Sapla samanı ayırmak

Sapla samanı ayırmak

Sendika var sendika var. Sendikanın bazısı grevlerle, direnişlerle, fabrika işgalleriyle anılır. Mücadeleci sendikadır. Bazısının adı sendikadır ama işi patronlara taşeron insan kaynakları hizmeti vermekten ibarettir. İşçinin patron karşısındaki temsilcisi olarak değil de patronun işçiler içindeki temsilcisi olarak davranan bu yapılara kısaca sarı sendika diyoruz. Mücadeleci sendikalar içinde işbirlikçiler olabileceği gibi sarı sendikalar içinden mücadeleci önderler de çıkabilir. Ama sonuçta sermayeye karşı mücadeleyi esas alanların mı yoksa sermayeyle iş birliği yapanların mı hâkim olduğuna bakmak gerekir.

Yazıya böyle bir giriş yapmamın sebebi Polonez fabrikasındaki direnişte yaşadığım bir an. Tekgıda-İş sendikasının öncülüğünde gerçekleşen Polonez direnişini Gerçek gazetemizde ve internet sitemizde ayrıntısıyla ele alıyoruz. Bu direnişi sahipleniyoruz ve sınıf mücadelesi açısından yol açan, ilham veren bir mücadele olarak görüyoruz. Direniş alanında her zaman söylediğimiz gibi bu mücadelede Polonez işçilerinin omuz başında yer almaktan da onur duyuyoruz. Bu duyguları en yoğun yaşadığımız anlardan biriydi. İşçiler yevmiyeci grev kırıcı kaçak işçileri fabrikaya sokmamış, polisin biber gazlı saldırısına kahramanca direnmişti. Devlet arbedenin ardından İstanbul’dan çevik kuvvet ve TOMA takviyesi getirmiş, Pazar gününün tatil olmasını fırsat bilerek fabrika önündeki direniş alanını işçilere kapatmak için barikatlar kurmuştu. Buna karşı gece saatlerinde direniş alanına tarlalardan sızma yaparak gelen işçiler yine polis tarafından tartaklanarak alandan atılmış, bu saldırı üzerine işçiler fabrikadan Çatalca Kaymakamlığına yürüyüşe geçmiş, kaymakamlık önünde sabahlamış, ertesi gün öğlen saatlerinde direniş alanını geri kazanmıştı. Ayrıca bir gün önce polisini işçilerin üzerine salan devlet bu kararlı mücadele sonucunda müfettişlerini patronun üzerine salmak zorunda kalmıştı.

İşte bu kazanımlarla direniş alanına işçilerle birlikte “direne direne kazanacağız” sloganlarıyla yürüyüş yaparak giriş yaptığımız sırada, direnişe destek amacıyla ziyarete gelmiş olan popüler sosyalist partilerimizden birine mensup bir arkadaşımız beni de tanıyarak yanıma geldi ve kulağıma eğilerek şöyle dedi: “Sarı sendika değil mi bu?” Şaşakaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. “Hayır değil!” dedim. Başka bir şey diyemedim. Ama içime oturdu. Ve yazmaya karar verdim. Yaşadığım bu an sol siyasete hâkim olan kimlikçilik belasının ne kadar derin olduğunun yeni bir örneğiydi. Tekgıda-İş’in Türkiye işçi sınıfı tarihinin en önemli köşe taşlarından biri olan Tekel direnişinin mirasçısı olması bir yana yakın zamanda Nestle’den Cargill’e, Bel Karper’den, Adkotürk’e grev ve direnişler, halihazırda Perfetti’de sürdürülen kapı önü direnişi ve örgütlenme süreci, Kristal yağ fabrikasındaki grev ve daha pek çokları ortadayken, 45 bin üyesinden topladığı aidatları grev ve direniş fonları aracılığı ile greve çıkan ya da işten atıldıktan sonra direnişe geçen işçiler için harcayan Tekgıda-İş’e “sarı sendika değil mi bu” demek bir akıl tutulması olsa gerek.

Bu akıl tutulmasının ardında sınıftan tamamen kopmuş olan Türkiye solunun giderek içine düştüğü kimlikçilik batağı var. Tekgıda-İş Türk-İş konfederasyonuna değil de DİSK’e bağlı olsaydı bu soruya muhatap olacağımı zannetmiyorum. Aynı bakış açısı, belediye, sağlık, genel hizmetler işkollarında CHP’li belediye başkanlarından destek isteyerek örgütlenen, yani sosyal diyalog adı altında düpedüz sınıf işbirlikçiliği yapan DİSK üyesi bazı sendikalar ve sendikacılar için “sarı mı” diye sormayacaktır. Oysa sorulmalıdır. Patronun ya da işverenin icazetiyle sendikacılık yapmak sarı sendikacılığa kapıyı ardına kadar açmaktadır. Kimlikçilik, sendikanın sınıf mücadelesindeki pratiğine değil geçmişinin ya da yöneticilerinin sağcı mı solcu mu olduğuna bakarak yapılan değerlendirmeleri beraberinde getiriyor.

Örneğin Tekgıda-İş solcu bir sendika değil. Olması da gerekmiyor. Hiçbir sendikanın solcu olması gerekmiyor. Birleşik Metal-İş DİSK üyesi diye ona solcu etiketi yapıştırsanız da üyelerinin çoğunluğunun solcu olmadığı gerçeğini değiştiremezsiniz. Sendika ile parti arasındaki farkı doğru kavramak gerek. Sendika siyaset ayrımı yapmadan tüm işçileri örgütler ve örgütlemelidir. Siyasi partinin ise adı üstünde bir siyasi programı vardır ve bu programı benimseyenlerin örgütüdür. Devrimci İşçi Partisi’nin programı devrimci işçi iktidarıdır, bu doğrultuda işçi sınıfının solcusunu değil öncüsünü örgütlemeyi önüne koymuştur. Sendikalara sınıf sendikacılığının hâkim olmasını savunmaktadır. Bu da sendikaların solculaşması değil sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsız olması, sınıf mücadelesini esas alması, meslek ve işkolu dar görüşlülüğünü aşarak sınıfın tamamının, en genel anlamda dünya işçi sınıfının çıkarlarını savunması demektir.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2024 tarihli 179. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın.

levent dolek ağustos 2024 podcast