AKP: Sermayeyi kurtarmak için kriz devletleştirilecek! DİP: Fabrikalar bankalar devletin, devlet işçinin olacak!

İşçinin ekonomisi

Tüm bankalar kamulaştırılmalı, tek bir devlet bankası ile tüm kredi emekçi halkın çıkarları doğrultusunda planlamanın hizmetine sunulmalıdır!

(Devrimci İşçi Partisi’nin “Orta Yol Yok!” başlıklı Merkez Komitesi bildirisinden)

Kamu bankalarının görev zararı rekor üstüne rekor kırıyor

T.C. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı rakamlara göre 2017 yılında Ziraat Bankası 2 milyar 100 milyon, Halk Bankası ise 963 milyon lira görev zararı yaptı ve diğer mali kurumlarla birlikte devlet bütçesinden bu kurumların zararını karşılamak için 3 milyar 316 milyon lira harcandı. 2018 yılında ise sadece üçüncü çeyrekte toplam zarar 2 milyar 649 milyon lirayı buldu. Yıl sonu itibariyle bu rakamın 2017 yılını geride bırakması kesin. Kaldı ki seçim sürecine girilmesiyle birlikte açıklanan teşvik paketlerinin kamu bankalarına getireceği yük görev zararının çok daha hızlı artacağını gösteriyor.  

Kamu bankaları halk için değil, sermayeyi kurtarmak için zarar ettiriliyor

Kamu bankalarının görev zararları yıllarca özelleştirme için gerekçe yapılmıştır. Bu zararlar milletin sırtında bir kambur olarak tanımlanmıştır. Oysa mesele kamu bankalarının zarar etmesi değildir, bu zararın sebebi ve hangi kaynaklarla finanse edildiğidir. Eğer işçi, emekçi, esnaf, çiftçi için kamu bankalarının kaynakları kullanılırsa ve bu kaynaklar sermayeden alınan vergilerle finanse edilirse o takdirde bilançoda zarar olarak gözükse bile halk açısından zarar değil fayda söz konusu olur.

Oysa AKP iktidarı altında böyle olmuyor. Kamu bankalarının kaynakları, piyasanın altındaki faizlerle verilen konut kredileriyle batan inşaat şirketlerini kurtarmaya harcanıyor. Ziraat Bankası, özel bankaların batık kredi kartı alacaklarını ödeyip bu borçları kendi bünyesine alarak özel tefecilerin imdadına yetişiyor. Nihayet kamu bankaları ekonomideki daralmayı hafifletmek ve bu şekilde AKP’nin olası oy kaybını engellemek için piyasaya kredi pompalamak için kullanılıyor.

Kamu borcu 3 ayda yüzde 53 arttı

Gelinen yerde bugüne kadar ekonominin en büyük sorunu özel sektör borçları olarak gösterilirken, AKP’nin çok övündüğü düşük kamu borcu manzarası da giderek kararmakta.  Kamu borcunun milli gelire oranı 2018’in 3. Çeyreğinde (Temmuz-Eylül) yüzde 53 gibi muazzam bir hızla artarak yüzde 8,9’dan yüzde 13,7’ye çıktı. Bu çeyrekte kamu net borç stokuna 187 milyar lira eklendi ve toplam borç 488 milyar lira oldu. Özetle AKP izlediği politikalarla devletin tüm olanaklarını özel sermayenin hizmetine sunarak krizi devletleştiriyor. Devleti ise giderek daha hızlı bir şekilde borç batağına sürüklüyor.

Krizin devletleştirilmesi demek faturanın da halka ödetilmesi demek

Asgari ücretli bile üst vergi dilimine girip yüzde 20 gelir vergisi öderken, koca şirketler yüzde 22 kurumlar vergisi veriyor. Patronlar bin türlü teşvik ve muafiyetle vergiden kaçıyor ama emekçinin vergisi maaşı daha eline geçmeden kesiliyor. Vatandaş musluğu her çevirdiğinde, elektrik düğmesine her bastığında, çarşıda pazarda eline cebine her attığında KDV ödüyor. Özetle kamu bankaları özel sektörün borcunu üstleniyor, fatura ise emekçi halka kesiliyor. AKP halka faturayı ödetmek için ise seçimlerin geçmesini bekliyor.

İşçinin ekonomisi

Konut balonu patlamadan söndürülmeli: Ne müteahhidin ne bankaların! Evler oturanların!

Ne müteahhidin ne bankaların! Evler oturanların! Konut kredisi alan ama bunu ödeyemeyenlerin evleri kamulaştırılsın ve kullanım hakkı öncelikli olarak içinde oturan aileye verilsin! İnşaat sektörünün vurgun için ürettiği, kimsenin oturmadığı satılmayan konutlar, işçi sınıfına sağlıklı barınma koşulları sağlamak üzere kamulaştırılsın! 

(Devrimci İşçi Partisi’nin “Orta Yol Yok!” başlıklı Merkez Komitesi bildirisinden)

Bir dönem Türkiye ekonomisinin lokomotifi olarak lanse edilen inşaat sektörü şimdilerde ekonominin zayıf karnı haline gelmiş durumda. Müteahhitler ve tefeci bankalar el ele vererek insanları ev vaadiyle borca soktular. Proje üstüne proje yaparak kat üstüne kat dikerek kurdukları saadet zinciri kopmak üzere. Krediler batıyor, evler satılamıyor, haliyle inşaatlarda harç bitti yapı paydos!

Sadece İstanbul Esenyurt’ta 2011’de başlanan, Innove 4, Fi Yapı, Bulut İnşaat, Makrom gibi şirketlerin yarım bıraktığı projeler yüzünden 30 bin vatandaş mağdur olmuş durumda. Özellikle bu projelere siyaseten kefil olan AKP’li yetkililer ve belediye eleştirilerin odağında yer alıyor. 200 milyon dolar dolarlık yatırımla Bolu’da yapılan ve lüks villalardan oluşan Burj Al Babas projesi battı. Bu iflas, konkordato ilan etmiş (iflas etmeden önceki son aşama) ya da etmek üzere olan pek çok inşaat şirketlerden oluşan buzdağının görünen yüzünün bir parçası sadece. Türkiye genelinde konut satışları ciddi şekilde düşmeye devam ediyor. Satılan konutları ise Türk Lirası’nın değer kaybetmesiyle konutların ucuzladığını düşünen yabancı zenginler (en çok Irak, İran, Suudi Arabistan ve Rusya) alıyor. 2018 yılında İnşaat Sektörü Güven Endeksi yüzde 80’lerden yüzde 50’lerin altına inerek neredeyse yere çakılmış durumda.

Batık projeler hem borca girerek konut alanları hem de inşaat işçilerini mağdur ediyor. İnşaat patronları emlak piyasası şişirilirken elde ettikleri devasa kârlara rağmen işçileri sefalet koşullarında çalıştırmaya devam ettiler. İstanbul Havalimanı işçilerinden sonra Ankara TOKİ ve İstanbul Başakşehir Şehir Hastanesi inşaatı işçileri de ücretlerini düzgün alamadıkları ve kötü çalışma koşulları dolayısıyla eylem yaptılar. Türkiye’nin dört bir yanındaki şantiyelerde işçiler aynı sorunları yaşıyorlar ve hepsi için bıçak kemiğe dayanmış durumda. Eylem yapmadan tam ve zamanında ücret almak neredeyse imkânsız.

İnşaat kapitalistleri ve hükümet harıl harıl elde biriken kimine göre 600 bin kimine göre 800 bin olan konut stokunun nasıl eritileceğini düşünüyorlar. Dertleri halka barınma koşullarını sağlamak değil. Yine inşaat şirketlerini kurtarmak. Oysa tüm bu evleri canları pahasına inşa eden işçilerin başını sokacak bir evleri yok! Bir ev sahibi olmak için borca giren halk ise ya evine kavuşamıyor ya da kriz dolayısıyla evini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. İnşaat balonu patlamadan bu balonu söndürmenin yolu, tüm bu evlerin kamulaştırılmasından geçiyor.

Emekçi halkın krizden çıkış yolu: Fabrikalar bankalar devletin, devlet işçinin olacak!

Bugün yıllarca ekonomiye dair tek gerçekmiş gibi anlatılan “piyasa”nın, koca bir yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Tüm çözümlerin adresi olarak gösterilen “piyasa”nın aslında tüm sorunların kaynağı olduğu tüm açıklığıyla görülmektedir.

Krizde, serbest piyasanın yerine korumacılık yükselmektedir. Ancak hükümetlerin korumaya çalıştığı, hâlâ toplumun sömürücü azınlığı olan sermayenin çıkarlarıdır. Dünya çapında en fazla kamulaştırmanın yapıldığı yıllardan geçiyoruz. Batının emperyalist merkezlerinde dev bankalar piyasa denizinde birbirleri ardına battılar ve kamulaştırıldılar. Ancak kamunun üzerine aldığı şey üretici güçler değil tekelci banka ve finans kuruluşlarının borçları oldu. Ve bu borç tüm emekçi halkın sırtına yüklendi.

Sermayenin bu politikaları piyasa anarşisine dayanan kapitalizmin çöküşünün bir itirafıdır. Ama aynı zamanda bu politikalar toplumun sömürücü azınlığının emekçi çoğunluğuna karşı bir savaş ilanı olarak görülmelidir. Dolayısıyla bugün Türkiye’de AKP iktidarı piyasa işleyişine müdahale ettiği için değil, bu müdahaleleri sermayeyi kurtarmak için yaptığından dolayı mahkûm edilmelidir. Söylemleri ne olursa olsun özel mülkiyetin kölesi oldukları için AKP ve diğer burjuva partileri asla piyasa anarşisine son veremeyecektir. Onlardan toplumun ayağındaki özel mülkiyet prangalarını kırması asla beklenemez.

Bugünün düzeninde fabrikalar, bankalar, tüm üretim araçları sermayenin özel mülkiyetinde, siyasi iktidar ise düzen partileri aracılığıyla yine sermayenin hizmetindedir. Emekçi halk krizden kendi programıyla çıkacaktır. Devrimci İşçi Partisi’nin savunduğu bu programda “Fabrikalar bankalar devletin, devlet işçinin olacak!” yazmaktadır.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2019 tarihli 113. sayısında yayınlanmıştır.