Sermayenin boyunduruğu ODTÜ emekçilerinin büyük yürüyüşünü süresiz greve doğru sürüklüyor

ODTÜ emekçileri geçtiğimiz iki gün (15-16 Aralık) iş bıraktı. İş bırakmanın sebebi maaş promosyon ihalesiydi. ODTÜ’de çalışan kamu emekçilerinin ve işçilerin maaşlarının hangi bankaya yatacağı üç yılda bir yapılan ihalelerle belirleniyor. İhale sonucunda emekçiler bankadan belli bir miktar promosyon ücreti alıyorlar. Bu yeni bir durum çünkü daha önce bu paraya yönetim tarafından tamamen el konuyordu. Sonrasında sendikal mücadele sonucunda paranın önce bir kısmı, ardından tamamı çalışanlara yatar oldu.

ODTÜ emekçileri de yeni ihale sürecinde işyerinde yetkili sendika olan Eğitim Sen aracılığıyla taleplerini ihale şartnamesine yansıtmak istiyorlardı. Başbakanlık genelgesi uyarınca yönetimden iki kişi ve yetkili sendika temsilcisinden oluşan bir ihale komisyonu göreve başladı. Komisyon çalışmaları sırasında haftalar boyunca ODTÜ Rektörlüğünü temsilen komisyonda yer alan yöneticilerle sendika temsilcisi arasında kıran kırana bir pazarlık sürdü. ODTÜ emekçilerinin çıkarına aykırı olan maddeleri yönetim bir türlü ihale şartnamesinden uzaklaştırmaya yanaşmadı.

ODTÜ emekçilerinin son derecede basit talepleri vardı. Birincisi, kişi başı minimum 2500TL’lik promosyon tutarının tek seferde ödenmesi. İkincisi, akıllı kart sistemine ilişkin maddelerin emekçilerin maaşları ile ilgisi bulunmadığından ve ihale bedelini düşüreceğinden dolayı şartnameden çıkarılması. Üçüncüsü, ihaleye girecek bankaların rekabeti ortadan kaldırmamak adına ODTÜ’de şubesi bulunan bankalarla sınırlandırılmaması. ODTÜ yönetimi bu taleplerin hiçbirini gerçek anlamda kabul etmiş değil. Bilakis hazırlanan şartname, akıllı kart sistemi ve banka sınırlaması ile belli bankaları tarif ediyor.

Sermaye üniversiteyi ahtapot gibi sarmış

ODTÜ yıllardır Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın açıkladığı girişimcilik ve yenilikçilik endeksinde ilk sırayı kimseye bırakmıyor. Kriterleri incelendiğinde bunun aslında bir ticarileşme endeksi olduğu görülecektir.

Üniversitenin bilimsel birikiminin, araştırma altyapısının, insan gücünün, arazilerinin sermayeye aktarıldığı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri üniversite kampüslerinde pıtrak gibi çoğaldı. Türkiye’de ilk açılan ise ODTÜ Teknokent idi. Bugün Aselsan’dan başlayarak onlarca şirket ODTÜ’yü Teknokent üzerinden adeta istila etmiş durumda.

Projeciliğin diz boyu gittiği, bununla el ele asistanların görev süresinin bu ayın başına kadar keyfi biçimde kanunda yazandan bile kısa tutulduğu bir üniversitedir ODTÜ. Asistan sirkülasyonu ile proje sayısını, tez miktarını, yayın adedini arttıran ama gencecik bilim insanlarını birkaç yıl içinde narenciye sıkacağından geçirip adeta bir posa gibi kenara fırlatan bir öğütme makinasıdır. Her Allah’ın günü kariyer geliştirme günlerinde dev şirketlerin reklam yarışına girdiği, en ufak bir hizmetin dahi ticarileştiği, güvenlik ve temizlik gibi kilit alanların taşeronlaştığı, Kıbrıs’ta paralı özel bölümleri olan bir bataklıktır.

Yani sol fikirleri ve iktidara karşı dik duruşu ile tanınan ODTÜ, aslında, bilimsel araştırmalardan kamusal hizmetlerin sağlanmasına, tüm alanlarda piyasalaşmanın şampiyonu durumunda. O zaman kamuoyunda ODTÜ’nün taşıdığı varsayılan değerler nerede kalıyor? Bu konuya daha sonra değineceğiz.

ODTÜ ayakta

ODTÜ’de mücadeleci eğilimler son iki yılda giderek güç kazanıyor. Dönüm noktası elbette tamı tamına iki yıl önce, 18 Aralık 2012’de dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Göktürk-2 uydusunun fırlatılışı için ODTÜ’yü iki bin polis ve onlarca zırhlı araç ile işgal etmesi üzerine yaşandı. Protesto düzenleyen az sayıdaki öğrenciye uygulanan azgın polis terörü bir anda tüm okulu saran bir yangına dönüştü. Saatlerce süren çatışmalara katılan yüzlerce kişi polisi okuldan attıktan sonra dönüp rektörden hesap sormaya yönelince Rektör Ahmet Acar polisi kınayan bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Polisin gaddarlığının ve hukuksuzluğunun rektör tarafından da tescillenmesinin ardından başta akademisyenler ve öğrenciler olmak üzere tüm ODTÜ ayağa kalktı.

Hükümetin ODTÜ’yü sıkıştırma girişimi de büyük şehirlerdeki üniversitelerde ters tepti. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerin köklü üniversitelerindeki öğrenci gençlik ayağa kalkarak Tayyip Erdoğan’a kafa tutan ODTÜ direnişine sahip çıktı. Eylemlerin yaygınlığı ve militan canlılığı Gezi ile başlayan halk isyanının ilk işaret fişeği ve gençlikte biriken öfkenin göstergesi oldu.

Bunu halk isyanı sırasında yaşanan devasa eylemler takip etti. Altı ay içinde ODTÜ ikinci defa ayağa kalktı. İsyanın ilk gecesi çoğunluğu ODTÜ öğrencisi binlerce kişi Eskişehir Yolu’nu trafiğe kapatarak kilometrelerce ve saatlerce süren bir yürüyüşle Kızılay’a yöneldi. Günün ilk ışıklarında polisin amansız saldırısı ile dağıtılan kitle sadece yarım gün sonra 1 Haziran’da Kızılay’ı zapt eden kalabalığın içindeydi. Günlerce devam eden eylemlerde ODTÜ ve 100. Yıl mahalleleri omuz omuza sokaklardaydı.

İsyanın başlamasından üç ay sonra ODTÜ üçüncü defa ayağa kalktı. Bu sefer konu rektörün izni ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek tarafından ODTÜ ormanından geçirilmesi planlanan yoldu. Gençlik, ODTÜ arazisini talana, binlerce öğrencinin yaşadığı 100. Yıl Mahallesi’ni ranta açan bu yol projesini püskürtmeye kararlıydı. Saldırı savuşturulamadı fakat isyanın artçı sarsıntılarından biri olarak bu direniş de tarihe geçti.

Ankara’da Tuzluçayır Mahallesi’nde cami-cemevine karşı direnen Alevi halkla ve hükümetin mezhepçi Suriye politikasından bıkmış kent Hatay’da gösterilen direnişle rezonansa girilmesi ülkenin atmosferini bir süre daha mücadele anlamında diri tuttu. Bu mücadele süreci boyunca çok önemli bir gelişme oldu ve ODTÜ’deki siyasi gençlik gruplarından öğrenci topluluklarına, işçi ve kamu emekçisi sendikalarından mezun ve öğretim üyesi derneklerine çok geniş bir bileşeni bir araya getiren ODTÜ Koordinasyonu kuruldu.

ODTÜ emekçileri bayrağı devralıyor

İsyanın yenilgisi ve yolun engellenememesi bu mücadelelerin başını çekmiş olan öğrenci gençlikte yavaş yavaş bir durgunlaşmaya yol açarken ODTÜ emekçileri giderek mücadeleci eğilimler sergilemeye başladı. Aslında bu, ülkenin kalanından farklı bir tablo da değildi.

İlk dalga ODTÜ işçilerinin toplu sözleşme sürecinde geldi. Talepleri kabul edilmezse grev yapmaya kilitlenen ODTÜ işçileri, önemli kazanımlara, tek bir dakika bile greve gitmeden ulaştılar. Günlere yayılan eylemlerde ODTÜ işçileri, öğrencisinden akademisyenine tüm ODTÜ’den ciddi bir kamuoyu desteği gördüler. Yola karşı kurulan ODTÜ Koordinasyonu’nun varlığı, işçi sendikasının orada bulunuşu ve Koordinasyon bileşenlerinin işçilerin sınıf mücadelesini işveren konumundaki Rektörlük ve hükümete karşı sahiplenmesi ODTÜ’deki tüm emekçilere büyük dersler sağladı.

Bir buçuğuncu dalga Berkin Elvan’ın ölümünden sonra gerçekleşen büyük ders boykotu ve kuvvetli iş bırakma oldu. Burada ODTÜ emekçileri önemli bir refleks gösterdiler fakat hareketin motoru öğrencilerdi. İkinci dalga ise esasında Soma katliamının ardından geldi. Gece yarısı Eğitim Sen Ankara 5 No’lu Üniversiteler Şubesinin aldığı karar ile greve giden emekçiler yalnızca Eğitim Sen üyeleri olmadılar. İşçilerin örgütlü bulunduğu Tez-Koop-İş ve hiçbir sendikaya üye olmayan emekçiler de greve çok yoğun katılım gösterdiler.

İş bırakma sırasında Kütüphane, Yemekhane, Sosyal Bina tamamen, Öğrenci İşleri bir süre boyunca kapalı kaldı. Hazırlık’ta tüm dersler iptal edildi, birçok bölümde dersler ve laboratuvarlar yapılmadı. Hem iş bırakmaya hem de ardından Enerji Bakanlığı’na gitmeyi hedefleyen fakat polis saldırısı ile ODTÜ’nün kapısından bile çıkamayan yürüyüşe rengini veren bu kez emekçiler oldu. Yürüyüş ve iş bırakmaya örgütlenme faaliyetlerine Eğitim Sen ve Tez-Koop-İş tarafından destek olunan taşeron işçiler de katıldılar. Bu eylem ile uzun süre sonra ilk defa, iş bırakmalar, sadece belli sayıda çalışanın işyerini terk etmesi biçiminden çıkarak işi tamamen durdurmaya evrildi.

Patlama noktası promosyon: günlere yayılan grev

ODTÜ emekçilerinin radikalleşme eğrisindeki son dalga ise promosyon eylemleri oldu. Günlere yayılan eylemler ve iş bırakmalar, binin çok üzerinde kamu emekçisi ve işçinin işi durdurduğu, taşeron işçilerin de kendilerini ilgilendirmemesine rağmen parçası haline geldiği, sendika içindeki asistanların hareket tarafından birer sendikacı olarak eğitilmeye başlandığı koca bir sınıf mücadelesi okuluna dönüştü.

İlk eylem 25 Kasım günü öğle arası Rektörlük önünde düzenlenen bir açıklama iken ikinci eylem 3 Aralık günü sabah saatlerinde yapılan bir saatlik iş bırakma oldu. En sonunda 15-16 Haziran’dan esinlenircesine 15-16 Aralık tarihleri için, sürecin parçası olan ODTÜ emekçileri adına Eğitim Sen, iki günlük grev ilan ederek Büyük Emekçi Yürüyüşü’nü başlatacağını duyurdu. İş bırakma ve yürüyüşün nedeni emekçilerin taleplerinin kabul edilmemesini ve ihaleye sendikanın oluru alınmadan çıkılmasını protesto etmek ve herhangi bir oldubitti ile düşük bir bedele ihalenin kapanmasına izin vermemekti.

Eğitim Sen süreci başından itibaren kitleyle iletişim halinde ve adım adım örerek yükseltti. Taleplerin belirlenmesinden ajitasyon ile birikmiş öfkenin uyandırılmasına, afişlerle yaratılan görünürlükten anbean şeffaf biçimde emekçilerin bilgilendirilmesine, geniş emekçi kitlelere ulaşılabilir hedefler edindirmekten küçük çaplı eylemlerle birlik ruhunun yükseltilmesine, birim ve işyeri toplantılarından ihale bedeli üzerine hesaplama ve araştırmalara çok ciddi ve çok yönlü bir çalışma yürütüldü.

15 Aralık grevi sabah servislerden inilmesinin akabinde başladı. Rektörlük önünde boşaltılan personel servislerinden inen yedi yüz emekçi üç saat süren bir yürüyüş ile okulda adım atmadık yer bırakmadılar. İşçilerin ve idari personelin sırtladığı eylemde taşeron işçiler de asistanlar da yer aldılar. Üç saatin sonunda “bu işyerinde grev var” pankartı asılmadık yer kalmamış gibiydi ve bu kez kapanan birimlerin sayısı Soma deneyiminin oldukça üzerindeydi. Yapı İşleri, Atölyeler, Isı-Su İşletme, Elektrik İşletme, Telefon İşletme, Taşıt İşletme, Kütüphane, Yemekhane ve Öğrenci İşleri tamamen kapanan birimler oldular.

Yürüyüş sırasında idari personelin ve işçilerin yoğun bulunduğu tüm binalara giriliyor ve hala çalışmakta olan emekçiler Gezi’nin “gel, gel, gel, gel” sloganı ile çağrılıyordu. Eylemin ilk günkü finali ise Rektörlük binasına girilerek yapıldı. Kararlılıklarını, iradelerinin gücünü ve yılların birikmiş öfkesini kuşanan ODTÜ emekçileri bir çırpıda Rektörlük içine doluşarak “bankaya değil emekçiye sahip çık” sloganı ile yaklaşık yarım saat boyunca yeri göğü inlettiler.

16 Aralık günü hemen hemen aynı gücü toplayan emekçiler aynı birimlerde yürüyüşe gerek kalmadan işi durdurarak ihalenin yapılacağı Kongre Kültür Merkezi’ne varacak bir yürüyüş düzenlediler.

İhale sırasında ODTÜ dışından bir bankanın da ihaleye girmek istemesi fakat alınmaması, ihaleye giren bankaların akıllı kart sistemine girmek istemediklerini notlara yazmaları ve son derecede düşük seyreden teklifler sonucunda ODTÜ emekçileri ve Eğitim Sen’in ne kadar haklı taleplerde bulunduğu ortaya çıktı.

İhale sırasında birçok bankanın sırf Rektörlüğün emekçilerin karşısında daha fazla zor duruma düşmemesi için ihaleye geldikleri belliydi. Bunlardan biri ihale sırasında emekçilerin istediği 2500TL’ye karşılık olarak sadece 114TL (yazıyla yüz on dört lira!) teklif verince öfke patladı. Emekçilerle dalga geçen banka sloganlarla kapı dışarı edilerek salonu terk etmeye zorlandı.

İhalenin son turlarında kalan bankalar aralarında anlaşarak fiyatı daha fazla yükseltmediler. Bunda çıkacak rakamın emekçiler tarafından kabul görmeyecek olması ve kampüs dışındaki bankaların da yeni bir ihale için davet edileceğinin bankalar tarafından farkında olunması rol oynadı.

Oyalandıklarını, aldatıldıklarını, dikkate alınmadıklarını, sermayenin karşısında ODTÜ Rektörlüğünün eli kolu bağlı halini gören emekçiler ise kendiliklerinden önce “ODTÜ’de banka istemiyoruz” ardından da “sermaye defol ODTÜ bizimdir” sloganını atmaya başladılar. Eğitim Sen’in sermayenin üniversiteyi dört koldan avcunun içine aldığına dair değerlendirmeleri, milletin ve memleketin iliğini kemiğini sömüren bankalara karşı öfkeyi körüklemiş olması, piyasalaşma ve ticarileşmenin somut durum ile bağını kurması bu tepkiyi hazırlayan uğraklardı.

Hızlarını alamayan emekçiler ikinci günün eylemini de bir işgal ile sonlandırdılar! İdari ve teknik personelin, işçilerin, asistanların, okutmanların, uzmanların ve öğrencilerin girmesinin yasak olduğu “Faculty Club” ya da “Hocalar Kulübü” adlı restoran emekçiler tarafından ele geçirildi. Ayrımcılığı, kötü çalışma koşullarını ve mobbingi besleyen katı hiyerarşiye isyan niteliğini alan bir durum söz konusuydu.

Saatler süren işgal sırasında emekçiler bir gün de öğretim üyelerini bu “elit restorana” almamış oldular. İhalede hedeflenen rakamın kıyısına yaklaşılmamasına rağmen emekçiler morallerini yitirmiş olmak bir yana sanki bir düğündeymişçesine mutluydular. Davul zurna eşliğinde halaylar; hocalara özel lüks çatal, bıçak, tabak ve bardakların birbirlerine vurulmasından çıkan sesler; lezzetli salataların ekmek arasına kıstırılıp suyla yuvarlandığı sahneler izleyenin aklından kolay kolay çıkmayacak tepkilerdi.

Baskılar

Bütün bu süreç, ODTÜ’de sürmesinden kaynaklı olarak ne bir baskı ne de bir kötü muameleye maruz kalmıştır diye düşünülebilir. Fakat durum bunun tam tersi. ODTÜ’de sendikal faaliyet gücüne rağmen yoğun bir baskı altında. Örneğin Eğitim Sen şube yöneticileri bir çalışanın hakkına sahip çıkarken üniversite yöneticileriyle yaşanan bir tartışmada “biraz vicdanlı olun” cümlesini sarf ettikleri için uyarı cezası alabiliyor. Promosyon sürecinde çok aktif rol alan yönetici bu kez de bir eylem günü Yurt Müdürlüğü görevinden alınarak Kitaplık’a sürülebiliyor.

Eyleme katılanlara yönelik tehditler, yoklama almalar, telefonda ifade istemeler vaka-ı adiyeden olmuş durumda. Daha kötüsü işyeri temsilcisi ve promosyon komisyonunda yer alan sendika delegesi çok ciddi bir baskı altında. 50/d’li bir asistan olan temsilci önce Profesör olan Ahmet Türer tarafından “senin bu okulda suyun ısındı” denilerek hakaret ve küfürlerle darp edildi. Ardından çalıştığı bölümde “baĞzı” hocalar bölümde görevlerini aksattığı ve derslerde verimsiz olduğu iddiaları ile şikâyet dilekçeleri vermeye başladılar. Son olarak da 2015 yılı için sendika temsilcisinin sözleşmesinin yenilenmediği ortaya çıktı.

Baskılara, soruşturmalara ve işten atmalara karşı çetin bir mücadele döneminin ODTÜ emekçilerini beklediği açık.

Mesele üç beş kuruş değil

ODTÜ’de idari personel çok ciddi bir ayrımcılık ve mobbing ile karşı karşıya. İşçiler için yöneticilerin keyfiliğe dayalı uygulamaları yine ayrımcılıkla el ele gidiyor. ODTÜ emekçisinden bile sayılmayan, güvencesizliğin doruklarındaki taşeron işçilerin yaşadığı problemler saymakla bitmiyor.

Eğitim Sen’in kazandığı bir dava ve verilen fiili mücadeleler, yakalanan asistan hareketlilikleri öncesinde iş güvencesi açısından yasada olduğundan bile daha geri noktalarda çalışan 50/d’li asistanlar her dönem sonunda deste deste kapı önüne konuyor. 33/a’lı asistanlar akademik faaliyetlerden soyutlanarak tamamen teknik ve idari işlere boğuluyorlar. Senet baskısıyla bilim yapma kavgası veren ÖYP ve 35. Madde asistanları da kıvrananlardan.

Özetle ODTÜ, sıradan emekçiler için hiç de özlenecek bir çalışma ortamı olmayabiliyor. Bu promosyon ihalesi ile açığa çıkan enerji yalnızca üç beş kuruş fazla kazanmakla ilgili değildir. Bu aynı zamanda çok farklı çalışma rejimlerine tabi olan ODTÜ emekçilerinin bir öfke patlamasıdır. Bu patlamayı mümkün kılan ülke gündeminde iki yıldır biriken enerji ile emekçilerin örgütlülükleri çerçevesinde işyeri sınırlarında önemli birleşme ve mücadele deneyimlerinden geçmiş olmalıdır.

Promosyon konusu bütün sorunların cisimleştiği ve düğümün çözüme bir adım daha yaklaştığı mevzu olmuştur. ODTÜ emekçilerinin şimdiye kadar en fazla sindirilen kesimleri ayağa kalkmış yalnızca mücadeleci sendikalar olan Eğitim Sen ve Tez-Koop-İş’i kendine birer araç olarak kullanmamış aynı zamanda Türk Eğitim Sen’i, Eğitim Bir Sen’i, Eğitim Hak Sen’i harekete geçmeye zorlamıştır. Bunun sonucunda tabanda, onlarca doğal faaliyetçisi ile en alttakilerin geniş bir ittifakı oluşmuştur.

Para pul meseleleri işin hızlandırıcısı olsa da ODTÜ emekçilerine esas yön veren bu işyerinde kayda değer bir güç olarak var olduklarını ispatlamaya ve söz haklarının teslim edilmesine dair dürtülerdir. Süren mücadele aynı zamanda ODTÜ’yü kimin yöneteceğine dair bir mücadeledir. Hemen hemen her birimde sohbetlerde bir şekilde Rektör seçimlerinde öğretim üyeleri dışında diğer çalışanların söz hakkı olmamasından dem vurulması bile bunun bir yansımasıdır.

Mesele isyan günlerinde bir an bile üç beş ağaç olmadığı gibi bugün de ODTÜ’de hiçbir biçimde üç beş kuruş değildir. Problem yalın fakat farklı bir şekilde ifade edilebilir: ODTÜ’yü mevcut yönetim şahsında ayrıcalıklı ve burjuvaziyle bütünleşme yönünde uzun mesafeler kat etmiş “profesorya” ile el ele sermaye mi yönetecek yoksa birbirlerine tümüyle yabancı gibi duran fakat hiç de öyle olmayan emekçilerin ittifakı mı?

Süresiz greve doğru

İşlerin ilerleyişi emekçilerin mücadelesinin ve birliğinin çığ gibi büyümesi ile sonuçlandı. 19 Aralık Cuma günü ihalenin ikinci turu yapılacak ve bu kez ihaleye ODTÜ dışından da bankalar davet ediliyor. Akıllı kart sistemine dair maddeler ise hala şartnamede. ODTÜ emekçileri bu turda da istedikleri çıkmazsa ihalenin iptal edilmesi adına Rektörlük üzerinde baskı kurmak için o gün iş bırakacaklar.

Peki ya ODTÜ yönetimi bu ikinci ihalede çıkan bedeli “artık oturun oturduğunuz yerde” diyerek emekçilere kabul ettirmeye çalışırsa ne olacak? ODTÜ emekçilerinin durumu kabullenip sineceklerine dair hiçbir emare yoktur. Mevcut baskılar da sadece ve sadece emekçiler arasındaki duygudaşlığı ve birlik ruhunu körüklemeye yaramış gibi duruyor.

Gidişat bellidir. Bunun bir adım sonrasındaki ihtimallerden biri Rektörlüğün geri basarak emekçilerin tüm şartlarını kabul eden bir şartname ile ihaleye çıkarak emekçilerle bankalar arasında oynadığı uğursuz rolden çekilmesidir. Daha kuvvetli olan ihtimal ise ikinci turda defteri kapatmaya çalışmasıdır.

ODTÜ emekçileri iki gün iş bırakmış, birimleri kapatmış fakat bunlar esasen hep uyarı düzeyinde kalan eylemler olmuştur. Belki Elektrik İşletme kapanmıştır ama elektrikler açık kalmıştır. Belki Isı-Su İşletme kapanmıştır ama kaloriferler yanmaya, musluklardan su akmaya devam etmiştir. Telefon İşletme kapanmıştır ama telefonlar susmamıştır. Bilgi İşlem’den emekçiler eylemlere katılmış fakat okulun bilgi işlem altyapısının fişi çekilmemiştir. Ring seferleri iptal olmuş ama sabah ve akşam personel taşınmaya devam etmiştir.

Olur da Cuma günü ihale emekçilerin aleyhine olacak biçimde sonuçlandırılmaya çalışılırsa banka ile sözleşmenin imzalanmaması için yapılacak tek şey süresiz bir grev ile üniversitenin fişini çekmektir. Ancak bu eylem iki gücün kısmi de olsa desteğine ihtiyaç duyacaktır. Bunlardan ilki öğretim üyeleridir, ikincisi de öğrencilerdir. Bu iki kesimin emekçilerin haklılığı, taleplerinin meşruluğu ve Rektörlük ile sermayenin haksız bir pozisyonda olduğu yönünde bir algı geliştirmesi emekçilerin son derece faydasına olacaktır.

Önce zafer sonra toplu sözleşme

ODTÜ emekçilerinin ODTÜ’de gerçekten bahsedilen şekilde hayatı durdurduğu bir greve Rektörlüğün dayanma şansı neredeyse yoktur. Bu ihtimal gerçekleşse de gerçekleşmese de promosyon sürecinde emekçilerin taleplerinin bir biçimde karşılanması ve yakalanan enerjinin korunması durumunda ilerlenecek istikamet toplu sözleşme masasıdır.

Kamu emekçileri sahte sendika yasası nedeniyle gerçek bir grev hakkından yoksundur. Toplu sözleşme masasına grev silahını koymadıktan sonra yapılan her sözleşme yıllardır en başta maaşlar konusunda felaketle sonuçlanmıştır. Grevli toplu sözleşme hakkının ülke çapında kazanılması için öncü örnekler hayati önemdedir. Yeterli güç biriktirildiği anda kamu kurumlarında işveren toplu sözleşme masasına çekilmeye çalışılmalıdır. Bunun için promosyon sürecinden zaferle çıkacak bir ODTÜ biçilmiş kaftandır.

Üniversitede toplu sözleşme yapılması, en azından belli başlı emekçi gruplarının hak taleplerinin yansıyacağı bir protokol imzalanması sürecine girilmesi demek, bugün promosyon ve söz hakkı için gevşek ve henüz çok yeni bir birlik kurmuş olan emekçi kesimlerinin sımsıkı bağlarla birbirlerine bağlanması demektir. Değişik kesimlerin kendilerine özgü sorunlarına dair çözümleri dayatmasının önündeki en büyük engel bu kesimlerin her birinin tek başına belli ölçüde güçsüzlüğüdür. Ancak birlik içindeki emekçilerin talep edip de alamayacakları hak neredeyse yok gibidir.

Gelenek sürüyor, ODTÜ yürüyor

Bütün bir duygu ve amaç yığınının bir cümlede özetlenmesiyse sloganlar, 16 Aralık’ta,grevin ikinci gününde ODTÜ emekçilerinin tam da bankaların önünden geçerken “gelenek sürüyor, ODTÜ yürüyor” sloganını atmaları son derecede manidar olmuştur. ODTÜ’de cisimleşen toplumsal değerlerin taşıyıcısı bankalarla ve şirketlerle kol kola emekçinin tepesinde bekleyen yönetim değil, bütün bu serüvenin anlattığı gibi ODTÜ emekçileri ve ODTÜ öğrencileridir.

 



Eğitim Sen Ankara 5 No.’lu Şube Örgütlenme Sekreteri.