Türkiye Afrin'de yeni bir kapana doğru sürükleniyor

Türkiye'nin Kilis başta olmak üzere Afrin'e yönelik askeri yığınağı Ramazan Bayramı öncesinde başlamıştı. Bayramın hemen ardından ise Afrin'den kaynaklanan saldırıların artışı gerekçe gösterilerek, bölge TSK topçusu tarafından vurulmaya başlandı. Erdoğan da Harran'da Suriyeli mültecilerin kaldığı bir kampa ziyarete gittiğinde basına verdiği demeçte"Suriye’de şu anda olumsuz süreçler görülüyor. Eğer bu durum sınırlarımız için bir tehdit oluşturursa ‘Fırat Kalkanı’ operasyonunda olduğu gibi tepki vereceğiz" diyerek yeni bir askeri operasyonun sinyalini verdi.

Türkiye tarafından yapılan açıklamalarda Afrin tarafından sürekli askeri tacizler yapıldığından ve topçu atışının misilleme amacıyla yapıldığından bahsediliyor ama nereye, ne zaman ve nasıl bir nitelikte taciz/saldırı vb. olduğuna dair net bilgilere ulaşamıyoruz. Sınırdan kaçak girerken yakalanan tek bir şahsı bile duyuran Genelkurmay sitesinde de, basın yayın kuruluşlarında da bu saldırılardan bahsedilmiyor. Bombalama başladıktan sonra Afrin'den yoğun doçka atışı yapıldığı yönünde basına servis edilen haberler ise inandırıcılıktan uzak.

ABD ile Rusya arasında artan gerilimin Rojava'ya yansıması

Türkiye'nin Afrin bölgesine yönelik topçu atışları da, bölgeye yaptığı askeri yığınak da zaten bu saldırılara cevap vermek için değil, Suriye'deki siyasi ve askeri konjonktürün değişmesi dolayısıyla yapılıyor. Zira son dönemde ABD ile Suriye ve Rusya arasında artan gerilim Türkiye'nin Afrin üzerindeki baskısını arttırması için nispeten daha uygun koşullar yaratmış durumda.

ABD'nin düzenlediği ve PYD'nin (Demokratik Birlik Partisi)  silahlı gücü YPG (Halk Savunma Birlikleri) birliklerini kullandığı Rakka operasyonu sırasında, bölgede uçmakta olan bir Suriye uçağının düşürülmesi son derece önemli bir gelişme oldu. Bunun üzerine Rusya ve ABD arasında olası çatışmaları ve kazaları engellemek için yapılan karşılıklı bilgi alışverişine ilişkin anlaşma Rusya tarafından askıya alındı. Rusya kendi askerlerinin bulunduğu bölgelerde uçan her şeyi hedef alacaklarını açıkladı. Tüm bu olaylar, Suriye ordusunun Fırat nehrinin batısından Rakka'ya doğru ilerlediğine ve ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri'ne ait güçlerle bazı köylerde çatışmaya girdiğine dair haberlerin ardından gerçekleşti.

Gelişmeler Suriye ve Rusya'nın PYD öncülüğündeki SDG'ye (Suriye Demokratik Güçleri) yönelik yaklaşımında da önemli bir gerilimin doğmasına yol açtı. Suriye ordusu ve Rus birlikleri Fırat Kalkanı operasyonunun Mınbiç ve Afrin'e yönelmesine engel olmak üzere SDG ile aktif bir işbirliği içine girmişti. Rus birlikleri sıcak çatışmaların yaşandığı Mınbiç'te tampon bölge oluşturmuş,  Afrin'de ise SDG'ye ait silahlı unsurların yanında boy göstererek TSK ve ÖSO'nun bölgeye yönelik olası bir hamlesini caydırmıştı. Suriye ordusu, DAİŞ'e karşı savaşan SDG'ye düşmanlık gütmüyor, Rusya ise Kürtleri tümüyle ABD'nin nüfuz alanında bırakmak istemiyor, bu doğrultuda SDG ile hem askeri hem de siyasi bir işbirliği içine giriyordu.

ABD'nin SDG'ye ve onun başını çeken PYD'nin silahlı gücü YPG'ye silah vermeye başlaması ise Kürtleri ABD'ye daha fazla yaklaştırdı. Türkiye'nin Sincar (Şengal) ve Karaçok'ta düzenlediği askeri saldırılar bu yakınlaşmayı hızlandırdı. Rusya başından itibaren Kürtlerin ABD ile taktiksel işbirliğini mazur görüyordu. Hem Fırat'ın doğusuna müdahale etme olanakları sınırlıydı hem de Mınbiç ve Afrin'de Kürtleri kendi yanına çekme çabasından bu sebeple vazgeçmeyi akılcı görmedi. Ne var ki PYD'nin ABD ile ilişkisi silah sevkiyatı ile birlikte taktiksel seviyeden stratejik seviyeye doğru ilerliyor ve askeri düzlemden siyasi düzleme doğru genişliyordu.

ABD'ye teslimiyetin ve Suudi Arabistan'a desteğin kaçınılmaz sonucu

SDG'nin siyasi kanadı olan Suriye Demokratik Konseyi Eş Başkanı İlham Ahmed, Suudi Arabistan merkezli Al Riyadh'a verdiği demeçte ABD'yi en önemli müttefik olarak gördüklerini söyledikten sonra daha da ileri gitti. "Milliyetçilikten ve mezhepçilikten uzak bir demokratik Suriye inşa etme konusunda Suudilerle işbirliğine hazırız” diyerek Katar krizinin gündemde olduğu bir aşamada Suudi Arabistan'a açıkça destek verdi. İlham Ahmed'in ortaya koyduğu tutum PYD lideri Salih Müslim tarafından da tekrarlandı. Yine Suudi basınına konuşan Salih Müslim, İran'ı ve Suriye'yi Kürt düşmanlığı yapmakla suçladıktan sonra Rojava'da yaşayan Suudi aşiretlerine gönderme yaparak onlarla birlikte olmaktan gurur duyduklarını ifade etti. Salih Müslim daha önce de ABD'nin Suriye'nin hava üssünü füzelerle vurmasını alkışlamıştı.

Rojava'nın siyasi liderlerinin, Suudilerle mezhepçiliğe karşı işbirliği yapmak ve Suudi aşiretleriyle gurur duymak gibi akla ziyan açıklamalarının tek izahı ABD'den alınan silahların karşılığında siyasi bağımsızlıklarını tamamen yitirmiş olmalarıdır. Siyaseten ABD'ye teslim olan Rojava siyasi önderliği, bugüne kadar Rojava'nın elde ettiği tüm kazanımların temelini oluşturan üçüncü yol politikasını terk etmek zorunda bırakılmıştır. Suriye ve İran'ı eleştirmek, bu güçler karşısında bağımsızlığını korumak başkadır, Suudi gericiliğini överek ve onunla birlik olarak Suriye ve İran'a siyaseten saldırmak başka.

Afrin'de Rus kalkanı kalkıyor

Hal böyle olunca artık Suriye ve Rusya açısından PYD, YPG, SDG, SDK yani genel olarak Rojava Kürtleri'nin siyasi önderliği ABD'nin vekili ve taşeronu konumunda gözükmeye başlamıştır. Suriye ordusu Afrin'le Halep arasındaki yolu kesmiş, Afrin üzerinde fiili bir ambargo başlatmış, ardından da daha önce TSK ve ÖSO'yu caydıran Rus kalkanı Afrin'den kalkmıştır. Türkiye de bölgeyi vurmaya başlamıştır. TSK ve ÖSO'nun hedefinde ilk olarak Tel Rıfat ilçesi ve Afrin için stratejik önemde olan Minig Askeri Üssü bulunmaktadır. Rusya'nın, PYD'nin tutumu bu şekilde sürdüğü müddetçe TSK ve ÖSO'nun bu bölgelere taarruz etmesine ses çıkarmayacağı anlaşılmaktadır.

Bu koşullarda yeni bir operasyon kapıdadır. 10 gün önce Suudi basınında Suriye ve İran'a saldıran Salih Müslim şimdi bombardıman başlayınca Rusya'ya çağrıda bulunmakta ve Rusya'dan derhal Afrin'de üs kurmasını istemektedir. Bu çağrının karşılık bulup bulmayacağını göreceğiz. Ancak görünen o ki Rusya bunun için en azından PYD'nin Suriye ve İran'a karşı konumunu net şekilde değiştirmesini bekleyecektir. Bu, ABD'nin Suriye'deki ağırlığını arttırdığı ve Suriye ordusunun yeni bir kimyasal saldırıya hazırlandığına dair yalanlarla kendisine müdahale meşruiyeti sağlamaya çalıştığı bir aşamada zordur. SDG siperleri, karargâhları ABD askerleriyle, CIA ajanlarıyla doludur. ABD'nin karşılıksız verdiği tek bir çakıl taşı yoktur ve verdikleri her silah Rojava Kürtlerinin boynundaki emperyalist kemendin daha fazla sıkılması anlamına gelmektedir.

Nihayet Rojava siyasi önderliği, ABD'ye siyasi teslimiyeti sonucunda kendi gençlerini ABD operasyonunda ve Arap şehri Rakka önlerinde bir bir toprağa verirken, Kürt halkının ezici çoğunluğunu oluşturan Afrin'i kaybetmek durumuna gelmiştir. Bu koşullar altında Esad ve Rusya, ABD'nin vekili SDG'nin kontrolündeki bir Afrin yerine, bölgedeki varlığına uluslararası meşruiyet sağlaması mümkün olmayan ve Fırat Kalkanı'nda olduğu gibi her hareketini Rusya ile koordinasyon ve anlaşma içinde yürütmek zorunda olan TSK ve ÖSO'yu tercih edebilecektir.

Afrin operasyonu Türkiye'yi daha büyük bir kapana sıkıştırır

Afrin'e yönelik bir askeri operasyonun Türkiye açısından sonuçları son derece kötü olacaktır. Fırat Kalkanı bir kapana dönüşmüşken bir an için bu kapanın batı yönünden kırılacağı düşünülebilir. Halbuki bu bir yanılsamadır. Tam tersine Türkiye kapanın içine daha fazla girecektir. Türkiye'nin bir an için taşeron ÖSO güçleriyle Afrin'i ele geçirdiğini düşünelim. Bu bölgede Fırat Kalkanı bölgesinde olduğu gibi bir istikrar sağlamak imkânsızdır. Sünni Arap çoğunluklu Cerablus, Azez, El Bab üçgeninde kendisini bir kurtarıcı olarak sunan TSK, Afrin halkı tarafından dostane karşılanmayacaktır.

TSK ve ÖSO güçleri Afrin'de kendilerini uzun süreli bir yıpratma savaşı içinde bulacaktır. Kaldı ki Afrin'deki istikrarsızlık orada kalmayacak mutlaka Türkiye sınırlarının içine taşacaktır. Suriye ve Rusya'nın Türkiye'ye Afrin kapılarını açması, Türkiye'nin orada yaşayacağı sorunlarda ona yardım edeceği anlamına gelmez. Tam tersine Afrin, TSK ve ÖSO için bataklığa dönüştükçe Suriye ve Rusya bundan yararlanma fırsatı bulacaktır. El altından bölgedeki çatışmaları desteklemesi kuvvetle muhtemeldir. Ezcümle Afrin, Türkiye açısından Fırat kapanından daha fazla acı ve kayıp yaşatan bir kapana dönüşme potansiyeline sahiptir.

İlk düğmeyi yanlış iliklersen hepsi yanlış gider

İlk düğmeyi yanlış iliklersen geri kalan tüm düğmeler de yanlış gider. AKP Türkiye'sinin Suriye politikasının özeti işte budur. AKP iktidarı ve Erdoğan, önceliği Rojava'da olası bir Kürt oluşumunu engellemek olarak belirlemiştir. Bu aslında AKP ve Erdoğan'ın politikasından önce TSK'nın politikasıdır. Erdoğan ve AKP, muhalefeti sıkıştırmak ve kendi içindeki parçalanmaları gidermek için stratejik sonuçlarını hesap etmeden bu yanlış politikaya sarılmaktadır. TSK'nın maddi ve manevi olarak sınır dışına odaklanmasından da ayrıca memnundur. Aynı süreç içinde Türkiye’nin Suriyeleşmesi de siyasi ortamı kontrol etme açısından olanaklar yaratmaktadır. Ancak AKP ve Erdoğan'ın iktidara tutunmak için yaptığı manevralar tüm ulusu bir çöküntüye sürüklemektedir. Suriye politikası bu çöküntünün en çarpıcı şekilde yaşandığı sahadır.

Türkiye bu politikayla içerde Kürt sorununun çözümündeki tüm inisiyatifini yitirmektedir. Suriye'de de herhangi bir inisiyatif kazanmak şöyle dursun giderek kapana sıkışmaktadır. Güya bu politikalar ABD'nin Suriye politikasına karşıdır. Ancak bu politikaların sonucu her seferinde Türkiye'yi daha fazla ABD nüfuzuna sokmaktadır. Çünkü Türkiye hâlâ NATO üyesidir. İncirlik üssü açıktır ve vızır vızır işlemektedir. Kürt sorununda inisiyatifi elinden kaçıran iktidar bu inisiyatifi ABD'ye vermiştir. Kürtleri ABD'ye itmektedir. İçerde istibdadı tahkim ederek, kardeş kavgasını körükleyerek ABD'ye karşı olası bir birliği de kendi eliyle zayıflatmakta, emperyalizmin ekmeğine yağ sürmektedir.

Kürtlerle barış, emperyalist zincirleri kır

Türkiye milletin ayağında bir prangaya dönüşen Fırat Kalkanı bölgesinden çekilmelidir. Afrin'e girerek halkların kardeşliğini dinamitlememeli, milletin ayağına yeni bir pranga daha takmamalıdır. Tüm gücünü esas büyük prangadan, yani emperyalist zincirlerden kurtulmaya odaklamalıdır. NATO'dan çıkmalı, İncirlik Üssü'nü kapatmalı ve bunu yaparken de Kürt halkının her yerde tüm haklarını tanıyarak emperyalizme karşı halkların saflarını bölmek yerine birleştirmelidir. Oysa, Erdoğan ve AKP tüm bunların tam tersini yapıyor.

O halde bu politikaların bedellerini canıyla kanıyla ödeyen emekçi halk kendi kaderini kendine eline almalıdır. Türkiye'yi istibdadın ve emperyalizmin prangalarından kurtarmak için mücadele etmelidir, Türk ve Kürt halklarını eşit ve özgür bir gelecekte buluşturmak üzere zincirsiz bir Kurucu Meclis şiarını yükseltmelidir. İşçi ve emekçiler, Kürt sorununun çözümünü ve Suriye politikasını her yanlarından emperyalizme bağlı ve miadını doldurmuş burjuva iktidarına bırakmamalıdır.