Sarı Yeleksizler: 12 ayda 12 halk isyanı!
Türkiye’nin sol aydınlarının Avrupa’nın postmodern akımının süslü arayışlarına verdiği önem insanı gerçekten hayrete düşürüyor. Bir ülkenin belirli yoksul katmanları bir buçuk aydır ortalığı kasıp kavuruyor, cumhurbaşkanını nakavt ediyor, “Paris yanıyor!” yaygarasına rağmen genel olarak halkın dörtte üçünün desteğini alıyor. Bizim sosyalist aydınlarımız, sarı yelek “boş gösterge” ya da “yüzergezer gösterge” midir değil midir, onu tartışıyor.
Başka güzellikler de var. Solda tek bir siyasi odağa özgü olmadan yaygın bir duyarlılık olarak var olan, kitlelerden ırkçılık, feminizm, homofobi, ekoloji gibi konularda siyaseten doğru yolda olduklarına dair sertifika talep etme yaklaşımının sakıncalarına daha önce değindik: Bu tutum, yarın has proleter devrimleriyle karşı karşıya kaldığımızda “solculuk” adına düpedüz karşı devrimcilikle sonuçlanır. Bu kitleleri, memnuniyetsizliklerine göz kırparak kapmak için pusuda bekleyen ön-faşist partiler (Fransa’da Le Pen) var. Onları sosyalistler kazanamazsa faşizm sürükleyip götürecek.
Başka bir yaklaşım da bu postmodern önyargılardan dolayı hareketten uzak duranların suçunu neredeyse Leninizmin ve onun parti anlayışının üzerine yıkacak. Yepyeni durumlar doğunca, ille geçmişte alıştığımız şemaları arıyormuşuz, oysa eski önyargılarımızı geride bırakırsak... Yani Sarı Yelekliler gibi hareketlerin desteklenmesi için insanın ille post-Leninist olması gerekiyor. Ne tuhaftır ki, biz Leninistler ne Gezi sonrası halk isyanına ne Sarı Yelekliler’e uzak hissetmedik, durum berraklaşır berraklaşmaz destek verdik Türkiye’de, Yunanistan’da, Brezilya’da, Fransa’da, kardeş partilerimizin bulunduğu her yerde bu hareketlerin içinde yer aldık. Çünkü Leninizm, post-Leninistlerin sandığı gibi, kendiliğinden hareketleri küçümsemez. Onlar devrimlerin toplumsal içeriğidir. Leninizm yalnızca o toplumsal içeriğe biçim kazandırarak işçi sınıfını ve halkı iktidara taşımak için devrimci bir partiye ihtiyaç olduğunu söyler.
Bir de maalesef örgütlü sosyalist hareketin saflarında görülen bir kafa karışıklığı var. Gezi’de doğmuştu, sonra Gezi’nin etkisi geçince unutulmuştu. Bugün maalesef hortluyor. Deniyor ki, kitleler yeni bir yol arıyor, biz de eskide ısrar etmemeliyiz. Onların yoluna uygun yeni mücadele ve örgüt biçimleri bulmalıyız.
Oysa kitlelerin politikadan şimdilik uzak durmasının gerisinde politik bakımdan geri bir bilinç evresinde olmaları yatıyor. Birincisi, devlet iktidarının toplumların hayatında ve geleceğinde ne kadar belirleyici olduğunu, ikincisi, bunu kavrayanın mutlaka siyasi olarak örgütlenmesi gerektiğini, üçüncüsü, işçi ve yoksulların davasının ancak inişli çıkışlı biçimde gelişebileceğini, bunun için de hareketin sürekliliğini, aklını ve iradesini taşıyacak disiplinli bir partinin ve ona uygun bir programın gerekli olduğunu henüz anlayamamış durumdalar. Sosyalistler geçmişte bunu anlamıştı. Şimdi politik arenaya yeni çıkmakta olan kitlelerin peşinde, geçmişte elde ettikleri düşünsel ve örgütsel mevzileri terk etmeleri değil, tam tersine, o mevzileri kitlelerin büyük enerjisini kendine cezbedecek tarzda güçlendirmeleri gerekir.
Bir de unutmayalım, Sarı Yelekliler örgütlü işçi sınıfı değildir. Küçük burjuvazinin yoksul katmanları ile örgütsüz, dağınık, mücadele edemeden çalışan işçilerden oluşmaktadır. Onlara uyarak mı “yeni örgütsel biçimler” arayacaksınız?
Nihayet, neredeyse herkes Fransa’ya takıldı kaldı. Oysa konuşulacak o kadar çok ülke var ki! Biz Sarı Yelekliler’i bir dizi yazıda ele aldık. Ama deyim yerindeyse “Sarı Yeleksizler”i de gözden kaçırmadık. Başka ülkelerde sarı yelek giymeden Sarı Yelekliler’e dava arkadaşlığı yapanları! Fransa gibi bir emperyalist ülkede yaşanan bir halk isyanı medyada büyük yer tutuyor. Ama başka ne çok ülkede halkın ayağa kalkmasına, taleplerle sokaklara çıkmasına, içinde yaşadığı koşullara isyan etmesine tanık oldu 2018 yılı.
Ocak’ta İran ve Tunus, Şubat’ta Romanya, Mart’ta Slovakya, Nisan’da Nikaragua, Mayıs’ta Ermenistan, Haziran’da Ürdün, Temmuz’da Irak ve Haiti, Aralık’ta ise Sudan ve Macaristan. Fransa’yı da ekleyin, eder size 12 ülke. 12 ayda 12 ülkede halk isyanı! Hiçbiri henüz devrime dönüşmedi, ama devrimin bir adım öncesi demek halk isyanı.
Sarı Yeleksizler’in ülkelerinin beşinin Müslüman ağırlıklı ülkeler olduğu, önemli bir kısmının bizim coğrafyamızda yer aldığı dikkatinizi çekiyor mu? 2011’de başlayan Arap devrimini izleyen büyük olaylar da işte esas olarak bu coğrafyada olmuştu.
Türkiye’nin sosyalist aydını artık postmodernizmin şık ve laf ebesi aydınlarının kelime oyunlarını bırakmalı, işin bu yanına bakmalı. Sarı yelekler “boş gösterge” mi dediniz? Hayır, hiç de boş değildi. İçinde emekçi, yoksul, hayatı paramparça insanlar vardı. Ölmeye razı insanlar. Sadece polisle çatışmada değil, döner kavşaklarda, otoyol gişelerinde TIR kamyonları altında kalarak da. Şimdiye kadar 10 insan öldü zaten. Halk isyanları ve devrimlerin internetle ya da göstergelerle değil, bedenini ölmeye bile hazır şekilde silahlı devlet güçlerinin karşısına çıkartmaya cesaret eden insanlarla yapıldığını artık hatırlamanın zamanı geldi. Çünkü dünya halkları bizi uyarıyor: Ben devrim istiyorum diyor! Öyleyse göreve, mücadeleye, örgütlenmeye!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2019 tarihli 112. sayısında yayınlanmıştır.