarihsel anlamda kapitalist devletlerde bile var olmayan haklar kazanılmıştır.

 

1990'lara geldiğimizde ise bürokratik işçi devleti SSCB yıkılmış, bu sırada Ermenistan bağımsızlığını ilan ederek SSCB sonrası kapitalist restorasyona dahil olmuştur. Yaklaşık 70 yıl önce kapitalizmden kopan fakat bürokrasinin ihaneti sonrasında yıkılan işçi devletlerinde yaşayan halkları yeni dönemde,  yani kapitalizm koşullarında bekleyen şey işçi devriminden arda kalan tüm kazanımların yağmalanması ve kapitalizmin yapısal sonucu olan işsizlik, yoksulluk ve yıkım politikalarıyla karşılaşmak olmuştur.

 

Bu bağlamda SSCB sonrasında kapitalist coğrafyaya dahil olan eski işçi devletlerinin kapitalizm koşulları altında karşılaştığı tek gerçeklik sanayisizleşme, ülke kaynaklarının eski bürokrat yeni burjuvalar tarafından yağmalanması, oligark adı verilen pervasızca büyüyen yeni burjuva sınıfının oluşması ve emperyalizm tarafından çevrelenmesidir. Sonuçta, tüm faturanın işçi ve emekçilere çıkması ile işsizlik ve yoksulluk çığ gibi büyümüştür.

 

Ucuz emek deposu: Göçmen ve kaçak işçiler

Kapitalist üretim tarzının diğer üretim tarzlarından ayrılan temel özelliklerinden biri, gittikçe daha büyük emekçi kitlelerin emek gücünün sermaye birikimi süreci boyunca metalaşmasıdır. Sermaye birikimi genişleyerek kendini yeniden üretmeye devam ettikçe daha çok insanın emek gücüne ihtiyaç duyulmakta ve daha büyük işçi kitleleri üretim sürecine dahil olmaktadır.

 

Bilindiği üzere kapitalist üretim tarzında sermaye sahipleri artık değer adını verdiğimiz sömürüyü devamlı şekilde büyütme eğilimindedir. Bunun yöntemlerinden biri daha ucuz iş gücü çalıştırmaktır. Ucuz iş gücünün kaynaklarından birisi de sermayenin ucuz emek gücünün olduğu yerlere akması ve/veya sermayenin ucuz emeği kendine çekmesidir. İşte bu bağlamda ucuz emeğin kaynaklarından bir tanesi de göç/göçmenlik ile sağlanır.  Kapitalizm uluslararası bir ekonomik sistem olduğu için de coğrafi sınırlar sermaye ve emek için çeşitli yollarla aşılamktadır. 

 

Tarihsel arka planı köle çalıştırmaya kadar dayanan bu ilişki, kapitalizmin olgunlaşması ile ilk önce eski sömürge ülkelerden merkez emperyalist ülkelere emek gücünün getirilmesi ile başlamış daha sonrasında ise göç ve göçmenlik kapitalizmin ucuz emek deposu halini almıştır.

 

Fransa'da Cezayirli göçmenler, Almanya'da Türk ve İtalyan göçmenler ya da ABD'de siyahi, Amerika yerlisi, Latin Amerikalı göçmenler bilenen, tanıdık örneklerdir. Bu göçmenler genellikle ve çoğu zaman toplumun en alt tabakısında yer alırlar, ucuz iş gücü olarak kullanılırlar. İşsizlik, eğitimsizlik,  kültürel problemler ve karşılaştıkları ayrımcılık fasit bir daire şeklinde göçmenleri vasıfsız iş gücü olarak yeniden üretir. Bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmenin nedeni yeni ülkeler keşfetme merakı değilir elbette. Kapitalist emperyalist sistemin yarattığı gelişme farkları, savaşlar ve emperyal ilişkiler işsizliği ve yoksulluğu baki kılmakta, bir kurtuluş yolu olarak göç gündeme gelmektedir. Kimi zaman doğrudan yasal göç ile gerçekleşen bu süreç, zaman zaman ise kaçak, günü birlik sınır geçişleri ya da vize süreleriyle sınırlı şekilde gerçekleşmektedir.

 

Tabii ki göç hareketleri sadece azgelişmiş kapitalist ülkelerden emperyalist ülkelere doğru bir hareket seyri izlemez. Aynı bölgelerde olan ve benzer kapitalist ilişkilere sahip ya da çok da cazibesi olmayan ülkeler arasında dahi gerçekleşir. İstanbul'da siyahi işçi, Irak'ta Endonezyalı işçiler, Afrika ülkeleri arası göçler en çarpıcı örneklerdir. Hiç kuşkusuz uluslararası bir sistem olan kapitalizmde emek sömürüsü de uluslararasıdır.

 

100 bin işçiyi kovmak!

İşte bu noktada olgu günümüz tartışmasına bağlanmaktadır.  100 bin kaçak Ermeni işçiyi kovmak! SSCB sonrası kapitalist restorasyona başlanmasıyla bu coğrafyalardan çevre ülkelere kaçak işçi ve göçmen adeta oluk oluk akmaya başlamıştır. 1990'lar boyunca Rus, Ukraynalı, Gürcü ve Ermeni işçiler ya belirli bir süreliğine ya da sürekli olarak Türkiye'ye gelmiş, çalışmışlardır. İç Anadolu'nun ücra köşelerinde inşaat işçiliği yapmaktan tutun da Antalya'da rehberlik yapmaya, üniversitelerde okutmanlığa, çocuk bakıcılığına ve seks işçiliğine kadar birçok alanda çoğunluğu kaçak olarak çalışmıştır. Peki, Türkiye'de mevcut bu kadar işsizlik varken nasıl oldu da "kendimiz" için yetmeyen işler başka ülkelerden gelen işçiler için tahsis edilmiştir? Burada kapitalizmin genel eğilimi kendini ele vermektedir. Görece nitelikli işgücü oldukları halde, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışmaya hazır olmaları, Türkiye kapitalizmi açısından tercih sebebi olmuştur.

 

Bir kapitalist bir işçiyi işe alırken ne kadar çok ve kolay sömürebileceğine bakar. Bunun da koşulları sigorta priminden tutun da ödeyeceği ücreti ne kadar düşük tutabileceği, fazla mesai saatlerini nasıl dikte edeceği, sendikalılık durumu gibi bir dizi ön koşulu içerir. Dolayısıyla Türkiye kapitalizminin bilinçli bir tercihidir "kaçak" işçi çalıştırmak. Yaldızı kazınan Türkiye kapitalizminin kelime oyunlarıyla kendini ele vermesidir. Sayısına kadar bildiğimiz işçi nasıl kaçaktır, açıklanmaya muhtaçtır! Biz söyleyelim: Türkiye kapitalizmi en ağır şekilde kaçak Ermeni işçileri sömürmektedir. Başbakan ve diğer politikacılar toplumun gözünün içine baka baka yalan söylemektedirler.

 

Tarihsel bir trajedinin aslında başından sonuna emperyalist, kapitalist ilişkilerin göbeğinde oturduğu, bir halkın trajedisinin işçi, emek sorunuyla ne kadar bağlantılı olduğu açıktır. Dolayısıyla Ermeni Soykırımı tartışmaları ancak bir sınıf siyasetiyle ele alınabilir. Daha net ifade etmek gerekirse, halkların kucaklaşması, milliyetçiliğe karşı panzehir; antikapitalist, antiemperyalist ve en önemlisi enternasyonalist bir mücadele ile sağlanır. Bu süreçte geçmişte yaşanan soykırım bir halkın kanayan yarası olmaktan çıkarmak, Türkiye halkları içinse kabullenilmesi imkânsız bir gerçek olma özelliğini yitirmesi ve iki halkın birlikte yaşadığı bir trajedi halini alması ancak bu şekilde sağlanır.

 

Başbakan Erdoğan'ın,  MHP'nin ve CHP'nin desteğiyle 100 bin kaçak işçiyi sınır dışı etme tehditi en açık ifadesiyle Türkiye burjuva siyasi söyleminin ne kadar ırkçı ve milliyetçi olduğunun göstergesidir. Başbakanın söyledikleri, merkez çevre analizini kendilerine teori edinmiş ve merkezdekini milliyetçi olarak kodlayıp çevredekini yani AKP'yi demokrasi havarisi ilan eden liberal ve sol liberallere başbakanın ağzından verilmiş bir milliyetçilik dersidir, hatta ırkçılık dersidir. Başbakan günümüzün Talat Paşası olma niyetindedir anlaşılan!

 

Son olarak kaçak bir işçi hikâyesiyle bitirelim. Ermenistan'da ekonomi eğitimi alan ve Türkiye'de çocuk bakıcılığı yapan Ermeni kadın işçi, HaberTürk kanalına verdiği röportajda şunları söylüyor: "Ermenistan'da ekonomi eğitimi aldım, burada ise kaçak olarak çocuk bakıcılığı yapıyorum. Kader! Orada işsizdim. Evliyim, çocuklarım var, 1 milyar maaş alıyorum, ancak sadece bir kısmını Ermenistan'a yollayabiliyorum, o da yetmiyor. Başbakanın sözlerine anlam veremedim, bizden ne istiyor?" Başbakan ve onun politik taşeronluğunu yaptığı kapitalist sistemin ne istediği belli. Fakat Ermeni ve Türkiye halklarının onlara verecekleri tek bir cevap olabilir: Proleter sosyalizmi.