Taksim’e giden yol Saraçhane’den değil Kavel’den geçiyor

Taksim’e giden yol Saraçhane’den değil Kavel’den geçiyor

Taksim’de 1 Mayıs kutlamak işçi sınıfının ve emekçi halkın hakkıdır. Bu hakkı talep etmek, hak verilmez alınır diyerek bu hakkı almak için mücadele etmek meşrudur. Ama mesele sadece mücadele etmek değil. Mesele kazanmak! Galiptir bu yolda mağlup diyerek kendimizi avutmanın alemi yok. 1 Mayıs’ta Saraçhane’deki kemerlere dizilmiş polis barikatını, hemen ardındaki TOMA’ları aşmak mümkün müydü? DİSK kürsüden kemerlere gitmeyin anonsu yapacağına haydi kemerlere doğru deseydi tablo ve sonuç değişir miydi? Biber gazını bir yana bırakalım, demir bariyerleri de aştığımızı var sayalım, kemerlerin boşluk kısımlarına konuşlanmış TOMA’ları da geçtik diyelim… Taksim’e doğru koşuyoruz! Unkapanı ve Galata köprülerinin açılır kapanır olduğu gerçeğiyle karşılaştığımızda ne yapacaktık?

Demek ki mesele barikatlara yüklenip yüklenmemek değil. Mesele o an, 1 Mayıs günü Saraçhane’de hangi kararların alındığı da değil. Mesele mücadelenin 1 Mayıs öncesinde nasıl planlandığı, mücadele alanına nasıl bir güçle gelindiği ve mücadele alanının nasıl seçildiği ile ilgili. Mücadele alanı olarak Saraçhane’yi seçmenin bir anlamı var. Açılır kapanır köprüler varken Saraçhane’de toplanmak ben Taksim’i zorlamayacağım demek. Barikatları diyalog ve ikna yoluyla açmayı planlıyorum demek. Peki DİSK bu diyalog ve ikna süreci ile Taksim’e nasıl ulaşmayı düşünmüş olabilir? Arzu Çerkezoğlu’nun “bir elimizde Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı diğer elimizde karanfillerle Taksim’e yürüyeceğiz” ifadesinden Taksim talebinin tarihsel ve Anayasal meşruiyetine dayanarak bir hareket planı kurulduğu anlaşılıyor.

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay’la ilgili apaçık kararının nasıl yok sayıldığı ortadayken, bir elimize AYM kararını almanın meşruiyet açısından bir anlamı olsa da pek caydırıcı olmayacağını öngörmek güç değildi. İşin bir başka boyutu ise Anayasa Mahkemesi’nin demokrasinin kurucusu ve koruyucusu olduğunu zanneden çok yaygın bir yanılsamanın sola sirayet etmiş olması. Bu kurumun karşı devrimci karakterini daha önce yazdık, söyledik. Memlekette sayısız sosyalist ve ilerici partiyi kapatan bu kurumdur. Önceliği burjuva devletinin bekasıdır. Bu kurumun temel hak ve hürriyetler açısından aldığı olumlu kararlar önemsizdir demiyoruz. Bu olumlu kararların, işçi sınıfının örgütlü gücüne dayanan bir mücadele olmadıkça kâğıt parçasından öte değeri yoktur diyoruz. Kaldı ki AYM’nin 2022’de aldığı bir önceki karar Taksim’e dair kısıtlamaların hak ihlali olmadığına hükmetmişti. AYM’nin burjuva devletinin bekasına adanmış karakterine gayet uygun bir biçimde. Nitekim Ali Yerlikaya da bir eline 2022 AYM kararını diğer eline gaz ve plastik mermi atan tüfekleri alarak çıktı işçinin karşısına.

Neyse uzun lafın kısası belli ki AYM kararının arkasına işçi sınıfının örgütlü gücünü koyarak yürümek yerine yerel seçimler sonrasında siyasal konjonktürün değişmesinin, CHP ve AKP arasındaki yumuşamanın bir kapı açacağı umuldu. Yoksa içişleri bakanını, çalışma bakanını, valiyi, emniyet müdürünü nihayet Erdoğan’ı muhatap alanlar neden Türk-İş’i muhatap almasın ki? Ama bunun yerine sınıfın gücüne değil CHP’nin diplomasisine bel bağlandığını gördük. Aksi olsaydı CHP’nin bu kadar anormal derecede sürecin merkezine yerleştirilmesi yerine diğer sendikaları ikna etmek için çaba sarf edildiğini görürdük. O kadar ki adeta 1 Mayıs bayramı ile 2 Mayıs’taki Özgür Özel Tayyip Erdoğan görüşmesi bütünleşti. Sonuç işçi bayramının iki burjuva partisinin diplomatik dansına kurban edilmesi oldu.

Yani DİSK’in yanlışı 1 Mayıs gününde değildi. Bu sürecin sınıf mücadelesi perspektifiyle değil sınıf iş birliğine dayanan sosyal diyalog anlayışıyla yürütülmesiydi yanlış olan. Bu şekilde bütün inisiyatif karşı tarafa verildi. Karşı taraf derken sadece Erdoğan’ı, içişleri bakanını ya da valiyi kastetmiyoruz. Bir patron partisi olan CHP’yi de kastediyoruz. İnisiyatifi karşı tarafa vermek şu demek. Eğer Erdoğan, Özgür Özel görüşmesinin çıkışında söylediği “siyasette yumuşama dönemine giriyoruz” söylemiyle planladığı siyasi hamle için Taksim’i 1 Mayıs’a açmayı faydalı görseydi ya da başka bir ifadeyle işçinin önüne barikat kurup biber gazı sıkmayı siyasi açıdan çok maliyetli olarak değerlendirseydi o zaman 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayabilecektik. İşte inisiyatifi karşı tarafa vermek budur. Bu baştan kaybetmek demektir. Hatta fazla ileri gitmek pahasına söyleyelim. Bu şekilde Taksim’e gidilse dahi bu tam bir zafer olmayabilirdi.

Peki işçi sınıfı inisiyatifi nasıl ele alır? Bunun örneği var: Grev yasakları! Grev yasakları ile Taksim yasağı son derece benzer özelliklere sahip. Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılamayacağına dair de AYM kararı var, grev yasaklarının sendika hakkı ihlali olduğuna dair de… Erdoğan AYM kararına rağmen Taksim’i de kapatıyor, grevleri de yasaklamaya devam ediyor. Taksim’i bir elimizde AYM kararı diğerinde karanfil olduğu halde alamadık. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Bekaert (Kocaeli) ve Schneider (Gebze) fabrikalarındaki metal işçileri ise grev yasağına rağmen grev yaptı. Orada Erdoğan elindeki tüm yetkilere rağmen grev yasağı kararını uygulatamadı. Aradaki fark inisiyatiftir. Grevde inisiyatif işçidedir. İşçinin bir elinde AYM kararı varken diğer eli şalterdedir. Model Türkiye’ye grev hakkını grev yaparak kazandıran Kavel direnişinin modeliydi. Saraçhane’ye bakıyoruz. Barikata tüm kitle yüklense de kolay kolay aşamazdı aşsa da Haliç’i yüzerek geçecek halimiz yoktu. İnisiyatif karşı taraftaydı. Grevde ise devlet işçilere saldırsa da gözaltına alsa da işçi birliğini bozmadığı, grev kararının arkasında durduğu ve çalışmayı reddettiği sürece o fabrikalarda üretim başlamayacaktı. İnisiyatif işçilerdeydi. Bekaert’te ve Schneider’de kazandık. Saraçhane’de kaybettik. Sınıf mücadelesi kazandı. Sosyal diyalog sendikacılığı kaybetti. Kazanacaksak sosyal diyalogla inisiyatifi sınıf düşmanına vererek değil, sınıf mücadelesiyle inisiyatifi işçinin eline alarak, sınıfın saflarını bölerek değil, birleşik işçi cephesiyle birleştirerek kazanacağız!

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mayıs 2024 tarihli 176. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın. 

levent dölek podcast mayıs 2024