Başyazı: Siyasetin kimyasını da matematiğini de değiştirebiliriz
Türkiye seçimlere mi gidiyor yoksa bir uçuruma mı? 2019’da bir seçim olacak mı seçim seçime benzeyecek mi o bile belli değil. 16 Nisan halk ve tarih nezdinde meşruiyetini sağlayamamışken, referandumun seçim hilelerini yasa yapıp önümüze getiriyorlar. Yetkilerini alıp zincire vurdukları meclisi bir de yüzde 10 barajıyla boğmaya devam ediyorlar. Ekonomi çöküşün eşiğinde, özelleştirme ve borçlanma ile yangına benzin döküyorlar. Her şey, işler bugünkü gibi giderse 2019 virajının sonunda, bizleri düzlüğün değil uçurumun beklediğini gösteriyor. Öyle gitmemesini sağlamak, işçinin emekçinin elinde.
Bugünden baktığımızda Türkiye’nin emekçi halkının gözünü sandığa dikmesi, çareyi sandıkta araması için hiçbir sebep yok. Modern tefeciler yani bankalar seçimi beklemiyor, borcunu ödemedin mi derhal haciz memuru gönderiyor, hesabına, evine barkına ipotek koyuyor. Patronlar da seçimi beklemiyor, işten atıyor, hak gasp ediyor, gün gün ihalesini kovalamaya devam ediyor.
Sahte ve ikiyüzlü demokrasi, sandık edebiyatına bayılır. Sandığı milli iradenin adresi olarak gösterir. Kendisi ise işini hep başka türlü görür. Ülke sandık iradesiyle mi yönetiliyor zannediyorsunuz? Mesela emperyalist tekel Cargill Türkiye’de seçimlere mi giriyor? Mecliste milletvekili, hükümette bakanı mı var? Ama hükümete bir rapor veriyor, anında Şeker fabrikaları haraç mezat satışa çıkartılıyor. ABD emperyalizminin tepe tepe kullandığı üsler ona seçimle mi verildi? Alman emperyalizminin Şansölyesi Merkel, hangi sıfatla Türkiye’den istediği mahkeme kararını çıkartıyor? Mavi Marmara katliamında İsrail’i aklayıp Türk mahkemelerindeki davanın düşürülmesi için kim oy verdi?
Büyük patronların örgütü TÜSİAD 16 Nisan’da muhtıra verdi. Sandıktan ne çıkarsa çıksın benim dediğim olacak dedi. NATO’da kalacağız, AB’ye yöneleceğiz, işçiyi ezeceğiz dedi. Hepsini günü gelince yapıyorlar. Bir tek OHAL’in kaldırılması var. Ona da Cumhurpatronluğu gelirse zaten gerek kalmayacak. Ezenler, sömürenler, emperyalistler cephesinde kimse işini seçime bırakmıyorken işçi sınıfı ve ezilenler neden öyle yapsın?
İşçi sınıfı ve emekçiler sandıkta olduğundan çok daha fazla sokakta, meydanda, madende, fabrikada güçlüdür. Bugünün işini yarına bırakmadığında; grevle, işgalle, direnişle hakkına sahip çıktığında kazanmaktadır.
Türkiye ekonomisi ve siyaseti, sandıklar kuruluncaya kadar sarsıcı depremler yaratacak çok sayıda fay hattına sahiptir. Bu depremlerde ya emekçi halk enkaz altında kalacak ya da emekçi halk bu kirli düzeni gömecektir.
Emeksiz yemek olmaz! Bu tayin edici mücadeleye hazır bir şekilde girmek için işçi sınıfının ve emekçilerin saflarını sıklaştırmaya, Türkiye siyasetinde emeğin kutbunu oluşturmaya çağırıyoruz. İstibdadın toplumda yarattığı kutuplaşma, bir avuç sömürücü azınlığın çıkarınadır, kardeş kavgasına götürür. Emeğin kutbu ise tüm milleti ekmek ve hürriyet kavgasında birleştirir. Kürtlerle barıştırır, komşularla barıştırır, emperyalistlerle savaşacak gücü ortaya çıkarır.
Emeğin kutbunun koordinatları bellidir. Soldadır! Gerçek solun ekseni ise işçi sınıfı siyaseti ve anti-emperyalizmdir. CHP’nin şurasında burasında, HDP’nin yerinde yöresinde yol arayan yolunu kaybeder. Çünkü işçi sınıfı siyaseti, emekçi kimliğini sevmek değildir. Adlı adınca sermayeyle mücadele etmek, TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı ile tefeci bankalarıyla kavgaya tutuşmaktır. Şeker fabrikalarının satışına karşı çıkmakla yetinmeyip Tüpraş’ın, Petkim’in, kilit sanayi dallarının ve tüm özel bankaların kamulaştırılmasını savunmaktır.
Anti-emperyalizm ise nostalji değildir. Alabildiğine günceldir. Türkiye’nin derhal NATO’dan çıkmasını ve İncirlik başta olmak üzere emperyalist üsleri kapatmasını savunmayı gerektirir. Demokrasi AB’nin emperyalist kapısında aranmaz. Hak ve özgürlükler AB’si, ABD’siyle emperyalizmle birlikte değil ancak bu gericilik merkezlerine karşı savunulabilir.
Bugün işçi sınıfı siyasetini sahibiyle, anti-emperyalist mücadeleyi öncüsüyle buluşturmak gerekir. Yani işçi sınıfının kendisiyle... Bunu gerçekleştirebilecek tek potansiyel Türkiye sosyalist hareketindedir. Bunu başardığımızda öyle bir güç açığa çıkar ki Türkiye siyasetinin tüm kimyasını da matematiğini de değiştiririz.
Yüz bin imzayı geride bırakır milyonların teveccühüne kavuşuruz. Sömürü düzenine ve emperyalizme karşı biriken öfkenin akacağı sağlıklı ve verimli bir kanal açmış oluruz. O zaman Türkiye, Erdoğan’ın karşısında Gül’ü, kötü faşistin karşısında İYİ faşisti değil, zincirli meclise kimin kaç vekille gireceğini değil, ekmek ve hürriyet kavgasının zaferini, zincirsiz bir Kurucu Meclis’le ülkenin yeniden kuruluşunu tartışmaya başlar.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2018 tarihli 102. sayısında yayınlanmıştır.