1 Mayıs’ın gösterdiği: Sosyalistlerin netliğe, işçi sınıfının birliğe ve bağımsızlığa ihtiyacı var!
1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak Türkiye’nin dört bir yanında kutlandı. Kutlamaların yaygınlığı ve katılımın kitleselliği işçi sınıfının Türkiye’nin geleceğine damgasını vuracak bir potansiyel taşıdığının göstergesi oldu. Öte yandan işçi sınıfının sendikal açıdan birliğini ve dayanışmasını güçlendirmek, siyasal olarak da sermayeden, devletten ve emperyalizmden bağımsızlığını sağlamak için katedilmesi gereken önemli mesafeler olduğunu gördük.
Taksim 1 Mayıs alanıdır! Ancak 1 Mayıs Taksim değildir!
İstanbul her zaman 1 Mayıs’ın kalbi olmuştur. İşçi sınıfın kalbinin attığı yer, yasak da olsa açık da olsa her daim Taksim Meydanı’dır. Taksim bu yıl da sermayenin müstebit iktidarı tarafından işçilere kapatıldı. Bunun üzerine kutlamalar kitlesel katılımın sağlanabilmesi için Bakırköy’de gerçekleştirildi. Bu tutumu eleştiren ve Taksim’de fiilen ısrarcı olmak gerektiğini söyleyen gruplar da oldu. Taksim Meydanı’nda kutlama yapmak isteyen gruplar polisin gayri meşru şiddetine maruz kaldılar ve 165 kişi gözaltına alındı.
Taksim’de fiilen 1 Mayıs kutlamakta ısrar eden grupların temel iddiası, şaibeli referanduma karşı sandıktaki HAYIR iradesini sokağa taşıyan kitlelerin Bakırköy’e teveccüh etmeyeceği ve bu enerjinin Taksim’e yöneltilmesi gerektiği yönündeydi. Bakırköy’deki 1 Mayıs mitinginde geçtiğimiz yılı çok aşan bir kitlesellik ve coşku vardı. Taksim için yapılan eylemler ise bu iradeyi ortaya koyanların beklediği kitleselliğe ulaşmadı. Zira Taksim, bizzat bu yönelişi benimseyen gruplar tarafından bir kitle eylemi olarak değil devlet baskısına karşı kadrolara dayanan bir direniş şeklinde örgütlendi. Öyle ki örgütlerin çoğu düşük sayıda daha enerjik unsurlarını Taksim’e yönlendirirken taraftarlarını çevre illerdeki 1 Mayıs’lara ya da doğrudan Bakırköy’e yönlendirdiler. Bu tutum Taksim’e atfedilen merkezi önemle tutarlı değildi. Eğer Taksim sınıf mücadelesi açısından bu kadar merkezi bir önemdeyse o zaman bu iradeyi gösterenlerin tüm güçleriyle bu alana yönelmeleri gerekirdi. Oysa Taksim istibdada karşı bir irade savaşından ziyade solun içindeki bir tartışma ve saflaşmanın konusu oldu. Haliyle güçlerin taksimi de buna göre yapıldı. Ayrıca Taksim ve Bakırköy arasında siyaseten köklü bir ayrışmanın da olduğu söylenemez. Her iki alanda da temel siyasi söylem referandumdaki HAYIR iradesine sahip çıkmaya odaklanmıştı. Bu, elbette ki çok önemli bir gündem. Ancak 1 Mayıs’ın bir YSK protestosuna indirgenmesi de bu, ister Taksim’e çıkan sokaklardaki direniş açısından isterse, Bakırköy’deki miting açısından olsun, doğru değildi.
Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğu ve 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamanın meşruiyeti asla tartışılamaz. Ancak bunu gerçekleştirebilmenin, işçi sınıfının diğer tüm hak ve özgürlükleri gibi, bir sınıf mücadelesi ve örgütlülük sorunu olduğu görülmelidir. Taksim iradesi sol içi tartışma ve rekabetin malzemesi değil, sınıf mücadelesinin bir hedefi olarak gündeme gelmelidir.
Diğer yandan devlet tarafından yasaklanan meydanlarda kutlama iradesi kadar izinli alanlarda yapılan mitinglerin polisin inisiyatifine terk edilmemesi de önemlidir. Oysa bu sene yapılan 1 Mayıs’larda devletin polis aracılığıyla neredeyse tertip komiteliğine soyunduğuna tanık olduk. Arama noktalarında polislerin güvenlik sağlamadığını, sansür kurulu edasıyla davrandığını, pankartlara müdahale ettiğini gördük. Bu tür durumlar miting organizasyonunu üstlenen kurumların anlık zaaflarından kaynaklanırsa çözülebilir, bazı alanlarda oluşan inisiyatif boşlukları doldurulabilir ancak adım adım 1 Mayıs’ların kutlamasında icazetçi bir tutum hâkim olursa ve bu durum sıradanlaşırsa sonuçları sadece siyaseten değil katılanların güvenliği açısından da telafi edilemez sorunlar doğuracaktır.
1 Mayıs’ta sınıfın acil gündem maddeleri, emperyalizme ve istibdada karşı mücadele öne çıkmalıydı
Devrimci İşçi Partisi, işçi sınıfının acil sorunları olan kıdem tazminatının gaspı, taşeronluk, işsizlik, bireysel emeklilik soygunu, vampirlik fonu gibi konuların öne çıktığı, emperyalizme karşı net bir duruşun sergilendiği ve tabii ki istibdada karşı HAYIR diyen halk iradesine sahip çıkan bir 1 Mayıs’ı savundu. Bu perspektifle Bakırköy mitinginde yer aldı ve kendi kortejinde pankartlarıyla, sloganlarıyla bu perspektifi öne çıkardı. Ne var ki DİP’in öne çıkardığı bu vurgular, 1 Mayıs’ın geneline hâkim olamadı.
Organizasyonun merkezinde yer alan DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ile sol ve sosyalist yapıların neredeyse tamamı, anlaşma halinde, 1 Mayıs’ı bir YSK protestosuna indirgediler. 1 Mayıs’ın çağrı sloganı olarak “Hayır’ını da al gel” sloganını benimsediler. Ortak bildirilerde işçi sınıfının acil sorunlarına geçerken değindiler, Ortadoğu’nun can yakan tüm sorunlarının merkezinde yer alan emperyalizmi ve NATO’yu ise tamamen görmezden geldiler. Bu tutumu eleştiren DİP, ortak bildiriden imzasını çektiğini açıkladı.
Ancak sorun sadece ortak metin değildi. 1 Mayıs meydanında anti-emperyalist sloganlar sadece DİP kortejinde yer alıyordu. Kıdem tazminatı, taşeron sömürüsü, işsizlik, kamu emekçilerinin iş güvencesi sorunları ise sadece ilgili sendikalar tarafından dile getirilmiş ama sol ve sosyalist yapıların hiçbirinin 1 Mayıs pankartlarında ve sloganlarında yer bulamamıştı. 1 Mayıs meydanı AKP iktidarına karşı güçlü bir karşı çıkışı yansıtıyordu ve bu çok önemliydi. Ancak bu karşı çıkış bir sınıf perspektifi ve omurgasından yoksundu.
Sorunlar dörtlünün mitingleriyle değil işçi sınıfının birliğiyle ve bağımsızlığıyla aşılır
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin böyle bir sınıfsal omurgayı tek başına sağlayamadığı artık görülmeli. Bu dört yapı sınıf hareketi içinde mücadeleci bir çekim merkezi yaratmıyor. Tam tersine dörtlünün tutumu giderek mücadeleci ya da daha doğru bir ifade ile iktidara karşı muhalif konumdaki unsurları sınıfın geri kalan kısmından tecrit ediyor. Bu anlamda Türk-İş’in tek başına Tandoğan’da miting düzenlemesi kimseyi memnun etmemeli. Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve KESK’in birlikte 1 Mayıs’lar düzenlediği, hatta zaman zaman birlikte “Taksim” dediği günlerden bugünlere gelmemiz bir ilerlemeyi, mücadelecikle işbirlikçiliğin ilerici şekilde saflaşmasını değil sınıfın daha fazla bölünmesini ve zayıflamasını ifade ediyor.
Söz gelimi Ankara Tandoğan’da işçi ve emekçilerin sendikalarıyla birlikte gösterdikleri katılım, dörtlünün ve solun başını çektiği Ankara Kolej meydanından da Bakırköy’den de daha çok işçiyi bir araya getirdi. Türk-İş’in gücü göz önüne alındığında katılım düşüktü (yaklaşık 3bin kişi), ama işçi katılımı diğerlerine göre yüksekti. Ancak bu alanda da sanki kıdem tazminatını uzaylılar gasp etmek istiyormuş, bireysel emeklilik soygunu, özelleştirme, taşeronlaştırma faili meçhul vakalarmış gibi bir hava var. Bürokratlar esip gürlüyor ama muhatap belli değil. AKP iktidarının işçi düşmanı politikalarına karşı muhalefet yok, iktidara dilekçe vermek var. Hatta daha da öteye gidilerek denebilir ki, bu 1 Mayıs’ta Türk-İş bürokrasisi AKP’nin genel politikasına arka çıkma yönünde önemli bir adım atmış bulunuyor.
Son yıllarda adet haline getirilen, bu yıl Hak-İş’in Erzurum’da, Memur-Sen’in Kütahya’da sergilediği tiyatrolara da 1 Mayıs kutlaması demek olanaksız. AKP’nin işçi ve kamu çalışanı bürolarına dönüşen bu sendikalar 1 Mayıs’ları da AKP mitinglerine çeviriyor. Bu mitinglerde taşeron işçisine edilen zulmün hesabı sorulmuyor, yüz binleri işinden eden OHAL’e ve KHK’lara karşı çıkılmıyor, işçiye, AKP’li bakanların kuyruklu yalan olduğu ayyuka çıkmış kadro vaatleri dinlettiriliyor.
İşçi kardeşini al da gel!
Ancak bu rezillikler solun ve sosyalistlerin üzerindeki sorumluluğu ortadan kaldırmıyor. Sosyalistlerin görevi kendi çalıp kendi söylediği alanlara hapsolmak, sınıf kardeşlerini de sarı sendikacıların propagandasına terk etmek değildir. Kıdem tazminatının gaspı, bireysel emeklilik soygunu, açlık sınırının altındaki asgari ücret sadece HAYIR oyu veren işçilerin sorunu değil, grevleri yasaklanan işçiler de sadece solcular değil. Sermaye ve onun iktidarı sınıfa saldırırken ayrım yapmıyor. O halde mücadelede de birlik gerek. Doğru tutum birlik ve beraberlik çağrısını yapmak, ortak 1 Mayıs’lar düzenlemektir. Sınıfı tüm örgütleriyle birlikte yan yana getirmektir. Sarı sendikacılara, sermaye işbirlikçilerine, iktidar yandaşlarına meydanı bırakmamaktır. 1 Mayıs meydanlarında sınıfın birliğini savunmak, bu meydanlarda işçi hareketinin sermayeden, devletten ve emperyalizmden bağımsızlığını ortaya koyan net sloganları hâkim kılmaktır.
Sermayeden, iktidardan ve emperyalizmden bağımsız, birleşik ve kitlesel 1 Mayıs’lar gerek
Taksim tüm işçi sınıfının hakkı ve özlemidir. Bu 1 Mayıs’tan sonra gelecek yıl Taksim talebini çok daha önceden ve planlı şekilde gündemleştirmek gerektiğini savunanlar çoğunlukta. Bu doğru bir tutum elbette. Ancak tüm bir yıl Taksim için çalışmak kadar tüm sendikaları ve işçi sınıfını acil talepleri etrafında birleştirecek 1 Mayıs’lar için mücadele etmek gerektiği de ortada. Sermayeden, devletten, iktidardan ve emperyalizmden bağımsız, birleşik ve kitlesel 1 Mayıs’lar için mücadeleye devam!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2017 tarihli 92. sayısında yayınlanmıştır.