İşçinin ekonomisi
Ekonomide davul Erdoğan’da, tokmak yabancı sermayede
Seçimlerin ardından Erdoğan başkanlığında kurulacak yeni kabine için kulisler başladı. En büyük lobi ekonomi ve maliye alanındaki bakanlıklar için Mehmet Şimşek ve Naci Ağbal isimleri etrafında oluşturulmuş durumda. Yanlış anlaşılmasın Mehmet Şimşek için Batmanlılar, Naci Ağbal için de Bayburtlular kulis yapmıyor. Devrede İngilizler, Almanlar, Amerikalılar kısacası emperyalist sermaye ve para babaları var.
ABD merkezli uluslararası yatırım bankası JP Morgan, son derece açık sözlü bir açıklama yaptı: “Piyasa dostu isimler Mehmet Şimşek ve Naci Ağbal'ın yeni kabinede yer almaları iyi karşılanır, ancak yeni isimler belirsizliğe yol açar.” Seçimlerden önce dolar rekor üstüne rekor kırmaya başlayınca Erdoğan, piyasa dostu Mehmet Şimşek’i İngiltere’ye göndermişti. Burada Mehmet Şimşek uluslararası finans çevrelerine özetle “siz Erdoğan’ın dediklerine bakmayın bunların hepsi seçim için, hele bir kazanalım emrinizdeyiz” dedi. Haliyle şimdi uluslararası sermaye bu sözün karşılığını bekliyor.
Türkiye’nin tek adam rejimi ile emperyalizme karşı dik durmak bir yana tamamen iki büklüm olacağını söylüyoruz. İşte geldiğimiz noktada yabancı sermaye iyice arsızlaşmış bir vaziyette Türkiye’ye bakan atamaya girişiyor. “Ey JP Morgan!” diyen yok. “Sen kimsin ya” çıkışı bu duruma cuk oturmaz mıydı? Ama derin bir sessizlik var. Muhtemelen de bu piyasa ve emperyalist sermaye dostu isimler bakanlar kurulundaki en müstesna yeri kapacaklar.
Mehmet Şimşek’in görevi Türkiye ekonomisini yabancı sermayenin gelip sınırsızca kâr edeceği bir şekilde düzenlemek olacak. Naci Ağbal’ın vazifesi ise mali disiplini korumak olacak. Naci Ağbal devletin cebindeki akrep rolünü oynayacak. Millet açlıktan kırılsa da devlet kaynakları sermayenin kollanması, dış borçların ödenmesi için kullanılacak.
Erdoğan Türkiye’yi anonim şirket gibi yönetmeye başladıkça daha neler göreceğiz!
Cari açık açılmaya devam ediyor! İktidar ekonomiyi yabancı sermayenin kaprislerine terk ediyor!
Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarının başında kronik cari açık geliyor. Türkiye dış dünyaya sattığından daha fazlasını alıyor. Dolayısıyla kazandığımız döviz yaptığımız harcamaya yetmiyor. Bu fark açıldıkça dış borç rakamları da büyüdükçe büyüyor. Hazine müsteşarlığının açıkladığı son rakamlara göre Türkiye’nin brüt dış borç stoku “466,7 milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiş” ve “stokun milli gelire oranı ise %52,9 olmuştur.” Söz konusu rakam son derece yüksektir. Özellikle stokun milli gelire oranının 2002’den beri rekor seviyeye ulaştığını belirtmeliyiz. 2001 krizinden önce doruk noktasına ulaşan bu oran yüzde 56,5’ti.
Gidişat düzelmeye değil daha da kötüleşmeye gidiyor. Son açıklanan ihracat ve ithalat rakamları deliğin büyüdüğüne işaret etmekte. Türkiye’de ihracatın artması tek başına hiçbir şey ifade etmiyor. Mayıs ayında yine yüzde 5,3’lük bir artış açıklanmış durumda. Ama ithalat yine daha fazla artmış. Hem miktar olarak hem de oran olarak. Çünkü Türkiye’deki üretim ithalata bağımlı. Üretip dışarı sattığımız malları dışarıdan ithal ettiğimiz ara mallarıyla üretiyoruz. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2017 Ocak-Mayıs ayında yüzde 72,1 iken bu yıl yüzde 66,3’e düşmüş. Mevcut iktidarın aradaki farkı kapatmak için dış borçlanma ve yabancı sermayeye Türkiye’de cennet vaat etmekten başka bir seçeneği yok.
Bu durumda yabancı sermaye her türlü vergi indirimini de kapar, yüksek faizle kârına kâr da katar. Hızını alamaz bugün olduğu gibi ülkeye ekonomi bakanı atamaya da kalkar. Tüpraş’ı satan, KİT’leri (Kamu İktisadi Teşebbüsleri) özelleştiren Erdoğan ve AKP iktidarı bu politikaların sonunda devleti ekonomide tamamen sıfırladı. Enerjide dışa bağımlı bir ekonomide bugün 54 milyar lira cirosu, 5 milyar lira da net kârı olan Tüpraş’ı Koç ve yabancı ortaklarına peşkeş çeken iktidar ne bir enerji politikası güdebilir ne de cari açıkla mücadele edebilir. Ekonomiyi yabancı sermayenin kaprislerine terk etmiş durumdalar.
Çözüm bellidir: Dış ticarette devlet tekeli! Tüpraş ve Petkim derhal olmak üzere kilit sanayilerin işçi denetiminde kamulaştırılması! Kamu mülkiyeti ve devlet yatırımları temelinde ithalata bağımlılığı azaltacak bir sanayi planlaması!
Türkiye neden Suriye’den patates ithal eder duruma düştü?
Halkın temel gıda maddelerini oluşturan, yemeklerin vazgeçilmez ikilisi soğan ve patates fiyatları bir anda 5-6 liraya kadar yükseldi. Patates ve soğan fiyatlarındaki artış işçi ve emekçinin bütçesini doğrudan etkiledi. Patates fiyatlarını düşürmek için Türkiye, Suriye’den ithalat yapma kararı aldı.
Ekonomide patates, soğan gibi ürünlere “fakir mallar” (giffen malları) denir. Bu ürünlerin fiyatı arttıkça tüketimleri de artar. Çünkü yoksul halkın sofrasında büyük yer tutan bu ürünlerin pahalanması hanenin daha da yoksullaşması anlamına gelir. Bu durumda halk başka giderlerinden kısıntı yapmaya başlar. Örneğin patates yemeğine 100 gram kıyma koyuyorsa, tencereden kıymayı çıkarır, daha fazla patates ve soğan doğrar.
Patates ve soğan fiyatlarının bir anda artışının sebebi ise tarımın piyasa anarşisine teslim edilmesidir. Aslında bu dönem gördüğümüz aşırı pahalanma madalyonun bir yüzüdür. Türkiye dönemsel olarak, patates fiyatlarının aşırı düştüğü ve çiftçinin maliyetini bile karşılayamadığı için çuval çuval patatesleri yollara döktüğüne şahit olmaktadır. Örneğin 2015 yılında da patates fiyatları 5 liraya dayanmış ertesi yıl tarlada kilosu 20 kuruşa düşen patatesler sokaklara dökülmüştü. Sonrasında para etmediği için çiftçi patates ekmedi, 2015’ten 2017’ye gelinirken patates üretilen alan 100 bin hektar azaldı. Bu plansızlık devam ederse önümüzdeki yıl tekrar yollara dökülen patatesler görebiliriz.
Tarımdaki bu fiyat dalgalanmaları en çok, bir takım aracılara para kazandırıyor. Stokçuluk yaparak voleyi vuranlar elbette ki büyük meblağlar kazanıyor. Ancak hükümetin her seferinde suçu spekülatörlerin üstüne atması inandırıcı değil. Devlet, tüm bunları engellemek, çiftçiyi ezdirmemek halkı doyurmak için var. Yaşanan fiyat artışlarından da Türkiye’nin Suriye’den patates ithal eder duruma düşürülmesinden de birinci derecede hükümet sorumlu. Aynı hükümet gelecekte de patates üreticisinin zarar edip, tefecilerin eline düşmesinden, sokaklara atılan patateslerin israf olmasından sorumlu olacak.
Mazot, gübre ve diğer maliyetleri artan çiftçiler, tefeci bankaların boyunduruğu altında ayakta kalma mücadelesi veriyor. Hangisi para eder diye her sene bir üründen diğerine dönüp duruyorlar. AB uyum süreci, gümrük birliği derken devlet tamamen tarımı piyasaya terk etti. Sonuç ortada. Hem çiftçi kaybediyor hem de işçinin sofrasındaki ekmek küçülüyor.
Yapılması gereken bellidir: Türkiye, tarımsal destek politikalarını uygulayabilmek için AB ve Gümrük Birliği boyunduruğundan kurtulmalıdır. Büyük toprak sahiplerinin topraklarının kamulaştırılması, devlet çiftliklerinde işçi ve emekçi halkın ucuz ve nitelikli beslenmesini hedefleyen, planlı bir üretim (tarım ve hayvancılık) yapılması gerekmektedir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2018 tarihli 106. sayısında yayınlanmıştır.