Dört hafta, iki yumruk: Sarı Yelekliler daha yeni başlıyor

Dört hafta, iki yumruk: Sarı Yelekliler daha yeni başlıyor

Devrimci İşçi Partisi'nin Fransa'daki kardeş grubu Renaissance Ouvriere Révolutionnaire (ROR), Sarı Yelekliler hareketine erken bir aşamadan itibaren siyasi destek verdi, mücadelenin içinde yer aldı. Aşağıda ROR mensubu bir yoldaşımızın mücadelenin içinden aktardığı olayları ve siyasi değerlendirmesini okuyabilirsiniz.

 

“Fransa sıkılıyor”. 1968’de, tarihin en büyük dünya devrimci dalgalarından birinin ilk barikatlarının Paris’te kurulmasından kısa bir süre önce, Fransa’nın ünlü “Le Monde” gazetesi böyle yazıyordu. Yarım asır sonrasında, 2018 Kasım’ının ilk yarısında Fransa’nın sakin bir güz geçirdiğini söyleyeni kimse yadırgamazdı. Bir ay sonra, Fransa ve dünya bir kez daha kitle eylemlerini, işgalleri, grevleri ve sokak çatışmalarını tartışıyor, ne de iyi kazmış ihtiyar köstebek!

Kimler mücadele ediyor?

Son yıllardaki Fransız siyasetini, özellikle de ön-faşizmin yükselişini açıklamak için sıkça kullanılan ve bazı önemli gerçeklere de kısmen denk düşen bir önerme, Fransa’nın unutulmuş küçük kent ve kasabalarının, Fransız taşrasının, yani “Periferik Fransa”nın öfkesinin seçim sandıklarında önemli bir faktör haline geldiğiydi. Sarı Yelekliler hareketinin başlangıcı da aslında, Fransız taşrasında özellikle küçük burjuvazinin alt kesimlerinin “nokta atışı” yol kesmelerle ekonomide aksamalara yol açmayı hedeflemesiydi. Denilebilir ki, istisnasız biçimde Fransa’daki kitle mücadelelerinin hep merkezinde yer almış olan Paris, ilk eylem günü olan 17 Kasım’da ikinci planda kalmıştı. Şehirde herhangi bir kitle eyleminin olmamasının yanı sıra, hareketin örgütlenmesi için Fransa’nın birçok yerinde yapılan toplantıların Paris’te olmaması da bunun işaretlerinden biriydi. Bu aşamada Fransa solunun ve sendikaların tavrı ise, küçük istisnalar dışında, umursamazlık ile husumet arasında değişiyordu. O zaman ön-faşistlerin ve faşistlerin hareketin fiili sözcülüğünü üstlendiğini ve özellikle ulaşım sektöründeki patron sendikalarının hareketi desteklediğini belirtmek gerek.

İlk haftaki eylemlerin başarısı, burun kıvıran birçok kesimin de yüzünü Sarı Yeleklilere dönmesini ya da en azından husumet tavrından vazgeçmesini sağladı. İkinci büyük eylem günü olan 24 Kasım’a giderken, patron sendikaları hareketin fazla radikalleştiğini söyleyerek çekilmeye, konfederasyonlar olmasa da bazı sendikalar destek açıklamaya ve devrimci Marksist kökenli örgütlerden NPA ve ROR başta olmak üzere çeşitli örgütler de hareketin içinde yer almaya hazırlanmaya başladılar. Burada mutlaka vurgulanması gereken bir nokta, Fransa’da onlarca yılın mücadele tecrübesine sahip örgütlerin birçoğu Sarı Yeleklilere resmi destek açıklaması yapmak için haftalarca beklemişken (ve bazıları hâlâ net bir pozisyon takınmamışken), Fransa’da mücadeleye atılalı henüz iki yıl olmamış gencecik ROR’un ilk haftanın bilgileri gelir gelmez tüm enerjisiyle Sarı Yeleklilerin yanında ve içinde yer almasıdır. ROR aynı zamanda, daha etkin bir rol oynadığı öğrenci hareketinin içerisinde de mücadelenin Sarı Yelekliler ile birleştirilmesi için çaba gösteriyor.

Bu noktadan sonra, hâlâ hareketin içerisinde kendi sembollerini de kullanarak örgütlü biçimde yer almaya devam eden faşistlerin ağırlığı her geçen hafta daha da azaldı. Burada bir dipnot düşerek, hareketin tabanında en aktif olan unsurların Le Pen’in ön-faşist RN’sinin (Ulusal Beraberlik) militan ve taraftarları değil, faşist Action Française ve türevi örgütler olduğunu belirtmekte fayda var. Dahası, eylemlerin son iki haftasında, bizim bilgimiz dâhilinde olan en az dört vakada faşistlerin kortejleri eylemden uzaklaştırıldı, faşistlerin kullandığı monarşi bayrağı ateşe verildi ya da farklı yöntemlerle eyleme katılmaları engellendi.

İşçi sendikalarının ve özel olarak da CGT’nin eylemlere karşı husumet tavrı ise yerini bir çeşit rekabete bıraktı. İlk iki hafta eylemleri eleştirmekle yetinen CGT, 1 Aralık’ta, Sarı Yeleklilere alternatif olarak, République (Cumhuriyet) Meydanı’nda kendi eylem çağrısını yaptı. Aynı gün Sarı Yelekliler eyleminin polisle yoğun ve sert bir fiziksel mücadeleye tanık olması sonrasında ise CGT, 6 sendika konfederasyonu ile birlikte eylemcilerin şiddetini eleştiren ve “toplumsal diyalog” talep eden bir çağrı yayınladı. Fakat belirtilmesi gereken nokta, CGT liderliğinin, bu mücadele kaçkını pozisyonda ısrarcı olurken tabanının kontrolünü gitgide yitirmesi. 1 Aralık’ta CGT eylemine, alışılmadık düzeyde düşük bir katılımla yaklaşık 2 bin kişi gelirken, birçok CGT militanı Sarı Yelekliler eyleminde, özellikle de demiryolu işçileri etrafında oluşan kortejde yer aldı. CGT’nin “toplumsal diyalog” açıklamasını ise, CGT’nin kimya sektöründeki sendikası “hareketin sırtına saplanmış bir hançer” olarak niteleyerek, açıklamayı desteklemediğini belirtti. Henüz Orléans gibi birkaç şehirle sınırlı kalsa da, Sarı Yelekliler ve CGT eylemlerinin birleştiği durumlar da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Sarı Yelekliler içerisinde de büyük ümit yaratan ve 9 Aralık Pazar gecesi başlaması öngörülen CGT FO’ya bağlı kamyon şoförlerinin grevi ise, hükümetin hızla verdiği bir taviz sonrasında başlamadan sona erdi. Fransa’nın en büyük çiftçi sendikası olan FNSEA ise “Sarı Yelekliler ile birleşmeksizin” hayat pahalılığına karşı sokağa ineceği tehditlerini yükseltmeye başladı. Ne var ki bu tehdidin içini doldurmaktan kaçındığını da gözlemlemek mümkün. Bu iki örnek de Sarı Yeleklilerin yarattığı tehdidin büyümesinden kaçınmak için tavizler vermeye hazır olan hükümetten küçük kazanımlar koparmak isteyen sendika bürokrasisinin manevraları olarak görülebilir.

Bu dönem, mücadeleye atılan bir diğer grup ise lise ve üniversite öğrencileri oldu. Üniversitelerdeki kaynama, 2018’in baharında büyük üniversite işgalleriyle zaten kendini belli etmiş fakat yazın gelmesiyle fiili olarak sönümlenmişti. Avrupa dışından gelen öğrencilerin ödeyeceği harçları takriben %1500 arttıran yeni bir kararname, üniversitelerdeki mücadelenin de fitilini ateşlemiş oldu. Bu mücadele dinamiği Sarı Yeleklilerin yarattığı siyasi durumla da birleşince, bir kez daha tüm Fransız üniversiteleri kitlesel öğrenci şuraları, üniversite “blokaj”ları ve henüz yeni başlamakta olsa da işgallerle sarsılmaya başladı. 2018 baharındaki harekette pek az varlık gösterebilmiş olan liselilerin son yıllarda görülmemiş kitlesellik ve radikallikte mücadeleye girmesi de pek zaman almadı. 11 Aralık Salı günü bir “liseli grevi” ilan edilirken, tüm Fransa’da binlerce kişinin katıldığı eylemler gerçekleşti.

İlk yumruk: Sarı Yelekliler heyulası

Mücadele için kolları sıvamış hemen hemen her insan “eylemlerin bir şeyi değiştirmeyeceği” şeklindeki, her tarafından yılgınlık akan klişeyi duymuştur. Sarı Yeleklilerin daha bir ayı doldurmamış olan mücadelesi, bu yılgınlık türkülerini söylemeye başlayacak herkese tekrar ve tekrar hatırlatılması gereken bir ders oldu. Bir buçuk yıldır Macron hükümeti ve Fransız burjuvazisi Fransız işçilerinin bütün haklarına ve mevzilerine tek tek saldırıp birçoğunu paramparça ederken, Sarı Yeleklilerin masaya yumruğunu vurması sonucu tablo bir anda değişmeye başladı. Öncelikle akaryakıt vergisine yapılan zammın 2019 yılı için iptal edildiği açıklanırken, 10 Aralık Pazartesi günü Macron, halka seslenip asgari ücretin 100 avro arttırılacağını açıkladı. Bütün bunlar, çok kısa bir sürede, şiddet uygulayanlarla tartışacak bir şeyi olmadığını söyleyen bir Cumhurbaşkanı’ndan alınmış tavizler ve sokakta, kitlesel ve “demokratik kurumlara” pek az saygı göstererek verilen mücadelenin ürünleri. Elbette tavizlere kanmamak, bunun kepçeyle alanların kaşıkla vermesi olduğunu hatırlatmak lazım. Fakat Fransız işçilerine ve halk kitlelerine daima “seçimleri beklemelerini”, itirazlarını “demokratik yollarla ifade etmelerini” tembihleyenlerin yıllardır elde edemediğinin, sert bir mücadele sonrası bir ay içinde elde edilmiş olması da mutlaka not düşülmelidir. Bundan, Türkiye işçi sınıfını her kritik eşikte bir sonraki seçimi beklemeye teşvik eden, “bu seferki seçim başka” palavraları anlatan bazı solcular da ders almalı ve gözlerini yerel seçimlerden uzaklaştırıp sınıf mücadelesine çevirmelidir.

Macron, Sarı Yeleklilere iki taviz verdi vermesine ama mesele bundan da ibaret değil. Devrim korkusunun, hâkim sınıflar için ne kadar canlı ve gerçek olduğunu, Sarı Yeleklilerin dünyanın farklı ülkelerinde yarattığı yansımalardan görebiliriz. Bilindiği üzere Türkiye’de sarı yelek almanın teröristlik delaleti olduğu yönündeki açıklamaları, istibdad cephesi içerisinde ülkenin büyük faşist partisi MHP ve küçük faşist partisi BBP’nin Sarı Yeleklileri Türkiye’ye taşımaya kalkışacaklara yönelik tehditleri izledi. Mısır’da sarı yelek satışı ise bir çeşit özel izne bağladı. Tam tersinden İspanya ise asgari ücretlerin %22 arttırıldığını açıkladı. Konuyu uluslararası bağlamından koparanlar, “bayram değil seyran değil”, İspanya’nın burjuva hükümetinin aklına nereden düştü bu zam diyebilir. Cevap ise sınırın hemen kuzeyinde Fransa’yı kasıp kavuran Sarı Yeleklilerin heyulasında yatıyor. Trotskiy, İspanya İç Savaşı üzerine yazarken, Stalinistlerin ittifak kuracak bir burjuvazi bulamadığında “burjuvazinin gölgesiyle” ittifak kurduğunu söyler. Şimdi de Sarı Yelekliler henüz gerçek anlamda Fransa dışına sıçramamış olsa da, Sarı Yeleklilerin gölgesi, daha doğrusu heyulası karşısında burjuvazi bazı ülkelerde mücadele için kolları sıvamaya, diğerlerinde ise tavizlere başladı bile. Yukarıda sözü edilen üç ülkenin de 2011 sonrası Akdeniz havzasını sarsan devrimci dalganın merkezinde yer aldığını hatırlatalım. Ey devrim heyulası, sen nelere kadirsin!

İşçi sınıfının liderliğinde, Avrupa’yı ön faşistlerin ve liberallerin elinden kurtaralım!

Fransa’da birçok kesim mücadelenin öyle ya da böyle içinde yer almaya başladı. Her gün yeni bir kesim, yeni bir güç kolları sıvayıp kavgaya giriyor. Fransa’da, 1936’daki o görkemli grevde, evlere temizliğe giden kadınlar dâhil, o zamana kadar hayal edilemeyecek güçlerin örgütlenip mücadeleye atıldığı anlatılır. Bugün de Sarı Yelekliler, henüz daha küçük ölçekte de olsa, benzer bir durum yaratıyor.

Ne var ki bütün bu güçler, hareketin liderliğini alıp, düşmana en stratejik darbeleri indirerek zaferi getirecek bir liderlikten yoksun. Sendika bürokrasisinin ve devletin koymaya çalıştığı zincirler kırılıp, işçi sınıfı hareketin liderliğini alabilirse, hem Fransa’da hem de Avrupa’da bütün verileri değiştirecek büyük bir zafer hızla kazanılabilir. Fransız solunun önemli bir kısmı, Sarı Yelekliler Macron’u devirir de yerine Le Pen gelirse şeklindeki tedirginliğini gizlemiyor.  Bunun ne kadar vahim bir yaklaşım olduğunu görebiliyor musunuz? Solun bir bölümü, salt faşizm güçlenecek diye son dönem Fransa’sında görülmüş en işçi düşmanı, “zenginlerin cumhurbaşkanı” tarafından yönetilen burjuva iktidarını desteklemeye hazır demektir bu. İşin ironisi şudur ki, Macron başta kaldıkça ve onun işçi sınıfının ve yoksulların hayatında yarattığı tahribat devam ettikçe, faşizm daha da güçlenecektir.

Siz işçi sınıfının öncülüğünü hazırlamak için çalışın, Fransız emekçilerinin Macron’u nakavt edecek olan yumruğu bakın nasıl bambaşka bir sonuç veriyor!