Kim bu Londra merkezli saldırganlar? İstibdadın inşaatçı oligarkları bu saldırının neresinde?

Mayıs ayının ilk haftasında Türk lirasının hızlı değer kaybına bir kez daha şahit olduk. Dolar kuru çok kısa bir süre içinde 7 liranın üzerine çıktı. İktidarın güdümündeki yayın organları hep bir ağızdan “Londra merkezli saldırı” manşetini attılar. Yaratılmak istenen algı, Türkiye’nin milli iktidarının dış kaynaklı bir komplo ile yıpratılmak istenmesiydi. Ancak daha önce Berat Albayrak bizzat Londra’ya giderek uluslararası yatırım şirketlerinin kapısında para dilenmemiş miydi?

Döviz kurunun fırladığı gün olan 6 Mayıs’ta aynı Berat Albayrak yine uluslararası yatırımcılara telekonferansla bağlanıp ne anlatıyordu? Türkiye’nin milli ekonomisinin ne kadar bağımsız ve güçlü olduğunu mu anlatıyordu dersiniz? Yoksa yine el pençe para mı istiyordu? Berat Albayrak’ın bu toplantıda uluslararası parababalarına yaptığı konuşmayı devletin ajansı Anadolu Ajansı’ndan aktaralım: “Türkiye, kriz zamanlarında bile serbest piyasa ilkesinden vazgeçmemiştir. Kesinlikle serbest piyasadan vazgeçmeyeceğiz, sermaye kontrolü yoktur, olmayacaktır. Merkez Bankamız serbest kur rejimine bağlıdır, kur seviyeleri bir politika aracı olarak kullanılmamaktadır. Merkez Bankasının nominal ya da reel kur hedefi yoktur.”

Berat Albayrak kime yalvardı?

Tercüme etmek gerekirse: “Serbest piyasaya imanımız tamdır, biz milli ekonomi palavralarını halka anlatıyoruz lütfen yanlış anlama olmasın, yabancı sermayeye sunduğumuz dikensiz gül bahçesinde istediğiniz gibi at koşturabilir, ülkemizin kaynaklarını sömürmeye devam edebilirsiniz. Kârlarınızın teminatı biziz.” Kendini, “Londra merkezli saldırganlar” dediği kimliği kasten belirsiz bırakılmış hayali düşmanlarla savaşıyormuş gibi gösteren iktidarın, gerçek emperyalist parababalarının karşısındaki hali budur.

İşin gerçek yüzünü biraz daha açıklığa kavuşturalım. “Londra merkezli saldırganlar” aslında esas olarak İngilizler değil, haşa AKP iktidarının İngilizlerle arası çok iyi. Öyle ki her gün Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları mahkemelerde süründürülürken, Erdoğan, kendisine ağza alınmayacak küfürler eden İngiliz Başbakanı Boris Johnson’u büyük bir ihtimamla karşılamış, hediyelere boğmuştu. Araları o kadar iyi. Ama zaten Londra merkezli dedikleri İngilizler değil. Farklı milletlerden para sahibi olup Türk lirasına yatırım yapan ve faiz geliri elde eden kapitalistler, Londra’da var olan ve hacmi belirli bir dönem 87 milyar liraya kadar varan piyasada oynadıkları için böyle deniyor.

Emperyalist tefecilerle inşaatçı oligarklar arasındaki saadet zinciri

Bu piyasa Türkiye ekonomisinin bağımlısı olduğu sıcak parayı getiriyor, karşılığında da uluslararası para sahiplerine yüksek faiz geliri sağlıyor. Sistemin bir ucunda Türk bankaları bulunuyor. Türk dediysek Türkiye’de kurulu olan demek istiyoruz, çünkü Türkiye’de kamu bankaları hariç tüm bankalar Amerikan, Fransız, İngiliz, İspanyol, Katar, Körfez ülkeleri vb. yabancı sermaye ortaklıklarıyla ya da doğrudan yabancı sermayeli bankalar konumunda. Bu bankalar inşaatçı oligarkların can suyu olan konut kredilerini işte bu Londra merkezli piyasadan dolar teminatı gösterip Türk lirasıyla borçlanarak (SWAP) sağlıyorlar.

Ancak bu saadet zincirinin kırılmaması Türk lirasının ani değer kaybetmemesi koşuluna bağlı. Çünkü bu durumda Türk lirasına yatırım yapan parababaları zarar etmemek için geldikleri hızla Türk lirasından kaçıyorlar. Bu yüzden Merkez Bankası sürekli döviz rezervlerini kullanarak Türk lirasındaki değer kaybını önlemeye çalışıyordu. Gelinen yerde deniz bitti. Merkez Bankası rezervleri eridikçe eridi. İnşaatçı oligarkların can suyu kesilmesin diye Merkez Bankası, bankaları dolar karşılığı Türk lirası borç vererek besledi. Ancak bu yolla Merkez Bankası’nın eline geçen dolarlar emanetti ve vadesi geldiğinde Türk lirasına çevrileceğinden bu meblağı saymadığınızda döviz rezervleri eksiye düştü. Merkez Bankası’nın yayınladığı raporlarda tüm açıklığı ile görülen bu durum Türk lirasından kaçışı hızlandırdı. Buna karşı Londra piyasası ile alışverişi kısıtlayan uygulamalara gidildi. Ancak AKP iktidarı “ne olursa olsun o konut kredileri verilecek” diyordu. Şu anda kamu bankalarına indirim üstüne indirim yaptırılarak ucuz konut kredileriyle tekrar can suyu vermeye devam ediyorlar. Tabii ki Türk lirasının değer kaybı gibi kamu bankalarının inşaatçıları beslemek için yaptığı görev zararlarının faturasını da daha fazla vergiyle emekçi halka ödetecekler.

Yalancının mumu yatsıya kadar…

AKP’nin yüksek faizle sıcak para çekme ve ülke varlıklarını satıp savarak döviz bulma politikası bir dönem ekonomide yalancı bir büyüme yaratmıştı. Bunu başarı hikayesi olarak pazarladılar. Ama kaçınılmaz olan er ya da geç gelecekti. Şimdi bunu yaşıyoruz. Son dönemde halka anlattıkları hikâye ise 2018’de Rahip Brunson olayında, 2019’da yerel seçimler sürecinde ve şimdi 2020’de bir takım gizli dış mihrakların Türkiye ekonomisini batırmak için saldırdıkları ve her seferinde iktidarın bu saldırıları savuşturduğudur. Gerçek ise her spekülatif atakta Türkiye’nin boynundaki emperyalist zincirlerin daha da sıkılmasıdır. Süreç her seferinde emperyalist sermayenin dolar sopasıyla istediğini almasıyla yatışmıştır. Türkiye ekonomisinin damarlarında dolar zehri akmaya devam ettikçe, ekonomi eroin bağımlısı gibi yabancı sermayeye bağımlı kaldıkça Türkiye’nin bu cendereden çıkma şansı yoktur. Saadet zinciri işledikçe istibdadın oligarkları, TÜSİAD, MÜSİAD kazanmaya, bu zincir koptuğunda da bedeli halka ödetmeye devam edecekler.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2020 tarihli 129. sayısında yayınlanmıştır.