Gezi ile başlayan halk isyanı 5 yaşında: İsyanımız sandıklarından büyüktü!
5 yıl önce halk, Gezi parkı ve Taksim’den başlayarak ayağa kalktı, 10 yıllık Erdoğan ve AKP’nin baskıcı, ayrımcı, mezhepçi, zengini daha zengin yoksulu daha yoksul yapan iktidarına karşı 80 ilde milyonlarla sokaklara inerek, meydanları zapt ederek isyan etti. İktidar kimyasal gazla bastırmaya, medya penguen belgeselleriyle gözden kaçırmaya çalışsa da hiçbiri kâr etmedi, halkın isyanının önüne geçemedi. Mehmet Ayvalıtaş, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan ve son olarak aylarca hastanede komada kaldıktan sonra yaşamını yitiren Berkin Elvan bu mücadelenin şehitleri olarak tarihe geçtiler ve halkın yüreğinde yaşıyorlar.
5 yıl sonra Gezi’yi sadece anmak yetmez. Israrla ve tekrar ders çıkarmak gerekir. Yoksa Gezi’nin üzerinden geçen yıllar onu geleceğe değil tarihin tozlu sayfalarına taşıyacaktır. Gezi ile başlayan halk isyanının ardından en çok söylenen sözlerden biri de “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”tı. Ancak hızla eskisi gibi bir siyaset halkın isyanının önüne geçmeye başlamıştı. Henüz Taksim ve Gezi Parkı’nda halk varken ve çadırlar, barikatlar yerli yerinde duruyorken, forumlarda yaklaşan yerel seçimler konuşuluyordu. Gezi polis marifetiyle boşaltıldıktan sonra, tüm Türkiye’de forumlar biçimiyle halk isyanını sürdürüyor ama en eski biçimleriyle burjuva siyaseti bulduğu her çatlaktan sızıyordu.
İsyanımız sandıklarından büyüktü, oyunu kendi ayaklarıyla atan, şehitler veren, iktidarını mutlak zannedenlere ecel terleri döktüren halk, 30 Mart yerel seçimlerine giderken bir anda Mustafa Sarıgüllerin, Mansur Yavaşların arkasında buldu kendini. Biz, “isyanımız sandıklarından büyüktür” dedik ve sandığa “hepsi gitsin” yazan kırmızı pusulalar attık. O günlerde Güllerle, Gülenlerle, Sarıgüllerle, gül kokulu bir Amerikan muhalefeti inşa oluyordu. Tatava yapma bas geç diyenlerse Sarıgüllere giden yolun taşlarına basıp Ekmeleddinlere geçeceklerdi.
Burjuvaziden demokrasi bekleyenler çok beklediler. Halkın tepkisinden korkarak Divan otelinin kapısını kerhen açan Koçlar, Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığı’na giden kapıları ardına kadar açtılar. TÜSİAD’ın halk korkusu tabii ki ağır basacaktı. Gezi’nin arkasında emperyalistler yoktu. Ama iktidara tutunan Erdoğan, Suriye’de emperyalizmin oyununu oynamaya devam edecekti. Çözüm süreci dedikleri Gezi günlerinde de bir yalandı. Özünde sermayenin petrol açılımı vardı. Diyarbakır’dan Tomalar batıya gönderilirken, Kürt sorununun çözümü ilerlemiyor Kürt halkının başına yeni çoraplar örülüyordu. 15-16 Haziran’ın yani tarihimizin şanlı işçi ayaklanmasının yıldönümünde, halk isyandaydı. DİSK ise Gezi parkına gelip sadece bir basın açıklaması yaptı. MESS sözleşmesine imzalar atılırken Gezi parkı gaza boğuluyor, halk polis şiddetiyle parktan ve Taksim’den atılıyordu.
İsyanımız sandıklarından büyüktü ama sandıklarda boğuldu. Sermayenin partileri ve emperyalizm ayağa kalkmış bir halkla uğraşmak yerine tabii ki işini Erdoğan ve AKP’ye gördürmeyi seçti. İşçi sınıfını kendi örgütleri, talepleri ve eylem biçimleriyle getiremediğimiz için gücümüz yetmedi. Erdoğan o günden beri hep ben sizden bir fazlayım dedi. Muhalefet Erdoğan’dan bir fazla olmaya çalışarak hep kaybetti. Çünkü Gezi ile başlayan halk isyanı ancak emekçileşerek ilerleyebilirdi. Erdoğan’a oy veren ama onun iktidarı tarafından ezilen yoksulları da yanına alarak ve bir avuç sömürücü azınlığa karşı yüzde 99’u birleştirerek başarılı olabilirdi.
Gezi günlerinde henüz yerinde duran Atatürk Kültür Merkezi’nin cephesinde bütün solun pankartları asılıydı. Bir tek Devrimci İşçi Partisi’nin pankartı genel grev şiarını içeriyordu! O günlerde bütün sol partiler dikkatlerini hızla 30 Mart belediye seçimlerine çevirirken Devrimci İşçi Partisi mücadelenin potansiyelinin henüz tükenmemiş olduğunu ısrarla söylüyordu. Sol elbirliği etti, isyanın ateşini sandığa tahvil etmeyi “gerçekçi” strateji saydı. Bugün geldiğimiz yerde bu stratejinin iflası ortadadır.
Gezi’den ders çıkarmaktan çok söz ediliyor. Çıkarmak isteyen için dersler ortadadır. Gezi’den sınıf mücadelesinin belirleyici önemi mesajını alamayanlar, seçimi politikanın tek yolu belleyenler, Koç’ları ilerici sayanlar, burjuva partileriyle, hatta faşizmin artıklarıyla kurtuluş arayanlar, Türkiye işçi sınıfını, emekçi halkını ve ezilenlerini yenilgiye götürüyor. Sosyalist bir sınıf alternatifinin inşası olmaksızın kurtuluşun yolu açılamaz.