Erdoğan’ın Kurucu Meclisi, bizim Kurucu Meclisimiz
Erdoğan’ın “benim gözümde 26. Dönem TBMM, Birinci Meclis’ten sonra ikinci kurucu meclistir” diyerek son toplantısını yaparak kendini feshetmiş olan bir meclisi Milli Mücadele’yi yürüten ve Cumhuriyeti kuran meclisle aynı kefeye koydu. Devrimci İşçi Partisi’nin 23 Nisan’da yani TBMM’nin kuruluş yıldönümünde yayınladığı bildiri ise Erdoğan’ın söylediklerinin tam tersi bir duruma işaret ediyordu: “23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kuruldu. Bu meclis, milli mücadeleyi yürüttü ve başarıya ulaştırdı. Sadece ulusal bağımsızlığı sağlamadı millet egemenliğinin gereği olarak tek adam yönetimi olan padişahlığa son verdi ve Cumhuriyet Türkiyesini kurdu. Bu meclis zamanla içinde sadece hâkim sınıf temsilcilerini barındırarak ve emekçi sınıfları dışlayarak bir burjuva toplumunun inşasına yöneldi. Ancak sonuçta Birinci meclis bir kurucu meclisti. Şimdi 98 yıl sonra şaibeli bir referandum sonucunda ölüm fermanı imzalanmış bu meclisi defnetmek üzereyiz. AKP ve MHP’nin baskın seçimi bunu amaçlıyor. 15 Temmuz’da darbecilerin meclise attığı bombalar onu yıkamadı. Ancak 16 Nisan referandumu ile meclisin temeli dinamitlendi.” DİP, bu gerçek durumdan şu sonucu çıkardı: “ya birinci meclis gibi ama bu sefer sınıf mücadelesiyle ve emekçi sınıfların elleri üzerinde yükselecek bir zincirsiz kurucu meclisle Türkiye yeniden kurulacak ya da bu meclis sonuncu meclis olacaktır.”
Erdoğan’ın “Birinci Meclis” benzetmesinin de “Kurucu Meclis” nitelemesinin de gerçeklikle uzaktan yakından bir ilgisi yok. 26. Dönem TBMM bırakın kurucu bir irade göstermeyi kendi kaderi üzerinde bile söz sahibi değil. Bu TBMM, en son uyum yasalarını çıkartmak için Bakanlar Kuruluna KHK çıkartma yetkisi vererek fiili iradesizliğini resmileştirmişti. Zaten Erdoğan’ın da son TBMM’ye kurucu meclis derken kastettiği de aslında meclis değil. Bunu sözlerinin devamından anlıyoruz: “Sizler Türkiye'yi kaostan kurtardınız. Başka partilerde her biri kriz nedeni olan değişimleri suhuletle başardınız.” Bilindiği gibi meclis farklı partilerden oluşmaktadır. O halde neden meclisin “başka partilerde her biri kriz nedeni olan değişimleri başarmak” gibi bir görevi olsun? Erdoğan’ın meclise sesleniyor gibi gözükürken asıl kastettiğinin kendi partisi olduğu bizzat kendi sözleriyle ortaya çıkıyor.
Erdoğan, kendisine başkanlık yolunu açan Anayasa değişikliğini kurucu bir irade olarak adlandırıyor olabilir. Ancak hatırlanacak olursa Anayasa değişikliği mecliste oylanırken bir Kurucu Meclis erdemiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan manzaralar yaşanmıştı. AKP’liler Anayasaya’ya aykırı biçimde açık oy kullanmaya zorlanmıştı. Yani bırakın milletin iradesini temsil etmeyi kendi şahsi iradelerini ve haysiyetlerini bile koruyamayan milletvekilleri AKP’li şeflerine hangi oyu verdiklerini kanıtlamak için kırmızı ve yeşil pusulaları teslim etmişti. AKP’li sağlık bakanı Recep Akdağ’ın oylama sırasında kendisini eleştiren başka bir milletvekiline “suç işliyorum, sana ne, sana mı soracağım?” sözleri ise hala unutulmuş değil.
Bu meclis, ana muhalefet partisinin de kısmi katkısıyla, kendi milletvekillerinin dokunulmazlığını toptan kaldırarak kendini istibdadın yargısına tutsak etmiş bir meclistir. Daha kendi milletvekillerine sahip çıkamayan bir meclis, olsa olsa kendi sonunu getirir.
26. Dönem TBMM’nin 15 Temmuz darbe girişimine direnmesinin de bir kıymeti kalmadı. 15 Temmuz’da TRT’de yayınlanan darbe bildirisi meclisin feshedildiğini duyurmuştu. Darbe başarısız oldu ama bir buçuk sene içinde meclis kendi kendini feshetti. TBMM’yi yetkilerinden arındırılmış sembolik bir kuruma dönüştürdü. Öyle ki bugün 24 Haziran seçimlerinde Erdoğan’ın meclis çoğunluğunu kaybetmesi halinde meclisi feshederek yeniden seçime gideceği neredeyse kesin. TBMM’nin bunun karşısında yapabilecek hiçbir şeyi yok. Çünkü 26. Dönem TBMM’den geçen Anayasa değişikliği ile tamamen zincire vurulmuş durumda. Erdoğan’ın sonuncu meclise “Kurucu Meclis” güzellemesi yapmasını anlatan özlü bir atasözümüz var: “Kör öldü badem gözlü oldu!”
Bugün Türkiye’de TBMM hiçbir yönüyle bir kurucu meclis karakteri taşımıyor. Ancak Türkiye’nin istibdaddan kurtulması için zincirsiz bir Kurucu Meclis’e ihtiyacı var. Bu meclis 24 Haziran’da oluşturulacak zincirli, yetkileri alınmış ve kaderi Cumhurbaşkanının iki dudağı arasındaki meclis değildir. Zincirsiz bir kurucu meclis seçimi her şeyden önce barajsız ve yasaksız olmalıdır. Tüm partiler ve bağımsızlar bu seçime girebilmelidir. Ne resmi barajlar ne de siyaseti burjuvaların gölgesinde yapmaya zorlayan, siyaset kapılarını işçi ve emekçilere fiilen kapatan parasal engeller olmalıdır. Medya tekeline son verilmeli, bütün yayın organları her partinin adaylarına eşit zaman ayırma yükümlülüğüne sahip olmalıdır. Devlet radyo ve televizyonu bütün adaylara yer vermelidir. İktidar mensupları resmi bütün olanaklarını terk ederek muhalefetle eşit koşullarda seçime girmeli, ne cumhurbaşkanı uçakları, ne de resmi araçlar seçim faaliyetinde herhangi bir şekilde kullanılamamalıdır. Merkezi devletin ve belediyelerin halkın vergileriyle toplanan parası iktidar partilerinin propagandası için ne bilbordlarda, ne ulaşım araçlarında kullanılamamalıdır. Muhalefet partilerinin hiçbir seçim faaliyeti polis müdahalesiyle karşılaşmamalıdır. Bütün muhalefet partilerinin adaylarının tutukluluk haline son verilmeli, kayyıma verilmiş belediyeler yeniden seçilmiş temsilcilere teslim edilmelidir.
Milletin iradesi üzerinde ipotek kuran emperyalist mali, askeri, siyasi zincirler kırılmalıdır. Tüm emperyalist üsler kapatılmalı, Türkiye NATO’dan çıkmalıdır. İstibdad ve sermaye el ele Türkiye’yi ekonomik olarak batırıyor. Halkın kendi geleceğini planlayabilmesi için sermayenin boyunduruğundan kurtulması gerekir.
Tüm bunları gerçekleştirmenin yolu meclis koridorlarından geçmiyor. Sınıf mücadelesinden, işgallerden, grevlerden, direnişlerden geçiyor. Türkiye’nin emekçi halkı bunları ekmeğini ve hürriyetini savunmak için defalarca yaptı. Yine yapacaktır. Ve bu mücadeleler sınırlarını aşıp birleştiğinde Türkiye’nin kaderi sandıklarda değil meydanlarda belirlenecektir. Sınıf mücadelesinin üzerinden yükselecek zincirsiz Kurucu Meclis’in yeniden kuracağı Türkiye sermayenin ve emperyalizmin değil emeğin damgasını taşıyacaktır.