DİP I. Olağanüstü Kongre Belgeleri (1): Çağrı: Savaşa karşı savaş! Dünya savaşını devrimci sınıf savaşına dönüştürelim!

Devrimci İşçi Partisi (DİP) Şubat sonunda bir Olağanüstü Kongre toplayarak artık somut, elle tutulur bir tehlike hâline gelmiş olan Üçüncü Dünya Savaşı’na karşı benimsenmesi gereken politik tutumu tartışmıştır. Kongre dünyada ve Türkiye’de durumu analiz eden karar metinlerinin dışında, dünya işçi sınıfı ve emekçilerine ve tüm ezilenlere yönelik bir Çağrı yayınlamıştır. Ayrıca, Üçüncü Dünya Savaşı’nın bugünkü ana yatağı olan Ortadoğu’da ve Suriye’de yaşanan savaşın ayrılmaz bir parçası hâline gelen Kürt özgürlük mücadelesi karşısındaki tutuma ilişkin bir başka bildiri daha kabul etmiştir. Aşağıdaki metin, DİP’in Olağanüstü Kongresi’nde kabul etmiş olduğu dünya işçi sınıfı ve emekçilerine ve tüm ezilenlere yönelik Çağrı’dır.

 

1980’lerde Sovyetler Birliği çöküş ve çözülüşün eşiğindeyken, gerek Sovyet bürokrasisinin sözcüleri  gerekse onların dünyanın dört bir yanındaki yardakçıları -yani o dönemin sözümona ‘Yeni Düşünce Tarzı’nın uzmanları- ABD’de yirminci yüzyılın belki de en gerici başkanı olan Ronald Reagan’ın iktidarda olmasını göz önüne almaksızın, Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri’nin yakınlaşmasıyla yeni bir ‘Barış Dönemi’nin başladığını vaaz edip duruyorlardı.

Devrimci Marksizm o yıllarda çevresindekilerden çok farklı bir yaklaşımla ve tüm alay ve aşağılamalara karşın dünyayı, modern çağdaki savaşların ana kaynağının kapitalist sistem olduğu ve kapitalizm emperyalist dönemine girmiş olduğundan bu gerçekliğin daha da açık görüldüğü yolunda uyarmaktaydı. Bu nedenle bürokratik olarak yozlaşmış, hatta özüne kadar çürümüş de olsalar, işçi devletlerinin dünya politikası içinde kapitalizme getirdiği sınırlamaların ortadan kalkması, olsa olsa yeni savaşların başlamasına, hatta bir dünya savaşı tehlikesi doğmasına yol açacaktı.

Modern çağın en ilerici olayı 1917 Ekim Devrimi’nin ürünü olan Sovyetler Birliği’nin utanç verici çöküşü üzerinden tam yirmi beş yıl geçtikten sonra işte acı gerçeklikle karşı karşıyayız: inanılması güç de olsa ufukta yeni  bir dünya savaşı cehenneminin olasılığı var! ‘Milenyum’ söyleminin tüm ideolojik tantanası ve şatafatı tarihin çöp kutusuna atılmış durumda. 2008’de Lehman Brothers’ın çöküşüyle başlayan finansal krizi ve onu izleyen Üçüncü Büyük Depresyonu yaratan ve şu anda dünyadaki tek ekonomik sistem olan kapitalizm, insanlığı Ortadoğu’da bir dünya savaşının eşiğine getirmiş durumda.

Bu duruma Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya ve Suriye’ye karşı yürütülen emperyalist savaşlar ve Lübnan ile Gazze’yi hedef alan Siyonist saldırılar zemin hazırlamıştır. Başta kendinden menkul İslam Halifesi önderliğindeki İslami Devlet olmak üzere bir dizi tekfirci hareket, doğası gereği, inançlarına iman etmeyenleri yok edilmesi gereken kâfirler ilan ederek, büyük çaplı bir kelle kesme, ırza geçme ve yakıp yıkma saldırısına girişmişlerdir. Ortadoğu’nun rantiye devletlerinin, en başta İran ve Suudi Arabistan’ın, gayrimeşru petrol ve gaz tekellerini koruma amacıyla yürüttükleri mezhepçi savaş çığırtkanlığına Sünni-Şii çatışması görüntüsü verilerek emekçiler ve yoksullar mollaların, kralların, şeyh ve emirlerin refahını sürdürmek üzere savaşmaya ikna ediliyor; bu tür bir savaş yalnızca milyonlarca insanın değil bütün bir İslam dünyasının tüm uygarlığının mahvolması tehlikesini doğuracaktır. Türkiye’de adım adım yerleşmekte olan yeni istibdad rejiminin büyük emeli, önderi Recep Tayyip Erdoğan’ı,  iddialı ‘Reis’  ünvanı ile Sünni âleminin lideri durumuna getirme çabasıdır. Bu girişim Ortadoğu’daki mezhepçi savaş tehdidini daha da alevlendirmekte ve mazlum Kürt halkını ülke sınırları içinde ve dışında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır.  Rusya ve Türkiye arasındaki bölgesel rekabet şimdilerde iki ülkenin despotları Putin ve Erdoğan’ın kibirli gerilim tırmandırma politikaları biçiminde tezahür etmekte ve bu durum bir dünya savaşı tehlikesini doğurmaktadır. Çok kesin olmamakla birlikte, Rusya ve Türkiye arasında bir savaş çıkma durumunda, NATO büyük olasılıkla Türkiye’nin yanında yer alacaktır. Böylece Halep, yirmi birinci yüzyılın yeni Saraybosnası olma yolundadır!

İşte kapitalizm budur: o dokunulmazlık mertebesine yükseltilmiş, hep daha geniş ölçekli artı değer arayışı içinde emekçileri zalimce sömüren ve onları dünyevi sorunlarına akıl dışı çözümler aramaya sürükleyen, iktisadi yaşamın temel düzenleyicisi olarak kıran kırana rekabeti dayatan, yarattığı krizler nedeniyle herkesi küçülen pastadan olabildiğince büyük pay almak üzere birbirinin gözünü oymaya yönlendiren, emperyalist sömürü düzeniyle yeryüzünün lanetlilerini, kâh bir DAİŞ, kâh bir Boko Haram gibi en gerici hareketlerde kurtuluş aramaya iten, gezegenimizi bir avuç güçlü tekel ve emperyalist süpergüç arasında bölüştüren kapitalizm, işte budur!

Kriz içindeki kapitalizmin çelişkileri şu anda Ortadoğu coğrafyasında patlama noktasına gelmiş olsa da sorunlar bu yöreyle sınırlı değildir. Yarattığı bir dizi çelişki ile yörenin barut fıçısına dönmesine yol açan bu fırtına yatıştırılabilse bile, çok yakın bir gelecekte başka patlama noktaları oluşması kaçınılmazdır. Üçüncü Büyük Depresyon gelişmiş kapitalist ülkelerin zaaflarını gözler önüne sermiştir. ABD’deki standart altı ipotek krizi hayali sermayenin aşırı genişlemişliğini açığa çıkarmıştır. Avrupa Birliği ekonomisi, uç ama anlamlı Yunanistan örneğinde çok açık görüldüğü gibi,  hastalıklı ekonomisiyle, geleceği kuşkulu banka sistemiyle, Avrupa’nın her yanında emekçi sınıfların ve yoksulların ezilip bitirilmesine yol açan kamu borçlarıyla adeta can çekişmektedir. Birliğin siyasi çatısı mali güçlüklerin, mülteci krizinin ve faşist ve ön-faşist hareketlerin yarattığı baskılar nedeniyle çatırdamaktadır. Japonya ise, başbakan Abe’nin bir zamanlar yere göğe sığdırılamayan ekonomi politikasının çöküşüyle yeniden krize girmiştir. Emperyalizm, gelecekle ilgili derin kaygıları nedeniyle siper kazmakla meşguldür. Dünya politikasını belirleyen en önemli etken, ABD liderliğindeki emperyalizmin, Rusya ve Çin’e karşı yürüttüğü ikili ”kuşatma-yalıtma” politikasıdır. Bu nedenle, ister Gürcistan veya Ukrayna’da provokasyon ya da gelecekteki herhangi başka bir senaryo, ister Güney Çin Denizi’ndeki gerginlikler ya da Kuzey Kore’nin silahlanma girişimleri gibi bir durum olsun, Rusya ve Çin güçlük çıkardıkları takdirde emperyalist dünya imha gücünü hiç çekinmeden bu iki ülkenin üstüne püskürtmeye hazırdır. Şu andaki  Ortadoğu krizi, bugün aşılabilirse, yakın gelecekte patlayacak başka bir çatışmanın kostümlü provası olmuş olacaktır.

Bu nedenle, İŞİD’inkini bile geride bırakacak korkunç bir barbarlığa yol açacak olan bu cehennemi gidişi engellemek üzere tüm güçlerimizi biraraya getirelim.

Pasifizm değil, sınıf mücadelesi ve devrim!

Hiç bir pasifist söylem emperyalist şirketleri ve Ortadoğu’nun açgözlü patronlarını çıkarları doğrultusunda hareket etmekten ve tüm dünyayı hızla savaşa sürüklemekten vazgeçiremeyecektir. Ufukta görünen bu korkunç felaketi yalnızca sınıf mücadelesi ve devrim önleyebilir. Savaşların kaynağı kapitalizm ise, ki öyledir, savaşları önlemenin tek yolu da kapitalizmi ortadan kaldırmaktır. Uluslararası sol hareket, Marksizmin önerilerinin yanlış çıktığı ya da dünyadaki yeni gerçeklikler karşısında yetersiz kaldığı yolunda bir dizi keskin eleştiriyle zayıflatılmıştır. Ancak son gelişmeler Marksizmi bir kez daha haklı çıkarmaktadır. 21. yüzyılın başında ortaya çıkan ana gelişmeler ve eğilimler, yani ister sermaye birikiminin krize yol açan doğası, ister emperyalizmin savaş kaynağı olan özelliği, ister sınıf mücadelesinin aciliyeti, ister uygun koşullar var olduğunda devrimin kaçınılmazlığı konusunda, Marksizmin tüm öngörülerini doğrulamıştır. Kapitalist toplumun devinimini sadece Marksizm her yönüyle açıklayabilmektedir.

Marksizm ayrıca, geçmişteki savaş dönemlerinden en doğru sonuçları da çıkarmıştır. İnsanlık daha önce de bu noktaya gelmiştir ve şu anda geçmişteki deneyimleri görmezlikten gelmek, Marksistlerin haksız yere sık sık suçlandıkları bir özelliği karşıt güçlerde ortaya çıkaracak, yani tersine bir dogmatizm yaratacaktır.

Şurası çok kesindir: sınıf mücadelesi ve devrim olmasaydı insanlık, yirminci yüzyılın iki korkunç dünya savaşının trajik yükü altında ezilirdi. Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini iki devrime, Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi ile Almanya’daki 1918 Kasım Devrimi’ne borçluyuz. Öte yandan, faşizm İkinci Dünya Savaşı sırasında uygarlığı yerle bir edemediyse bunun nedeni, bir yandan Sovyet devletinde bürokrasinin tüm yönetim hatalarına karşın Ekim Devrimi’nin kurduğu yeni devletin ve Kızıl Ordu’nun son kalıntılarının halkın ülkeyi kahramanca savunması sonucunda kazandığı üstünlüğün yanı sıra, Fransa’da Résistance’ın, İtalya’da Partigiani’nin ve Yunanistan’da Kapetanios’un, Nazi işgali altında kıran kırana iç savaş yaşayan bir Yugoslavya’da komünistlerin şanlı mücadeleleri, Japon emperyalizminin zulmüne boyun eğmeyen Çinli, Vietnamlı ve Koreli yoksul köylülerin mücadelesi sonucunda Nazi rejimi ile Japon emperyalizmini dize getirmiş olmalarıdır. Kapitalizmin barbar eğilimlerini 21. yüzyılda da yatıştırıcı söylem değil, sınıf mücadelesinin kükreyişi alt edecektir.

Yıkalım bu köhne düzeni…

Bir dünya savaşının bu kadar yakınımızda oluşu, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu olan emekçilerin ve özellikle işçi sınıfının çaresiz olduğu anlamına gelmez. Tam tersine! Ölümcül bir krizle kıvranan aslında kapitalizmin ta kendisidir. Şu anki tüm eğilimler, işçi sınıfının, ezilenlerin ve gençliğin kapitalizm musibetiyle savaşmaya hazır olduğunu göstermektedir. 2011 ile 2013 arasındaki üç yılda dünya, yeni bir dünya devrimi dalgasının, Tunus’tan Mısır’a ve Wall Street’e, Yemen’den Yunanistan’a ve İspanya’ya, Türkiye’den Brezilya’ya farklı yoğunluklardaki doğum sancılarını yaşadı. Kitle mücadelesinin ve isyanının bu uluslararası yükselişi ciddi kazanımlarla sonuçlanmadıysa, bu, uluslararası sosyalist hareketin mücadeleyi zafere ulaştıracak bir öncülüğü henüz hiç bir ülkede yaratamamış olmasındandır. Şu anda kitlelerin parlamenter yol diye adlandırılabilecek başka bir yolu denedikleri bir evredeyiz. Bizim inanıyoruz ki, birkaç belli başlı örnek vermek gerekirse, kitlelerin Yunanistan’da, İspanya’da, Portekiz’de, İngiltere’de ve ABD’de destekledikleri liderler, karar anı geldiğinde onları bütünüyle yanlış yönlendireceklerdir. Ama tepedeki  % 1’e  karşı mücadele isteği her yerde, hatta, Reagan ve Thatcher’dan beri kapitalist saldırının öncülüğünü yapan Anglo Sakson ülkelerde bile çok güçlüdür. Bu nedenle kitle hareketine bir alternatif, devrimci ve uluslararası bir önderlik sunmak acil bir görevdir. Koşullar olgunlaşmaktadır; yeter ki hareketin en etkin öğeleri belirleyici adımları atabilsin.

Dünyanın dört bir yanındaki proletaryaya sesleniyoruz: 20. yüzyılda ‘sosyalizm’ diye adlandırdığımız deneyimin çökmesinin nedeni,  Marksist sınıfsız toplum programının hatalı olması değil, Marksizmin enternasyonalist programının, bürokrasinin ‘tek ülkede devrim’ adıyla bilinen gerici programına kurban edilmiş olmasıdır. Bu gerici programın şu anda kendi de yıkılmış gitmiştir. Bu nedenle, şimdi, her ülkede işçi sınıfının devrimci Marksist partilerini ve ileride sosyalist devrimin dünya partisi işlevini görecek uluslararası örgütlenmesini oluşturarak,  uluslararası proletaryanın tüm dirençli, hatta mağlup edilemez güçlerini yeniden bir araya getirip tarihin ön saflarına taşıyalım.

Emperyalizmin yarı-sömürge koşullarında ayakta kalmaya çalışan yeryüzünün lanetlilerine ve yoksul ülkelerin son derece sefil ortamında yaşam mücadelesi veren yoksul köylülere sesleniyor ve onları tıpkı Lenin ve Trotskiy döneminde olduğu gibi bir kez daha ulusal ve toplumsal kurtuluşa giden tek güvenilir yol olan sosyalist devrime katılmaya davet ediyoruz.

Ezilen kitlelere, ezilen ulus ve azınlık dinleri mensuplarına, kadınlara, gençlere ve tüm diğer ezilen katmanlara, toplumsal devrim programına sadece sınıfsal sömürüye maruz kalanların değil, tüm ezilenlerin kurtuluşunu hedefleyen politikaları yerleştireceğimize ve bunları izleyeceğimize dair söz veriyoruz.

Daha da yakında, yanı başımızda bulunan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki kardeşlerimize sesleniyor, devrimci proletaryanın, yoksul köylülerin, başta Filistinliler ve Kürtler olmak üzere ezilen halkların, baskı gören azınlık dinlerine mensup Kıptilerin, Dürzilerin, Alevilerin, Yezidilerin ve diğerlerinin, köktendinci İslamın baskısı altında ezilen kadınların, gelecekleri ellerinden alınmış ve karşılıklı birbirlerine kıymaktan başka olanağı kalmamış gençlerin, emperyalizme, Siyonizme, tekfirci barbarlığa, Sünni-Şii mezhep savaşına karşı, Arabın, Farsın, Türkün, Kürdün ve Yahudi’nin hep birlikte barış içinde çalıştıkları ve kardeşçe yaşadıkları bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu yolunda bir birleşik cephe oluşturmalarını istiyoruz.

Devrimci uluslararası Marksizmin kurtarıcı ilkelerine geri dönelim; bu ilkeleri yeni gelişmeleri yakından izleyerek yaratıcı bir biçimde kullanalım ve bu ilkelerden hareketle kapitalizme ve yarattığı savaşlara son verelim.

Tüm ülkelerin proleterleri, birleşin!  Kazanabileceğimiz yepyeni bir dünya, kaybedebileceğimiz koskoca bir geleceğimiz var!