CHP’nin geleceği (var mı?)

CHP’nin geleceği (var mı?)

Seçimlerden bu yana sadece iki ay geçti. Ama bu iki ay toplumun geniş kesimlerinde, özellikle istibdada karşı olan, toplumsal değişimden yana ve emekçilerin ve ezilenlerin yanında olmaya çalışan kesimlerinde bir büyük uyanışa tanık oldu. Seçimde, AKP’nin ekonomiyi son hız felakete doğru sürüklemesinin yanı sıra özgürlükleri bütünüyle ayaklar altına almasına karşı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kurduğu ittifaka bütün gönlüyle destek veren milyonlar, şimdi bu ittifakın, onun mimarı Kılıçdaroğlu’nun ve arkasındaki parti CHP’nin, her üçünün birden kendileri için ne kadar büyük bir yanılsama, bir hayal olduğunu hızla kavrıyorlar.

İttifakın sırları hızla döküldü. Kılıçdaroğlu sayesinde 400’ü aşkın gericinin toplandığı bir Meclis, şimdiden AKP’yle işbirliği yapacağının işaretini veren müttefikler ve toptan çöken bir ortaklık, halka ne kadar zavallı bir proje ile karşı karşıya olduğunu erkenden anlattı.

Kılıçdaroğlu’nun bütün “demokrat dede”liği ise ışık hızıyla kayboldu. Partiyi derhal hallaç pamuğu gibi kendi çıkarlarına göre düzenlemeye girişti, “değişim” isteyenlere tehditler yağdırdı, kongreye gidilirken, yani il kongreleri çok yakında yapılacakken işine gelmeyen bir dizi il yönetimini değiştirdi. Şimdi de “yollarımızı ayırırız” diye gözdağı veriyor muhalefete. Kendi ekibinden insanların bile İmamoğlu’nun yanında yer almaya hazır olduğu ortaya çıktı, son Parti Meclisi’nde çoğunluk muhalefetle oy kullandı ama tehdit ediyor. Yani “parti bölünürse bölünsün, benden sonra tufan” diyor.

CHP’nin tıyneti ise üç olayla halkın gözünde berraklaştı. Birincisi, Mehmet Şimşek ve ekibinin İMF’ci kemer sıkma politikasının ipuçları hızla ortaya çıkmaya başladığı halde CHP’nin bu politikaya en ufak bir itirazı olmadığı belli oldu. Böylece, Kılıçdaroğlu’na verdikleri oyu sureti haktan görünmek için işçi düşmanı AKP’ye karşı bir oy olarak örtmek isteyenlerin de boyası döküldü. Tersine, bizim seçimden önce televizyonlarda da açıkça söylediğimiz gibi, Millet İttifakı’nın da aynı yolun yolcusu olduğu kanıtlandı. Şimdi bunların Mehmet Şimşek’e eleştirileri “yeterince hızlı gitmiyorsun”dan öteye gitmiyor, yeni kadrolara da “Boğaziçi’li”, “zaten Amerikan Merkez Bankası Fed’de” falan diye destek veriyorlar.

İkincisi, her ülkede her zaman devasa bir skandal olacak ve yapan politikacının başını mutlaka yiyecek bir siyasi suçun ortaya çıkması. Faşist, ırkçı Ümit Özdağ iki tur arasında halka açıklanan protokolün dışında Kılıçdaroğlu ile yazılı bir anlaşma yaptıklarını, kendisine İçişleri Bakanlığının vadedildiğini, ayrıca iki bakanlığın ve MİT müsteşarlığının da partisine verileceğinin kararlaştırıldığını açıkladı. Akıllı adam. Bu aşamada bile Kılıçdaroğlu sustu. Parti sözcüsü Faik Öztrak Ümit Özdağ’ı yalanladı. Özdağ ısrar etti. Kılıçdaroğlu bir televizyon görüşmesinde (yazılı belge ortaya çıkınca daha da fazla rezil olacağını bildiği için) Ümit Özdağ’ı doğruladı. Görüşmeci “ama Faik Öztrak yalanladı” dedi. Kılıçdaroğlu’nun yanıtı: “O bilmiyordu ki.” “Demokrat dedemiz” buraya kadar! Kösele gibi bir suratla hâlâ koltuğuna yapışmış, oturuyor.

Üçüncüsü, Akbelen ormanının savunulması müthiş bir kitle mücadelesi haline geldikten günler sonra yöreyi ziyaret eden CHP’lilerin halkla kavga etmesi, bir milletvekilinin insanlara parmak sallaması, bir başka milletvekilinin “seçimi sizin yüzünüzden kaybettik, siz AKP provokatörüsünüz” demesi! Ama en güzeli kıyısından köşesinden duruma baktıktan sonra makam arabasına geçen Kılıçdaroğlu’nu, kitlenin arabayı tokatlayarak “arabaya değil barikata” sloganıyla utandırması. Uyanış ilerlemektedir!

Öyle görünüyor ki partinin önünde üç ihtimal var. İlki CHP’nin daha küçük partilere ayrışarak orta vadede sahneden silinmesidir. Cumhuriyet kuruculuğuyla övünen bu partinin cumhuriyetin 100. yıldönümünde ufalanmaya başlaması tarihin ilginç bir cilvesi olur.

İkinci ihtimalin alametleri şimdiden belirdi. İmamoğlu rakibinin bütün direnicine rağmen kongrede başkanlığa getirilir. Parti bir yeni umut pırıltısı sayesinde gelecek seçime kadar yaşar. İmamoğlu’nun en ufak bir programı yok. Olanı, Erdoğan’ın “eser bırakmak” ideolojisiyle sınırlı. Bunun dışında İmamoğlu’nun sağcı bir politikacı olduğu tartışma götürmez. Ama bu önemsiz. Zira CHP uzun yıllardır sağcı bir parti olmuştur. CHP’nin “solculuğu” 1960’lı yıllarda yükselen işçi sınıfı hareketini massetmek, onun dönemin canlı sosyalist hareketiyle bütünleşmesini önlemek için geliştirilmiş bir stratejik yönelişti. 12 Eylül işçi hareketini durdurdu, solu yenilgiye uğrattı. “Solcu” bir CHP’ye ihtiyaç kalmadı. Bir miktar yalpalamadan sonra CHP merkez sağdaki boşluğu da doldurmak amacıyla kendine yakışanı yaptı, solu tamamıyla terk etti. İmamoğlu bu yeni kisveye uygundur.

Tabii bir de üçüncü bir ihtimal var. Şayet İmamoğlu’nun yükselişi önlenebilirse, Kılıçdaroğlu Ümit Özdağ ile anlaşmaya dayalı stratejiyi izleyerek Türkiye’nin Marine Le Pen’i ya da Giorgia Meloni’si olabilir. Yakışır. Hatta neden olmasın? Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’na karşı kurultayı kazanamayacağını görürse, belki de Ümit Özdağ’ı partiye çağırıp onu başkan adayı olarak sunar. Böylece CHP cumhuriyetin ikinci yüzyılına Kılıçdaroğlu’nun zaman zaman övünerek vurguladığı “CHP’nin ülkücüleri”ne teslim olmuş bir parti miras bırakmış olur!

CHP’nin bu sefil durumu bize AKP istibdadının Türkiye’yi tam anlamıyla bir uçuruma sürüklemekte olduğunu unutturmamalı. İşçi sınıfını ve emekçileri perişan eden program ve NATO hizmetkârlığı koyu bir istibdad ile birleşiyor. Ülkeyi bu katlanılamaz durumdan CHP’nin buharlaştığı bir dönemde işçi emekçi sınıfların ve ezilenlerin kalbini kazanacak bir proleter partisinin kurtarması için elimizden geleni ardımıza koymayacağız.

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2023 tarihli 167. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazıyı Gerçek'in podcast hesaplarından sesli olarak dinlemek için aşağıdaki resmin üzerine tıklayın. 

Sungur Savran podcast ağustos 2023