Yılmaz Güney’den ve Ahmet Kaya’dan elinizi çekin!
Kaynağı hâlâ tartışmalı “kaset operasyonu” sonrasında koltuğa oturtularak “Türklerin Gandisi” nidalarıyla şişirilen Kılıçdaroğlu balonu 12 Eylül referandumu ile bir anda sönmüş, üzerine uzun bir sessizlik dönemi gelmişti. Son olarak Önder Sav ve ekibini tasfiye eden “Siperlerin Gandisi” Kılıçdaroğlu ve ekibi, bir süredir hazırlandığı belli olan yeni taktik ataklarına son derece popülist bir zamanlamayla “bayram” günlerinde başladı. Tabii, hazır genel seçimler için de start verilmişken AKP’den neden geri kalsınlar ki?
Kemal Bey, 20 Kasım’da Diyarbakır’da taksi şoförü Reşat Yılmaz ile çay içiyor. CHP kurmaylarının kendileri bile, bu kadar basit ve sıradan bir şekilde halkın arasına karışıyor olmalarına inanamamış olmalı ki, bu haberi iki gün öncesinden büyük bir olaymış gibi burjuva basınına servis yapıyor. Sonrasında Kürtlerin bir kısmının protestoları ile de karşılaşan, bu nedenle olsa gerek şehrin sadece CHP binasının olduğu kısmını gezen Kılıçdaroğlu, sokakta tavla oynuyor. Lütfen buraya dikkat: tavla oynadığı kişi, herhangi bir Diyarbakırlı değil, o sırada çarşı izninde olan bir asker! Ayrıntılar önemli, mesaj ise bizce açıktır: Diyarbakır’da bile(!) devleti bir biçimde sahiplenme çabası. Nitekim devamında savaşla, Kürt Sorunu ile ilgili hiçbir şey söylemeyen Kılıç Bey iki önemli söz sarf etmiş. Birisi; “Çocukların elinden taşları almak lâzım.” İkincisi ise meşhur devlet-burjuvazi temcit pilavı (yerseniz): “Diyarbakır'ı bu bölgenin Paris'i yapmak CHP'nin boynunun borcudur.” Kemal Bey, hemen ertesi günü 21 Kasım’da lösemili Canseda Baydar’ı İstanbul’da ziyaret ediyor. Kızın bir yıl öncesine kadar CHP Bakırköy İlçe Teşkilatı’nda çaycılık yapan babası Murat Baydar; “Kızımın hasta olduğunu teşkilatta kimse bilmezdi. Kılıçdaroğlu’na kim söyledi, nereden öğrendi bilmiyoruz. Bayramın birinci günü Paris’ten aramasına çok şaşırdık, hatta telefona çıkan kızım ilk başta dalga geçildiğini sandı” diyerek şaşkınlığını belirtiyor.
Bu buram buram ABD tarzı kokan halkla ilişkiler operasyonunun sevgi dolu, şefkatli babacan halk adamı imajının arkasındaki asıl yüzü, Kılıçdaroğlu’nun bayramın ilk gününde Ergenekoncu yeni genel başkan yardımcısı Beyaz Türklerin şefi Süheyl Batum ile Bilkent’te bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’ne yaptığı ziyaret ele veriyor. Kılıçdaroğlu şöyle buyurmuş ziyaret sonrası: “Gazilerimizin moralleri çok iyi, hastaneden çok memnunlar, aileleri ile beraberler. Hem ailelerinin, hem gazilerin bayramını kutlayarak onlara sağlık diledik, şifa diledik. Onların bizim onurumuz olduğunu da ifade ettik. Son derece mutluyum onlar da mutlu, umuyorum sağlıklarına bir an önce kavuşurlar” Lütfen buraya da dikkat: devletin ısrarla sürdürdüğü savaşın mağduru oldukları için zor durumda bulunan ve sağlı “sol”lu milliyetçilerin her fırsatta aynı söylemle (“onurumuz, gururumuz...”vs.) referans yaparak suistimal ettiği bu insanlar evlerinde değil, TSK’nın bünyesinde ziyaret ediliyor. Alın size ikinci mesaj!
Yukarıdaki karelerde mesajları kendi şoven çizgilerinde iyi seçen Kılıç Bey ve ekibi bayram öncesinde baltayı fena halde taşa vurdu: 17 Kasım’da Sosyalist (doğrusu “sosyal-kapitalist”) Enternasyonal toplantısına katılmak üzere Paris’te bulunan Kılıçdaroğlu, Pére Lachaise mezarlığına giderek, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın mezarlarına karanfil bırakmış, üstüne bir de (burası fıkra gibi) fatiha okumuş.
Her iki sanatçının üç temel özelliği var: Kürt olmaları, devrimci olmaları ve sürgünde ölmüş olmaları. Her ikisinin de sürgün ve aslında ölüm nedeni CHP’nin kurucusu ve asli unsuru olduğu Türkiye burjuvazisinin resmi devlet politikaları.
Ey “Siperlerin Gandisi”, ey CHP’liler! Siz TÜSİAD’ı ziyarete gidin, AB elçilerine yemek verin, dolarlar uçuşan aşiret düğünlerinde boy gösterin, devrimcileri, Kürtleri katleden kontrgerillanın, Ergenekon’un avukatlığını yapın, taburları ziyaret edin, korucularla fotoğraf çektirin, siperlerde poz verin! Çekin elinizi bizim değerlerimizden! Safımızdan uzak durun! Bizim safımız yıllar önceden: “Safım açık ve bellidir; Emekçi yoksul halkımın safında, bilimsel sosyalizme inanan sosyalizmin acemi bir sanatçısıyım. Bütün olanaklarımla kurtuluş mücadelesinin içinde yer almaya çalışacağım.” diyen Yılmaz Güney’in, Arabacı Cabbar’ın, Diyarbakırlı Bahtiyar’ın safıdır.