DİSK kongresi: Birçok yanlış tek bir doğru etmiyor
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 15. Olağan Kongresi Türkiye'de son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemde gerçekleşti. Bir yandan hem bölgede hem de ülke içinde savaşın yoğunlaştığı diğer yandan da işçinin sınıfının haklarına yönelik başta kıdem tazminatının kaldırılması olmak üzere bir dizi saldırının gündemde olduğu bir dönemde DİSK kongresi yapıldı.
Bu tür kongrelerde her zaman gruplar, siyasi anlayışlar veya sendikalar arasında tartışmalar, çekişmeler olmuştur olacaktır da. Sendikaların delege yapısı ve iç demokrasi sorunları dolayısıyla bu tartışma ve çekişmelerin bir işçi demokrasisi şöleni halinde yaşanmadığı bir gerçek. Ancak yine de tüm işçiler bu kongreleri takip etmeli ve olan biten üzerinde kafa yormalı, tutum almalıdır. Çünkü sınıf mücadelesi içinde bürokrasi tarafından kontrol ediliyor olsa da sendikalarımız en önemli mücadele mevzileri olmaya devam ediyor. "Sendikaya üye ol! Sahip Çık! Denetle!" diyoruz. O halde kongreler bu denetimin en önemli mecralarının başında geliyor. Ancak bundan kastımız delegelerin denetimi değildir sadece. Tüm işçilerin hatta konfederasyon üyesi olmayan ya da başka sendikalarda örgütlü olan işçilerin de bu kongrelerde yaşananları gündemine alması tartışması ve tutum geliştirmesidir.
DİSK kongresi bu açıdan oldukça önemli veriler sunmaktadır. DİSK kongresinde bir seçim yapılmış ve konfederasyonun yeni yönetimi belirlenmiştir. Ancak DİSK böylece hiçbir sorununu çözmüş ya da bir sonuca bağlamış değildir. Kongreyle birlikte çok daha görünür bir şekilde ortaya çıkan sorunlar sürmektedir.
Misafir umduğunu değil bulduğunu yer
Bu sorunların başında DİSK ve siyaset ilişkisi gelmektedir. Çalışma Bakanı Süleyman Soylu'nun hükümet ve cumhurbaşkanı aleyhindeki sloganlarla, işçilerin kıdem tazminatını savunan haykırışları eşliğinde salonu terk etmek zorunda olması bu konuyu kongrenin adeta merkezine yerleştirmiştir. Ana hatlarıyla iki tutum ortaya çıkmıştır.Bunlardan ilki DİSK'in misafirperverliğe uygun davranmamış olduğunu tespit etmekte, bu tutumun fabrikalarda DİSK'i zor durumda bırakacağını vurgulamakta ve hem Bakanı çağıran hem de delegesinin protestosunu engelleyemeyen DİSK yönetimini esas olarak da Kani Beko'yu eleştirmektedir. Diğer yandan bu protestoya sahip çıkan, doğru olduğunu savunan bir görüş ortaya çıkmıştır. Bu görüş de protestonun yapılmasına karşı çıkan sendikaları eleştirmekte bu sendikaların AKP iktidarına karşı duruşunu sorgulamaktadır. Bizim kanaatimiz odur ki bu tartışmanın her iki tarafı da "DİSK ve siyaset ilişkisi"ne doğru bir yaklaşım getirmemektedir. Zira sorun Bakanın protesto edilmesinden ve misafirperverliğin gereklerinden çok daha kapsamlı ve derindir.
Bu konuda bizim tutumumuz nettir. Asla vazgeçilemeyecek olan sınıf sendikacılığı ilkesi sermayeden, devletten ve hükümetlerden bağımsızlıktır. Bu anlamda işçi düşmanı politikaların sorumlusu bir sermaye hükümetinin Çalışma Bakanı olan Süleyman Soylu'nun protesto edilmesinden daha olağan bir şey düşünülemez. Bu konunun bizce misafirperverlikle bir ilgisi yoktur. Sonuçta misafir umduğunu değil bulduğunu yer.
Diğer yandan DİSK yönetiminin tutumunun ve bu meseleyi ele alışının da doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bizce işçi düşmanı bir hükümetin Çalışma Bakanı'nın DİSK kongresine davet edilmesi gibi bir zorunluluk yoktur. Yapılan açıklama çalışma bakanlarının davet edilmesinin bir DİSK geleneği olduğudur. Bu gelenek değiştirilmelidir bizce. Yanlıştır. Ancak diyelim ki geleneğe uyuldu ve çağrıldı. Bu durumda DİSK yönetimi bakana ancak fiili bir saldırı ya da müdahale olmayacağı konusunda güvence verebilirdi. DİSK yönetiminin delegelerin demokratik protesto hakkına herhangi bir kısıtlama getirmesi söz konusu olamazdı. Ancak anlaşılan Çalışma Bakanı'nın ziyareti ile ilgili bürokratlar Genel Sekreter Arzu Çerkezoğlu'nu Süleyman Soylu'nun kendisi de Genel Başkan Kani Beko'yu aramıştır. Arzu Çerkezoğlu kongre kürsüsünden kendisini arayanlara protesto olabileceğini söylediğini belirtmiştir. Kani Beko'nun ise herhangi bir sorun olmayacağına dair güvence vereceği anlaşılmaktadır. Nitekim Kani Beko delegasyonu susturmak için yoğun bir çaba içine girmiştir. Bu tabloda DİSK yönetiminin hatalı davrandığı açıktır.
Bu protestodan sonra Süleyman Soylu daha kapının önünde hükümet ve DİSK'i hedef almış, hakaretler yağdırmış daha sonra da Başbakan Davutoğlu savcıları göreve çağırmış ve tehditler savurmuştur. Bu aşamadan sonra yapılacak tek şey DİSK yönetiminden her bir sendikaya kadar DİSK'in tek vücut olarak konfederasyona ve delegelerine sahip çıkmasıydı. Ancak bunun yerine Genel-İş ve Birleşik Metal konuyu karşılıklı bir restleşmenin malzemesi yaptılar. Hatalar ve yanlışlar zinciri sonucunda, işçilerin hükümet temsilcisine karşı güçlü protestosu, hükümet yerine DİSK'i yıpratan bir sonuç verdi.
DİSK siyasetle ilişkisini işçi sınıfının çıkarlarına göre kurmak zorundadır
Daha önemlisi bu tartışma, DİSK'in siyasetle ilişkisini son derece yanlış bir noktadan ele alınmasına neden oldu. Kim AKP'ye daha karşı, kim daha çok barış istiyor, kim daha solcu kabilinden tartışmaların ilerletici ve sorunu çözücü herhangi bir yönü yok. DİSK ve siyaset ilişkisi doğrudan sınıf mücadelesinin gündemleri açısından tartışılmalıydı.
Söz gelimi Birleşik Metal sendikasının 2015 başındaki grevi derhal AKP iktidarı tarafından yasaklanmıştı. Bu anlamda Birleşik Metal belki de en ciddi şekilde AKP iktidarı ile karşı karşıya gelen sendika oldu. Öte yandan DİSK'in taşerona karşı mücadelede en önde gelen mevzisi olan Genel-İş sendikası bazı CHP'li belediyelerde yeterli etkinliği ve mücadele sertliğini göster(e)mediğini biliyoruz. O halde kongrede yaşananlardan hareketle kesin yargılara varmak doğru değil. Güvenlikten, Turizm işkoluna kadar "solcu" işverenlerle hatır gönül örgütlenmesi ya da CHP'li (zaman zaman HDP'li) belediyelerle anlaşma içinde büyüme beklentisi de doğru bir yaklaşım değil.
Biz olması gerekeni söyleyelim. Burjuva siyasi partilerden (CHP de AKP kadar bir burjuva partisidir), hem merkezi hem de yerel iktidar organlarından ve sermayeden tam bir bağımsızlık! Sosyal diyalog yerine işçinin çıkarlarını gözeten sınıf mücadeleci bir sendikacılık! Bu ilkeler doğrultusunda hareket edilmezse sınıf sendikacılığından bahsedilemez. İşçiler elbette ki farklı siyasi görüşlere sahiptir. Ancak ne metal işçisinin çoğunlukla sağ partilere yakın oluşu ne de CHP'li ya da HDP'li belediyelerde sola yakın bir işçi kitlesinin bulunuşu DİSK'in yukarıda saydığımız ilkelerden uzaklaşmasına bahane edilemez. DİSK'in AKP ile mücadele etmesi solcu bir sendika olması yüzünden değil sınıfın çıkarlarını koruma yükümlülüğünden ileri gelir. Yine Kürt halkı ile dayanışma içinde olması da işçilerin birliğini savunmanın bir gereğidir. İşçilerin uluslararası birlik ve dayanışmasını savunan bir sendikanın Bursa'daki işçiyle Diyarbakır'daki işçi arasındaki birliği ve kardeşliği sağlaması şüphesiz ki en temel görevidir.
Şunu da ekleyelim. DİSK'in sosyalist ve devrimci bir sendika olduğu ise ne yazık ki bir efsaneden ibarettir. DİSK bürokrasisi genellikle sosyalistlerin sınıf içindeki faaliyetlerini desteklemek bir yana kendilerine yönelik bir tehdit olarak görme eğiliminde olmuştur.
Gölgede kalan tartışma: DİSK'in örgütlenmede ve işçi mücadelelerinde rolü
Kongrede DİSK'in siyasetle ilişkisi sınıfsal bir perspektifle ele alınamadığı için ilerletici bir sonuca varılamamış, sorun çözülmeden ya da çözümünde herhangi bir adım atılamadan aynen geleceğe bırakılmıştır. Üstelik bu tartışma o kadar yoğun ve sert yaşanmıştır ki kongrenin son derece önemli bir başka gündemini de gölgede bırakmıştır. Bahsettiğimiz konu DİSK'in konfederasyon olarak örgütlenme ve sendikal mücadelelerdeki rolüne ilişkin tartışmadır. Kongre boyunca küçük sendikalardan adeta bir çığlık yükselmiştir. Bu çığlık, DİSK'in hiç de küçümsenemeyecek boyutta olan mali ve örgütsel olanaklarının küçük sendikaların örgütlenme çabaları için ya da direnişlerle dayanışma amacıyla seferber edilmesine yönelikti. Gerçekten hem gayri meşru baraj dayatmasıyla, hem patronların işten çıkartmalarıyla hem devlet baskısıyla, hem işbirlikçi sarı sendikalarla hem de mali sorunlarla boğuşarak örgütlenmeye çalışan bir dizi sendika DİSK'in yardım elini uzatmasını ve dayanışma göstermesini hak ediyor. (DİSK'ten solcu, CHP'li vb. işverenlerle, hatır gönül örgütlenmesi için aracı olmasını isteyen türden yaklaşımları istisna olarak ayrı tutuyoruz ve bu yaklaşımı asla tasvip etmiyoruz)
Ancak sorun sadece işkolu barajın aşılamadığı işkollarıyla sınırlı değil. Tüm işçi sınıfını ilgilendiren ve etkileri işkolunu aşan mücadeleler söz konusu olduğunda da DİSK'in mutlaka devreye girmesi gerekiyor. Geçtiğimiz yıl Birleşik Metal'in MESS'e karşı grevleri asla sektörel bir mücadele olarak görülemezdi. Hele bu grevler yasaklandıktan sonra mesele metal işçisinin meselesi olmaktan çıkmıştı. Tüm işçi sınıfı için grev hakkı için mücadele ediyordu metal işçisi. Dahası bu mücadele metal işkolunun bütününe ve oradan tüm işkollarına yayılabilecek bir potansiyel taşıyordu. Nitekim Birleşik Metal'in grevi daha sonra sarı Türk Metal sendikasına karşı başlayacak olan isyanın ve fiili grevlerin de tetikleyicisi oldu. Birleşik Metal güçsüz bir sendika değil ama Birleşik Metal'in üye sayısından daha fazla sayıda işçi Türk Metal'den kopup grevlere başladığında DİSK'in konfederasyon olarak bu işi sahiplenmesi maddi manevi tüm olanaklarını seferber etmesi gerekirdi. Oysa böyle olmadı. Kongre için hazırlanan videoda bile bu mücadeleye DİSK'in bir eylemi olarak yer verilmedi. Üye sendikaların eylemleri arasında geçildi. Çok açık söyleyelim. Böyle mücadele dönemleri bürokrasinin iyot gibi açığa çıktığı dönemlerdir. Bürokrat, mücadeleye kendisinin sendikadaki konumu açısından bakar. Rakip sendika güçleniyorsa bu mücadeleye destek olmak için pek istekli olmaz. Bu tutumu zaman zaman aynı sendikanın farklı şubeleri için de gözlemleyebiliyoruz. Sınıf mücadeleci sendikacı ise mücadeleden korkmaz. Bilakis mücadelenin yükselmesi için kendi konumunun nasıl etkileneceğini düşünmeksizin harekete geçer. DİSK bu noktada bürokratik reflekslerin öne çıktığı bir konfederasyon görünümündedir. Bu durumun masaya yatırılması bürokratik reflekslerin mücadeleye verdiği zararların hesabının sorulması gerekmektedir. Ancak kongrede bu tartışma sendikal restleşmelerin gürültüsü içinde adeta boğulmuştur.
Tabandan yükselecek mücadelelere odaklanalım
DİSK kongresi, çok önemli bir dönemde yapıldı. Siyasal alanda baskının arttığı sendikal düzlemde ise başta kıdem tazminatı olmak üzere taşeronda ve metal işkolunda ücret talepleri bağlamında son derece yakıcı gündemlerin olduğu bir süreçte gerçekleşti. Klişe olmuş bir ifade burada tam yerine oturuyor: İşçi sınıfı açısından "birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu" günlerden geçiyoruz. DİSK ise işte tam bu günlerde bölünmüş vaziyette. Bu bölünmüşlük sadece DİSK için değil tüm işçi sınıfı için önemli bir zaaf oluşturuyor. DİSK'in üye sayısı az olabilir. Ama mücadeledeki yeri ve konumu kendi ötesinde sonuçlar yaratabiliyor. Metal sektöründe bunu gördük, görmeye devam ediyoruz. DİSK'in kıdem tazminatı konusundaki ikirciksiz tutumu Türk-İş'in de kıdem tazminatını genel grev sebebi olarak görmesinde etkilidir. Hak-İş'in kıdem tazminatının kaldırılmasına cevaz veren yaklaşımı onu yalıtmış ve "AKP sendikası" konumuna getirmiştir. Bunda DİSK'in payını küçümseyemeyiz. Dolayısıyla DİSK hala önemli bir sınıf mevzisidir.
Ancak işçiler DİSK yönetiminden beklentilerini düşük tutmalıdır. Bu kongrenin kazanını yoktur kaybedeni DİSK olmuştur. Artık sorunların çözüm mercii tabandır, işyerleridir, fabrikalardır. Bu olumsuz durum ancak tabandan yükselecek bir hareketle tersine çevrilebilir. Kıdem tazminatı en önemli mücadele konusu olarak önümüzde. Kongre genel grev genel direniş dedi. Açık söyleyelim. Kani Beko'nun kongre kürsüsünden dillendirdiği meclisi işgal ederiz söylemini ciddiye almıyoruz. Gaz, su yiyip Ankara'dan geri dönülecek eylemlerle bu saldırılar durdurulamaz. Hamasete lüzum yok. Tek yol var. O da gerçek bir genel grevdir. Şalterlerin indiği, çarkların durduğu, ne belediyede ne sağlıkta hizmetin verilmediği, kamuda tüm faaliyetlerin durduğu bir genel grev, adını hak eden bir genel grevdir. Bu anlamda DİSK'in önündeki en önemli görevlerden biri Türk-İş'i de bu yönde ittirmektir. Kongrede birbirini şu ya da bu şekilde suçlayan sendikaları esas bu süreçte göreceğiz. Kongrenin belki de tek olumlu yanı bu konuda tüm sendikaların tam bir kararlılık ifade etmesidir. İşçiler bu kararlılığın takipçisi olmalıdır.Kıdem tazminatının savunusu yukarıdan aşağı bürokrasinin talimatlarıyla değil aşağıdan yukarı işçi inisiyatifiyle ve dalga dalga büyüyerek gerçekleşecektir.