İktidar Türk-İş’in kuyusunu kazıyor, yönetim susuyor!
Erdoğan alenen işçi düşmanlığı yapıyor. AKP’nin işçi bürosu gibi çalışan Hak-İş yöneticileri elbette susacak. Peki Türk-İş ne yapıyor?
Erdoğan, DEİK toplantısında patronların karşısında OHAL’i grev yasaklarını gerekçe göstererek savunduktan sonra aynı tutumunu AKP’nin grup toplantısında da sürdürdü. Erdoğan’ın grup toplantısındaki sözleri çok daha ayrıntılı olarak OHAL’in işçi düşmanı yönünü ortaya koydu: “Bu ülkenin OHAL ile idare edildiği dönemler şimdi bizim OHAL kararlarını uyguladığımız gibi cereyan etmiş dönemler değildi. Fabrikalar sürekli greve giderler çalışamaz hale gelirlerdi. Tüm sanayi kesimine seslenmek istiyorum. Acaba şu anda bu 7. OHAL dahil bir tane fabrikada böyle bir grev söz konusu mu? Böyle bir şey olduğu anda zaten en büyük bizim tutanağımız ne? OHAL. Anında müdahalemizi yapıyoruz.”
Türk-İş yönetimi kaçıncı uykusunda?
Türk-İş, Türkiye’nin en büyük işçi konfederasyonudur. 800 bine yakın üyesi vardır. Yöneticilerinin siyasi görüşlerinin ve tutumlarının ne olduğundan ayrı olarak bu konfederasyon her şeyden önce üyeleri dolayısıyla Türkiye’nin sosyal ve politik yaşamında ağırlık taşır. Sendika dediğiniz işçilerin haklarını korumakla mükelleftir. Şayet siyasi iktidarın başındaki kişi OHAL’i grev yasaklaması için kullandıklarını defalarca itiraf etmişse, Türk-İş’in OHAL’e açık ve net şekilde karşı çıkmadan, istibdada karşı açık ve net şekilde hürriyeti savunmadan, mevcut siyasi iktidara karşı tutum almadan işçinin hakkını savunması mümkün değildir. Ancak Türk-İş bu konuda üstüne düşeni yapmıyor. Türk-İş, meydanı o kadar boş bırakmıştır ve iktidara destek politikasını o kadar abartmıştır ki Erdoğan, patronların desteğini almak için işçi düşmanı politikaları açık açık savunmaktan utanmıyor, sıkılmıyor, en önemlisi de korkmuyor.
OHAL’de yasaklanan grevler sadece DİSK’in ya da genel anlamda muhalif sendikaların grevleri değildir. 192 bin işçiyi kapsayan grevler yasaklanmıştır ve bu işçilerin ezici çoğunluğu Türk-İş üyesidir. Ergün Atalay başta olmak üzere Türk-İş yönetiminin bu uygulamalara karşı yazılı ve sözlü açıklamalar dışında bir tepkisi olmamıştır.
Ara sıra uykudan uyanıp…
Türk-İş ilk kez Temmuz 2017’de bu konuya değinen bir açıklama yaptı. Erdoğan 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde TOBB binasında yabancı sermayeli şirketlerle bir araya geldiğinde OHAL’i grevleri engellemek için kullandıklarını açıklayınca Türk-İş mülayim bir açıklamayla “grev hakkı anayasayla güvence altına alınmıştır”, “OHAL amacından saptırılamaz” gibi resmi mevzuatta zaten açık olan birtakım gerçeklere işaret eden bir açıklama yaptı. Yaptı da ne oldu? Bu olaydan sonra metal sektöründe 135 bin işçinin grevini Tayyip Erdoğan-AKP iktidarı yasakladı! Bu grevde Türk-İş’e bağlı Türk Metal üyesi işçiler ezici ağırlığa sahipti. Türk-İş sustu!
Son günlerde ise Erdoğan OHAL sayesinde grev yapılamadığını iki kez açıkladıktan sonra Türk-İş Başkanı Ergun Atalay Şeker-İş sendikasının şeker fabrikalarının özelleştirilmesi vesilesiyle düzenlediği bir toplantıda şöyle konuştu:
“Cumhurbaşkanı ‘sıkıyönetimden rahatsız olmayın. Bakın grev yok’ diyor. Bu ülkede 14 milyon kayıtlı çalışan işçi var. Ülkenin yarısı biziz. Eğer bizler birleşirsek hiçbir şey için adım atamazlar. Cumhurbaşkanı da Meclis’te öyle bir konuşma yapamaz. Biz Türk-İş olarak zaten yıllardır ülkemiz için mücadele verdik. Hendek terörü başladığında 1 Mayıs’ı Çanakkale’de kutladık. Maden faciası oldu Zonguldak’ta, 15 Temmuz hain darbe girişiminde Ankara’da ve bu yıl da sınır ötesinde bizler için şehit düşen askerlerimiz için Hatay’da 1 Mayıs’ı karşılayacağız.”
Birleşirsek diyeceğine birleş!
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu? Erdoğan’dan şikâyet ederken ve işçi sınıfının gücünden söz ederken Türk-İş başkanı birdenbire Türk-İş’in kendi işini hiç ama hiç yapmadığı halde her durumda siyasi iktidarın peşine takıldığını anlatıyor! Elbette sayılan olayların karakteri birbirinden farklıdır, ama dikkati çeken Türk-İş’in hep Erdoğan-AKP iktidarının arkasında olduğudur.
Kaldı ki “Ülkenin yarısı biziz. Eğer bizler birleşirsek hiçbir şey için adım atamazlar. Cumhurbaşkanı da Meclis’te öyle bir konuşma yapamaz” demekle hiçbirşey olmuyor. “Birleşirsek” diyeceğine birleş! Sen 800 bin üyeni harekete geçirsen bak nasıl bir güç oluşuyor, başka güçler de nasıl seninle birleşiyor. Hayali laflar edeceğine harekete geç!
Sorunları Türk-İş Başkanı’nın milletvekili olması değil mücadele etmesi çözer
Atalay’ın sözlerinin sonunda söyledikleri ise insanı epeyce düşündürüyor:
“Önümüzde seçim var. 600 vekil seçeceğiz. Bizler bu sorunları yeterli sayıda işçi kökenli vekil, siyasetçi Meclis’e sokarak çözeceğiz. Herkes aklını başına alsın. Bu ülke hepimizin.”
Atalay anlaşılan AKP’den milletvekilliği teklifi almamıştır. Hele DİSK başkanı Kani Beko’nun CHP’den milletvekilliği teklifi aldığı ortaya çıktıktan sonra çok yaralanmış, hatta bunca yıl CHP’yi desteklememiş olmaktan pişmanlık duymuş olmalıdır! Şimdi parti aday listeleri belirlenmeden son bir atak yapıyor. Sesini güya yükseltmesinin nedeni odur. Tehdit ediyor, beni milletvekili yapmazsanız mücadeleye başlarım diyor!
Sendika ağalarının manevraları bir yana, Türk-İş’in örgütlü gücü grev yasaklarını aşmak, işçi sınıfının sorunlarını çözmek için son yıllarda hiç seferber edilmemiştir. Türk-İş yönetimi işçileri teskin etmek için kullandığı enerjiyi, işçi mücadelesinden esirgemiştir.
Erdoğan ve AKP Türk-İş’in kuyusunu kazıyor
Oysa Türk-İş yönetimi de işçilerin karşı karşıya olduğu büyük sorunları ve bu sorunların kaynağında siyasi iktidarın olduğunu bilmektedir. 13 Nisan günü Türk-İş Başkanlar Kurulu bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride bir dizi önemli sorun sıralanmıştır. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, KİT ve özel bütçeli kuruluşlarda çalışan işçilere hakları olan kadronun verilmemesi, yardımcı işkollarının asıl işkolundan sayılmaması dolayısıyla sendikal örgütlenmede işçilerin bölünmesi doğrudan iktidarın sorumlusu olduğu uygulamalardır. Ancak bir başka madde daha var. Bu maddede kamu işyerleri başta olmak üzere, siyasi parti yöneticileri, bürokratlar ve yerel yöneticilerin işbirliği ve baskısıyla Türk-İş üyesi işçilerin sendika değiştirmeye zorlanmasına karşı çıkmaktadır. Yani Erdoğan ve AKP iktidarının sadece genel olarak işçi haklarına karşı olduğunu değil bizzat Türk-İş’e karşı da olduğunu söylemektedir.
Şimdi yeni bir mesele var. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün yıllık toplantılarında Türkiye işçi sınıfını hep en yüksek üye sayısına sahip Türk-İş temsil etmişken şimdi hükümet bu yılki toplantı için yetkiyi Memur-Sen’e vermiştir. Türk-İş’in altı oyuluyor, Atalay bu konuda da şikâyetini dile getirmiştir. Ama eylem?
Üç maymunu oynamayı bırakın!
Tüm bunlar ortadayken ve madde madde sıralanmışken Türk-İş’in “Konfederasyonumuz, her zaman ülkesinin hak ve çıkarlarını her türlü siyasi hesabın üzerinde tutmuştur” sözüyle hala iktidara karşı net bir tavır takınmaması kabul edilemez. Özellikle Türk-İş’in 1 Mayıs’ı Hatay’da kutlama kararı da bu kapsamda değerlendirilmelidir. 1 Mayıs’lar işçi sınıfının din, dili ırk ayrımı olmaksızın birlik ve dayanışma içinde olduğu gündür. Aynı şekilde konfederasyon ayrımı da olmamalı tüm işçiler 1 Mayıs’ı en geniş birlikteliği sağlayarak ortak alanlarda kutlamalıdır. Hatay’da 1 Mayıs’ı kutlamak Türk-İş üyesi işçileri sınıf kardeşlerinin yanından uzaklaştırmak iktidarın arkasına geçirmektir. Türk-İş eğer sözünün arkasında duracaksa ülkesinin gerçek çıkarlarını en başta AKP’nin siyasi hesaplarının üzerinde tutmak zorundadır. Çünkü ülkenin gerçek çıkarı, bu ülkeyi emeğiyle sırtında taşıyan milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksul çiftçinin çıkarıdır. Çünkü, OHAL’i grev yasaklamak için kullanmakla övünen, şeker fabrikalarını haraç mezat satan, emekçiyi hayat pahalılığına ezdiren, açlık sınırındaki asgari ücreti çok görüp, milyarları teşvik adı altında patronların önüne seren ve emperyalizmin oyunlarına ortak olmak için tutanaksız gizli pazarlıklar içinde olan iktidarın hesapları ülkenin çıkarına karşıdır.
Türk-İş yönetimi üç maymunu oynamaktan vazgeçmelidir. Sadece işçi sınıfının hakları gaspedilmekle kalmıyor. İşçi sınıfının en güçlü örgütlenmesinin altı kazınıyor.