Soma’da bir maden işçisiyle ropörtaj: Gerçekleri söylemenin vaktidir şimdi

Soma’da yaşanan iş katliamı ile ilgili tüm ülke genelinde acı ve öfke hızla yükselirken özellikle acının merkezi olan Soma’da ve Manisa’da da bu acı ve öfke katlanarak yükseliyor.  Gerçek gazetesi olarak bu acıyı ve öfkeyi dillendirebilmek için bu maden havzasında çalışmış olan ve kısa bir süre önce işten ayrılan Mustafa Çidem ile bir röportaj yaptık. Mustafa Çidem’in anlattıkları gizlenmek istenen bir çok gerçeği açığa çıkartmaktadır.

Gerçek: Bu maden işletmesine nasıl girdiniz? İşe giriş süreci hakkında bilgi verebilir misiniz?

Mustafa Çidem: Benim asıl mesleğim camcılık. Ancak bu meslekte geçinmek oldukça zor... Ekonomik nedenler yüzünden sigortalı bir işe girmek istedim. Mahallede gezerken bir kahvenin camında maden için işçi alınacağına dair bir yazı gördüm. Bir arkadaşıma danıştım ve onun vasıtasıyla bu ilanın altındaki numarayı arayarak bu işe girdim.

İşe başlamadan önce bizi bir salona topladılar ve yöneticiler bize tozpembe bir tablo çizdi. İş güvencesinden, sigortaya, ulaşımdan, yemekten, iş güvenliğine kadar çok güzel bir tablo çizdiler. Mesela bir yönetici bize “Yerin altı bambaşka bir dünyadır. Boyunuzun üzerinde galerilerimiz var.” gibi madeni öven cümleler kurdu. Ancak bu sözlerin hepsinin koskocaman bir yalan olduğunu anlamamız çok sürmedi. İlk farkına vardığımız yalan “boy kadar galeriler” yalanıydı. Hemen hemen birçok galeriye eğilerek giriyorduk.  

Gerçek: Bu madende taşeron çalışma sisteminin olduğuna dair iddialar var; ancak hem patron hem de hükümet yetkilileri bunu yalanlıyor. İlan sahibi taşeron bir firma mıydı?

Mustafa Çidem: Görüntü itibariyle burada taşeron yok gibi anlaşılıyor. Aslında bırakın alt işveren aramayı, üst işveren denen maden sahibi bizzat taşerondur. Zira bu maden devletin madenidir ve bu firma devletin taşeronu olarak çalışmaktadır. Benim iş için aradığım kişi ise madende çalışan bir çavuştur. Bu madende “dayıbaşı” denilen bir sistem vardır. Çavuş dayıbaşıdır. İdari bölümden birilerini tanır. Onlara işçi başına komisyon verir, madende de çalışmaz. İşe aldırdığı işçileri gözetlerler. Yani sizin anlayacağınız bu madenlerde taşeronun taşeronu vardır.

Gerçek: Peki madende çalışma koşulları nasıldı?

Mustafa Çidem: Ben şalterci olarak görev yapıyordum. Hani şu kömürleri, işçi kardeşlerimizin ölen bedenlerini dışarı çıkartan bandı kontrol ediyordum. Diğerlerine göre daha rahat bir iş diyebilirim. Ama buna rağmen yeraltındaki tüm bölümlerde çalışma koşulları çok ağırdı. Zaten ben de bu çalışma koşullarına üç ay dayanabildim. Üç ay sonra çıktım. Madendeki birçok işçi de bu şekilde çalışıyordu. Çok az sayıda işçi çok uzun süre bu madenlerde çalışıyordu. İşçilerin çoğu da madencilerde görülen bir çeşit akciğer hastalığı çekmekteydi ( Meslek hastalığı PnÖmokonyoz ).

Haberleri izlerken asansörden falan bahsettiler. Madenlerde kesinlikle asansör yok. İşçiler madene kömürlerin taşındığı bantlarla iniyor, bantlarla çıkıyor. Özellikle iş çıkışlarında tam bir rezillik yaşanıyordu. İşçiler bir an önce yeryüzüne çıkabilmek için adeta birbirlerini eziyorlardı. Önce bandın başındaki bölüme gelirler burada beklerler. Sonra akmakta olan bandın üzerinde bir boşluk bulup kendilerini banda atarlar. İş aksamasın diye ne bant durur ne de kömürlerin taşınmasına ara verilir. Kömürlerin arasından yeryüzüne çıkarız.  

Çizmelerimiz çok kötüydü. Yerin altında dizimize kadar su vardı. Ayaklarımız vıcık vıcık su oluyordu. Kazmalarımız ve küreklerimiz çok kötüydü. Bir iki vurma ile kazmalar, kürekler kırılıyordu.  

İş elbiselerimiz çok kötüydü. Çoğu kez kendi elbiselerimizi kendimiz alıyorduk. Soyunma odalarımızın durumu ise işler acısıydı. Devlet zamanında yapmış, özelleştirildikten sonra patronlar bir çivi bile çakmamışlar. Burada ortak banyolarımız vardı. Çok kısa sürede yıkanmamız gerekiyordu. Zira sıradaki işçiler bir an önce eve gidebilmek için banyo kapısında birbirleriyle yarışıyordu. Aynı şekilde tuvaletlerimizde çok kötüydü. Kesinlikle temizlik adına hiçbir önlem yoktu. Madenden hastalanmasak bu banyolarda ve tuvaletlerden kesin hastalanırdık.

Bizim binalarımız çok kötüyken, bizim binamızın hemen karşısındaki yönetim binası ise şahaneydi. Gayet temizdi ve konforluydu. İki yeri karşılaştırınca işçi ile işvereninin konumlarını da anlayabiliyordunuz. Biz çalışıyorduk onlar rahat içinde oturuyorlardı. 

Gerçek: Yaşanan hastalıklara ya da iş kazalarına nasıl müdahale ediliyordu?

Mustafa Çidem: Sağlıkla ilgili hiçbir çalışma veya önlem yoktu. Ben defalarca iş kazası geçirdim. Örneğin bir keresinde ayağıma demir çarptı, yaralandım. Madenin dışındaki binadaki işyeri doktoruna gittim. Doktor diyorum ama doktor demeye bin şahit ister. Adam hiç ilgilenmedi benle, ayağıma bile bakmadı. Çok istiyorsan Soma’ya git dedi. Hemen hemen tüm işçiler meslek hastalığı taşıyorlardı, sürekli öksürüyorduk. İşe başlamadan önce bize bir kâğıt imzalattırdılar. Bu kâğıtta işçinin meslek hastalığına yakalanabileceğine, bundan dolayı işverenden bir hak talep edilemeyeceğine dair bir ibare vardı. İşe giren tüm işçilerin bu tehlikeyi göze aldıklarını belirtiyordu bu imza. Ancak yapacak bir şey yoktu. Yaşamak için çalışmak zorundaydık.

Sağlığımızı korumak içinse hiçbir önlem yoktu. Ben bir toplantıda işçilerin sağlığı için bir dolap yapılmasını ve bu dolapta ayran bulundurulmasını istedim. Ancak yöneticiler “çok istiyorsanız evinizden getirin ayranı” dediler.

Bize yemek vermiyorlardı. Evimizden ekmek arası bir şeyler getiriyor onları yiyorduk. Yemek için mola saati yoktu. İşlerin azaldığı bir ara ayaküstü ekmeklerimizi yiyorduk. Ayrıca diğer bir sorunumuzda yiyeceklerimizi farelerden koruyabilmekti. Bize yiyeceklerimizi korumamız için bir poşet veriyorlardı. Bunları çalıştığımız yere yakın bir yerde tavana asıyorduk. Yemek yemeye geçince farelerin poşetleri tırtıkladıklarını, kimi zaman ekmeklerin ucundan yediklerini görüyorduk. Ben çoğu kez aç kaldım. Ama birçok işçi arkadaş buna alışmıştı. Farenin dişlediği yerleri kopartıp ekmeklerini yiyorlardı.   

Arada mideniz bulanır, başınız ağrır, kendinizi kötü hisseder yeryüzüne çıkmak isterseniz, asla izin vermezler. Otur bir köşeye bekle derler. Suyumuz bitince de çıkamıyorduk. Sularımızı kendimiz yanımızda getiriyorduk. Sırt çantamız çok ağırdı, daha da ağır olmasın diye yanımıza mümkün olduğunca az yiyecek ve içecek alıyorduk. Madenin dışında bir kantin vardı. Çayı bile para ile alıyorduk.

Bu nedenle ben ambulansta sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmak isteyen işçiyi iyi anlıyorum. Çalıştığımız, soyunduğumuz, yıkandığımız hiçbir yer temiz değildi ki… Temiz yere hasret olduğumuz için temiz gördüğümüz hiçbir yeri kirletmeye kıyamıyorduk.    

Gerçek: Yapılan programlarda madende çalışan işçilerin birçok fabrikaya göre iyi bir maaş aldığını iddia ediyorlar. Söylenenler doğru mudur?

Mustafa Çidem: Evet, haberlerde bende bunu dinledim. Ancak bu söylenenler koskocaman bir yalandan ibarettir. Bir maden işçisi ancak 1 ay boyunca her gün çalışırsa, alsa alsa 1200-1300 TL para alabilir. Ancak en iyi, en deneyimli işçiler bile ayın her günü çalışamaz. İnsan vücudunun kaldıramayacağı bir çalışma sistemi var burada. Çoğu kez işe gelemiyorsunuz ve işe gelemediğiniz, kartınızı okutamadığınız an yevmiyeniz kesiliyor. Elbette Manisa genelinde işçilerin asgari ücretle çalıştırıldığını düşünürseniz alınan ücretin iyi bir ücret olduğunu düşünebilirsiniz. İşçilerin asgari ücretin üstünde bir maaş aldığını düşünebilirsiniz. Ancak burada büyük bir aldatmaca var. Zira maden sektöründe asgari ücret vergiden muaftır. Yani maden işçileri özünde asgari ücretle çalışır. Biz bu gerçeği çok geç öğrendik.   

Ayrıca sık sık “üretim artarsa size prim vereceğiz” derlerdi. Ama ben çalıştığım üç ay boyunca hiç prim alamadım. Alana da rastlamadım. Belki yönetici kadro alıyordur? Bizim günlük ton limitlerimiz vardı. Limitin altında kalırsak hakaretin bin bir türünü işitiyorduk. Limiti geçtiğimizde ise hiç prim falan görmedik.  

Gerçek: Madende çocukların ve kaçak işçilerin çalıştırıldığı iddiası içinse ne söyleyebilirsin?

Mustafa Çidem: Kaçak işçi çalıştırılıp çalıştırılmadığı noktasında bir şey diyemem. Ben görmedim. Genelde işe giren kişilerin hemen sigortası başlatılıyordu. Ancak madende çocuk çok gördüm. Yaşlarını sormadım ama 18 yaşın altında olduğunu düşündüğüm çocukların çalıştırıldığına şahit oldum. Bu çocuklar genelde getir-götür işlerine bakıyorlardı.

Gerçek: Madende çalışma süresi ne kadardı?

Mustafa Çidem: Görüntü itibariyle 8 saatti. Ancak madene gelmek için geçen zaman ve yeraltına indiğimiz süre bu hesabın içinde değildi. Maden Soma’ya 33 km uzaklıktadır. En yakın köyden gelen işçiler bile en az yarım saat, bir saat yolculuk yapıyordu. Zira yollarda çok kötüdür. Araçlar hızlı gidemez. Yol boyunca içiniz dışınıza çıkar. Daha madene inmeden yolun tozu ile nefesiniz kesilir zaten. Madene gelince üstünüzü değiştirirsiniz, madenin girişine gidersiniz. Kömür taşıyan bantlara biner aşağı inersiniz. Bantlardan sonra da bir müddet daha yürürsünüz. Mesaiyi devraldığınız arkadaşın yanına ulaşınca 8 saat başlar. Yani görünüşte 8 saattir ama en az 10 saatiniz iş için harcanır. 

Ben Manisa merkezde oturuyordum. Manisa’dan servisle ulaşıyordum madene. En az 4 saatim yolda geçiyordu. Bir süre sonra bölgeden işçi ihtiyacı karşılandıktan sonra Manisa servisini kaldırdılar. Bana Soma’ya yerleşmemi, aksi takdirde işten çıkarılacağımı söylediler. Bende hem sağlık sorunlarım yüzünden hem de bu nedenle işi bıraktım. İşi bıraktıktan kısa bir süre sonra hastalığımın artması ile doktora gittim ve kanser olduğumu öğrendim. Birkaç hafta sonra İzmir Tepecik Hastanesinde tedavi görmeye başlayacağım.

Gerçek: Sigortanız var mı?

Mustafa Çidem:Sigortam yok. Şu an çalışamıyorum. Malulen emekli olabilmek için SGK’ya başvurdum. Günüm eksik çıktı. Üstelik madende çalıştığım 3 ayın bir ayı da sigortada görünmüyor. Şimdi gün toplayıp malulen emekli olmaya çalışıyorum. Bir şeyler yapmaya çalışacağım artık.

Gerçek: Madenin yapılan denetimlerden başarıyla geçtiği söyleniyor sık sık. Madende iş güvenliği ile ilgili yeterli önlemler alındığını düşünüyor musunuz?

Mustafa Çidem:Kesinlikle yeterli önlem yok. Örneğin yeni galeri açmak için dinamit patlatılınca her yerim toz toprak olurdu. Dinamit patlatılırken maden içinde “kaçış yeri” denilen bir yere girerdik. Ama bu kaçış yerinin başka ülkelerdeki gaz sığınma odalarına benzer bir yanı yoktu. Tüm tozu toprağı yutuyorduk. Havalandırma sistemleri maliyeti düşürmek için çalıştırılmıyordu. Daha pek çok eksik vardı. Bu nedenle Soma’da gerçekleşen olaya iş kazası demek aptallık olur. Bu bir cinayettir. Bu madende ölüm, kader değil sıradandır.

Gerçek: Peki işçiler yaşadıkları sorunların çözümü için, talepleri için hiç seslerini çıkarabiliyorlar mıydı?

Mustafa Çidem:Buradaki işçiler genellikle Kırkağaç’ın, Soma’nın, Kınık’ın, Bergama’nın, Balıkesir’in köylerindendir. Bir yandan köydeki birkaç dönüm toprağı ya da hayvanları sayesinde ekonomik olarak rahatlar, bir yandan ev kirası ödemez. İşçiler için maden sigorta demektir. Buradaki işçiler çok fakir insanlardır; 1000 TL’lik bir iş birçok işçi için bulunmaz bir fırsattır. Bu yüzden işçilerin çok sesi çıkmıyordu. Bazen bireysel tepkiler oluyordu ama toplu bir biçimde tepki verildiğine şahit olmadım. Genelde de bu tarz tepkiler hemen baskı altına alınıyordu. Örneğin bir önceki Çalışma Bakanı bir gün buraya gelmişti. Yaptığı konuşmada bizimle gurur duyduğunu söyledi durdu. Ben söz istedim ve bu madende işçilere insan muamelesi yapılmadığını söyledim. Daha sözümü bitiremeden hemen beni susturdular.   

Gerçek: Peki burada bir sendika var. Türk İş’e bağlı Maden İş sendikası... Yaşadığınız bu sorunlarla ilgili sendikaya hiç başvurdunuz mu?

Mustafa Çidem: İşe girer girmez sendikanın odasına gittim. Beni çok iyi karşıladılar, çok ilgilendiler. Ancak üyelik formunu imzaladıktan sonra bir daha yüzlerini böyle güzel görmedim. İşten atılma sürecinde sendikaya bir daha gittim. Durumumu anlattım. Sendika temsilcisi bana: “Bu iş ağır bir iştir; yapamıyorsan, işe yaramıyorsan çıkarsın.” dedi. Böylelikle bu sendikanın ne olduğunu da öğrenmiş olduk.

Gerçek: Hükümet yetkilileri sürekli olarak ölü sayısını az göstermeye ve maden içinde kalan işçilerin sayısını vermeye çalışıyorlar. Son olarak sizce madende daha kaç kişi vardır diye soralım?

Mustafa Çidem:Ne işverenin ne de hükümet yetkililerinin madende kaç kişinin çalıştığına dair bir bilgisi olduğunu düşünmüyorum. Ben de madende tam olarak kaç kişinin çalıştığını bilemiyorum. Ama tahminimce binin üzerinde işçi bu madende çalışıyordu. Üzülerek söyleyebilirim ki tahmin edilenden çok işçinin maden içinde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu saatten sonra madenden işçilerin sağ çıkmasının da zor olduğunu düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.

Son olarak demek isterim ki bu kötü gidişe bir dur deme zamanı gelmiştir. Ben kendimi sorumlu hissediyorum. Ölen işçi kardeşlerimin kanlarının yerde kalmaması için mücadele etmemizin, gerçekleri her yerde her zaman söylememizin vakti çoktan gelmiştir. Ben gerçeklerin ortaya çıkması için elimden geleni yapacağım.