İstibdadın yeni dönemi: Patron sınıfının keyfi yönetimi
24 Haziran seçimlerinin ardından Erdoğan eline aldığı tüm yetkilerle istibdadın inşasına hız verdi. İnşa edilen rejimin esas gerici niteliği sınıfsal karakterinden ileri geliyor. Bu rejim sermayenin çıkarlarını koruyor. O kadar ki Erdoğan’ın atadığı bakanların birçoğu doğrudan patronlardan oluşmakta. Askeri vesayeti kaldırıyoruz iddiaları ise gülünç hale gelmiş vaziyette. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın Milli Savunma Bakanı olarak atanmasıyla artık ordu iktidar ortağı oldu.
Bu rejimde meclis tamamen taca çıkıyor. İlk günlerden itibaren Cumhurbaşkanı kararnameleri meclisteki yasama faaliyetinin yerini almış durumda. Halkın yaşadığı sorunlar dağ gibi yığılırken, meclis hiç de oralı olmuyor ama OHAL uygulamaları devam etsin isteyen yürütmenin isteğini derhal yerine getiriyor. Yeni meclisteki milletvekillerin işi sadece parmak indirip kaldırmak değil. Aynı zamanda muhalif milletvekillerine sille tokat saldırmak da yeni dönemdeki görev tanımları içinde.
Patronlar kabinesi
Gerçek gazetesi ve Devrimci İşçi Partisi’nin uzun zamandır vurguladığı gibi mevcut yapının bir Cumhurpatronluğu sistemi olduğunu bakanlardan da açıkça görebiliyoruz. Sağlık Bakanlığı’nda Medipol hastaneleri sahibi Fahrettin Koca, Milli Eğitim Bakanlığı’nda ise Özel Maya Okulları sahibi Ziya Selçuk bulunuyor. Dolayısıyla sağlık politikalarında halkın sağlığı değil hastanelerin kârı öne çıkacak. Eğitimde özelleştirmede de daha hızlı adımların atıldığına tanık olacağız.
Turizm bakanlığı ETS Tur sahibi Mehmet Ersoy’a emanet edilmiş durumda. Ulaştırma’da Kuzey Marmara Otoyolu ihalesini alan konsorsiyumun CEO’su Cahit Turhan var. Patates fiyatlarının 6 liraya ulaştığı ve Türkiye’nin patates ithalatına başladığı bir dönemde Tarım Bakanlığı’nın, uluslararası patates tekellerinden McCain Foods’un danışmanı Bekir Pakdemirli’ye verilmesi son derece ilginç bir tercih. Pakdemirli, Turkcell, Albaraka ve BİM şirketlerinde de yöneticilik yapmış bir isim. Yani çiftçinin değil yerli ve yabancı sermayenin dostu.
Kararname garabeti
Yeni yönetim sistemini savunanlar, tek adam eleştirilerine karşı Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin kapsamının sınırlı olduğunu vurguluyordu. Gerçekten de Anayasa’da yasa ile düzenlenmesi öngörülen alanlarda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamıyor. Ayrıca aynı konuda yasal düzenleme varsa ya da sonradan yapılırsa Cumhurbaşkanlığı kararnamesi değil yasa geçerli. Ancak uygulama tabii ki öyle olmadı.
Bir numaralı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ilk maddesinden başlayarak Anayasa’yı ihlal ediyor. Kararnamenin ilk maddesinin üçüncü fıkrası cumhurbaşkanına yetkilerini astlarına devretme yetkisi veriyor. Oysa cumhurbaşkanı yetkileri Anayasa’datanımlanmış. Yapılan,cumhurbaşkanının Anayasa’yı açıkça ihlal ederek kendi kendine yetki vermesinden başka bir şey değil.
Yasayla düzenlenmiş alanlarda ise çok daha bariz yetki gasplarının yapıldığını gördük. Seçimden önce meclisin Bakanlar Kurulu’nauyum yasaları çıkarmak için verdiği KHK çıkartma yetkisi suistimal edildi. Bu yetki artık var olmayan Başbakanlık ibarelerinin Cumhurbaşkanı ile değiştirilmesi ya da Başbakanlık Teşkilat Kanunu gibi uygulanma olanağı kalmayan yasaların yürürlükten kaldırılması gibi teknik uyumları içeriyordu. Bu yetki yasasının son günü cumhurbaşkanının yemin edip göreve başlayacağı 9 Temmuz’du. İşte bu son günde yürütmeye dair ne kadar kanun varsa KHK ile yürürlükten kaldırdılar. Bunların içinde Anayasa değişikliği ile ilgisi olmayan Genelkurmay Başkanlığı, Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Askeri Şura gibi kurumlara ait yasal düzenlemeler de vardı. Ortada yasa kalmayınca hepsi hakkında kararname çıkarttılar.
Keyfiliğin doruk noktası
Keyfiliğin en çarpıcı şekilde ortaya çıktığı durum ise çıkartıldığının ertesinde tekrar geri alınan ya da değiştirilen kararnameler. Bazı yanlışların olabildiğini ve iktidarın eleştirileri dikkate alarak gerekli düzeltmeleri yaptığını söylüyorlar. İnandınız mı? Tabii ki gerçeği söylemiyorlar. Örneğin sözde uyum KHK’sı ile rektörlerin en az 3 yıllık profesörler arasındanseçilme zorunluluğu kaldırılmıştı.Daha sonra cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile bu kural geri getirildi. Hatadan mı dönüldü? Hayır! Aradaki bir haftalık süre içinde 2017 yılında profesör olan yani eski kanunla rektör olması mümkün olmayan Nuri Aydın Cerrahpaşa Üniversitesi’ne rektör olarak atandı. İşlem tamamlandıktan sonra eski uygulama geri getirildi. Yani eleştirileri dinleyip kararı düzeltme yok. El çabukluğu var!
Balık baştan kokuyor. Tüm kurumlar peşinden gidiyor. Aynı süreçte Sermaye Piyasası Kurulu da çok benzer bir şey yaptı. Önce “insider trading” olarak bilinen bilgi suistimali ile borsa spekülasyonu yapmayı serbest bıraktı. İki gün sonra bir açıklama ile bu düzenlemeyi eski haline döndürdüğünü açıkladı. O iki günde ne mi oldu? Yorum sizin…
OHAL kalktı yasakları kaldı
18 Temmuz’da tekrar uzatılmayınca OHAL kalktı. Ancak meclisin çıkarttığı yasa ile Valilere kısmi OHAL ilan etme, kamu düzeni ya da güvenliğini bozabileceği şüphesi olan kişileri şehre almama yetkisi veriyor. Zaten pek çok yasa ile dokunulmazlık zırhına kavuşan MİT bilgi edinme yasası dışına çıkarılarak iyice denetimden azade kılınıyor. Gözaltı süreleri ise 3 yıllık bir süre için siyasi olaylarda, bireysel olaylarda 48 saate, toplu olaylarda 4 güne çıkartılıyor. Bu süreler iki defa uzatılabilecek. Yani gözaltı sürelerini üçle çarpmak gerekiyor.Ayrıca toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin de halkın yaşamını aşırı ve katlanılmaz derecede zorlaştırması durumunda yasaklanabilmesi öngörülüyor.
Haklar örgütlü mücadeleyle kazanılır ve korunur
Tüm bu maddeler kamu yöneticilerinin keyfi yorumları ile temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasını öngörüyor. Elbette ki halkın hala Anayasa’dan kaynaklanan hakları var ve keyfiliğe karşı hukuki mücadele yürütmek mümkün. Ama esas olanın örgütlü mücadele olduğunu hatırlamak gerekir. Örneğin 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasının hak olduğuna dair sayısız mahkeme kararı var. Valilerin güvenliği, ulaşımı, halkın yaşamanın zorlaştırılması ve benzeri gerekçeler göstererek yaptığı yasaklamalarının hepsinin hukuksuz olduğu tescil edilmiş durumda. Yarın da pek çok hukuki kazanımlar elde edilebilecektir. Ancak bunlar yetmez Taksim’in kapılarını açacak olan işçi sınıfının örgütlü gücüdür.Temel hak ve özgürlükler bunlar için verilen fiili ve örgütlü mücadele ile kazanılır. Sonra bu kazanımlar yasalara yazılır. Tersi doğru değildir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2018 tarihli 107. sayısında yayınlanmıştır.