Krizde “iş dünyası sus pus” mu?

Krizde “iş dünyası sus pus” mu?

İşçi hareketinin ve solun çeşitli kesimlerine uzun yıllardır sirayet etmiş bir beklenti, bir umut kolay kolay sönümleneceğe benzemiyor: Burjuvaziden demokrasi ve hukuk savunuculuğu beklentisi. Ülkenin demokratikleşmesinde emekçilerle ve ezilen toplumsal kesimlerle birlikte burjuvazinin ilerici” kesimlerinin birlikte mücadele edebileceği umudu bu aslında. Kökeni Türkiye işçi hareketinin kuruluş yıllarına kadar giden bu beklenti günümüzde de, özellikle ekonomik krizlerin derinleştiği koşullarda, varlığını sürdürmeye devam ediyor.

Yakın zamandan çarpıcı bir örnek verelim. Sol” iktisatçılardan Mustafa Sönmez bir yazısında kriz büyürken iş dünyası sus pus” diye sitem ediyor (Al Monitör, 08.11.2020). TÜADdan MÜADa, TOBBa kadar patronların kurumlarının Erdoğan’ın tek adam rejiminde” sindirildiklerini, kaderine razı bir şekilde durumu izlediklerini belirttikten sonra şöyle diyor: Erdoğana servetleri hızla eriyen iş dünyasının daha ne kadar sessiz kalacağı, muhalefet partilerine ilgi gösterip göstermeyeceği merak ediliyor.” Aynı dönemde kendisiyle yapılan bir söyleşide de (dergi.sendika64.org, 15.11.2020) Siz sermaye örgütlerinin hükümet karşısındaki sessizliğinden söz etmiştiniz. Aslında çok yumuşak bir şekilde beklentilerini dile getiriyorlardı. Şimdi Naci Ağbal’ın ve Lütfi Elvan’ın atamalarından sonra da memnuniyetlerini dile getiriyorlar” sorusuna şöyle cevap veriyor: Onlarınki wishfull thinking; yani hiçbir şeydense bu iyidir. Bir sözcüleri var mesela, Prof. Selva Demiralp. 19 Kasımda 600 baz puanlık faiz artışı cepte gibi bir yazı yazmış Yetkin Reporta. Wishfull thinking yani keşke olsadiye bakıyorlar.”

Sönmezin yukarda alıntıladığımız satırlarında gizli, ilerici” burjuva çevrelerden demokrasi mücadelesi umudu karşısında duyulan hayal kırıklığı ve öfkeyi bir kenara koyalım. İnsan sormadan edemiyor; Mustafa Sönmez nerede yaşıyor? Sönmez, Erdoğan’ın Türkiyede ekonominin bir çöküşün eşiğine geldiği her dönemde olduğu gibi yine büyük burjuvaziye el uzattığını”, Hazine ve Maliye Bakanı Elvan ile Adalet Bakanı Gül’ü TOBB, TÜSİAD ve MÜSİAD ile görüşmeye, iş dünyasının taleplerini dinlemeye” gönderdiğini, yabancı yatırımlar ve yargı reformu konusunda onlara danıştığını, bu görüşmelerde patronların esnek çalışmaya kalıcı mevzuatı da içeren bir “şok tedavi” istediklerini, 9 ay evvel yapılan salgın zirvesinde ekonomik tedbirleri açıklarken Erdoğan’ın TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu'na bakarak neşen yerinde” dediğini, krizden çıkışta yabancı sermayeye bel bağlamış Türkiye burjuvazisinin Avrupa ile ilişkileri geliştirmesi yönündeki talepleri üzerine Erdoğan’ın “ülkemizi riski az, güveni yüksek, kazancı tatminkâr bir cazibe merkezi haline getirmekte kararlıyız” dediğini, keşke olsa” diye dalga geçtiği TÜSİAD iktisatçısının 600 baz puanlık faiz artışı beklentisinin son Merkez Bankası toplantısında yapılan faiz artırımı ile hemen hemen gerçekleştiğini bilmez olur mu? Üstelik Sönmez örneğin TÜAD’ın önde gelen ailelerinden Koç’ların muhalefet partilerine ilgi göstermekten imtina etmediğini, Ömer Koç’un geçen sene İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerinin sonuçlarının açıklanması aşamasında Ekrem İmamoğlunu üstelik iki kez ziyarete gittiğini, daha geçen hafta Ali Koç’un Fenerbahçe “şapkası” ile de olsa, İYİ Parti başkanı Akşeneri ziyaret ettiğini de biliyordur; duymuştur.

Sönmez bir de servetleri hızla eriyen iş dünyası”ndan bahsediyor. El insaf! Sırf geçtiğimiz bir yılda, özellikle de salgın sürecinde dünya ekonomisinin daralmasının etkisi altında, Türkiye burjuvazisinin kârlarında birinci ve ikinci çeyrekte görece (sektörden sektöre değişen) aşınmadan belki söz edilebilir; ancak üçüncü çeyrekte bariz bir toparlanma söz konusu. Türkiyenin önde gelen şirketlerinin borsa performanslarına bakıldığında, 2020 yılının üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre en yüksek kâr artışı, büyük bankaların (yüzde 54.1) ve holdinglerin (yüzde 58.2) yanı sıra dayanıklı tüketim (yüzde 250) ve otomotiv (yüzde 167.2) sektörlerinde gerçekleşmiş. Patronların bu kâr artışını son 1 yıldaki emekçilerin aşırı sömürüsü üzerinden elde ettikleri aşikar değil mi? Erdoğan’ın baskıcı rejimi Türk burjuvazisinin sorumlu olduğu bu krizin faturasını (acı reçete”) işçi sınıfına çıkarmak bakımından pek maharetliyken patronlar daha ne konuşsun? AKP hükümeti can güvenliğinden önce kâr güvenliği” politikası izliyorken, sendikalı oldukları için işten çıkarılan ya da ücretsiz izne gönderilen işçilerin mücadelelerinin önünü kesmek için her daim fabrika önünde iki otobüs çevik kuvveti hazır bekletiyorken iş dünyası” daha ne konuşsun?

Sönmez gibi daha demokratik” bir yönetim olsa emekçilerle sermaye sınıfının arasında ortak çıkarlar bulunabileceğini yıllardır vaaz edenlere sormak lazım. Asıl sizin politikanız wishfull thinking”, yani keşke olsa” olmasın?

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2021 tarihli 136. sayısında yayınlanmıştır.