Hürriyetin zaferi için günün görevi CHP’den kopmaktır!

Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve İstanbul Büyükşehir ve bazı ilçe belediyelerine yönelik operasyonlar kapsamında gözaltına alınması ile başlayan süreç, tutuklanmalarla sonuçlandı. Hukuki kılıfa sokulmuş bu siyasi operasyonun niteliği bellidir. İstibdad rejimi, yargıyı ve kolluğu kullanarak, mirasçısı olduğu 12 Eylül darbesinin yönetim organı Milli Güvenlik Konseyi’nin 1983’te seçime girecek adayları veto etme yetkisine benzer bir uygulamayı hayata geçirmektedir. İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından ilerleyen süreçte belki Mansur Yavaş da hedefe alınacak. Bu şekilde iktidar, anketlerde kimi karşısında görüyorsa onun da önünü kesmek için hamleler yapmaya devam edecek. CHP genel kurulunun iptali ve CHP’ye kayyım atanarak yeni kongreye götürülmesinin gündeme gelmesi söz konusu. Bu tür bir gelişmenin önüne geçmek için Özgür Özel partiyi olağanüstü genel kurula götürme kararı almış bulunuyor. İstibdad rejimi sadece gelecekteki bir seçime yönelik Erdoğan’ın karşısındaki muhtemel adayları elemekle kalmıyor, son yerel seçimlerde birinci parti konumuna yükselmiş olan karşısındaki en büyük partiyi baştan aşağı dizayn etmeye yöneliyor. CHP ve Dem Parti arasındaki “kent uzlaşısı” adıyla bilinen ittifak ilişkisini terörizm olarak yaftalayarak sadece karşısındaki partiyi dizayn etmiyor, onun mevcut ve muhtemel ittifak politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiriyor. Ekonomide ve dış politikada kritik ve kırılgan bir hat üzerinde yürüyen, Bahçeli’nin inisiyatifiyle başlayan ve sonu sömürgeci burjuvazinin yayılmacı çıkarları doğrultusunda gerici bir Anayasa değişikliğine bağlanan riskli bir açılım süreci yürüten iktidar, yolunu düzlemek için baskıcı ve keyfi istibdad rejimi ile eline aldığı tüm gücü kullanmaktadır.
Türkiye’nin en büyük muhalefet partisini ve onunla birlikte tüm muhalefeti hedef alan böylesine bir saldırının büyük bir tepki yaratması kaçınılmazdı. Nitekim istibdadın hamlesi büyük bir kitle hareketliliği ortaya çıkardı. Bu kitle hareketliliği içerisinde özellikle üniversite öğrencileri öne çıkıyor. CHP dışındaki sol da kahir ekseriyetiyle bu eylemlere katılıyor ve çağrı yapıyor. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB dörtlüsü de aynı doğrultuda çağrılar yapmakta. Arka planda yeni bir Gezi’nin gündemde olduğuna dair yorumlar ve beklentiler göze çarpıyor. Eylemlerin katılım düzeyi, kitleselliği, ülke çapındaki yaygınlığı Gezi’nin yani daha doğru bir ifadeyle Gezi ile başlayan halk isyanının çok uzağında. Bu tabii ki sürecin gelişerek bir halk isyanına doğru dönüşme olasılığı olmadığı anlamına gelmez. Ancak bu açıdan bakıldığında böyle bir gelişmenin önünde bizzat CHP’nin mutlak bir engel olarak yükseldiği görülmektedir.
İstibdadın saldırısına bakıldığında sadece polis şiddetinin ve yargı sopasının kullanılmadığını görmek gerekir. Bugün kitlelerin istibdada karşı öfkesinin arkasına geçtiği CHP, bu öfkeyi soğurduktan sonra istibdadın çizdiği sınırlar içinde düzenin içine hapsetmek üzere en büyük ve en kritik katkıyı sunmaktadır. Özgür Özel daha baştan bunun işaretlerini vermektedir. Meydanda “tutuklansa bile adayımız İmamoğlu” diye haykıran Özel aynı gün ünlü İngiliz haber ajansı Reuters’e verdiği demeçte yalnızca İmamoğlu’na bağlı bir seçim stratejisi izlemediğini belirterek, “İmamoğlu aday olamazsa bile kesinlikle kazanacağız” demiştir. Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun birlikte yükselttiği “Saraçhane’ye sahip çıkma” söylemi CHP’nin kendi irade ve kontrolünü aşmaya yönelik en ufak bir eğilimi dahi söndürmenin aracı olmaktadır. Öğrenciler başta olmak üzere istibdada karşı “eylem”e geçen herkes kaçınılmaz olarak soluğu bir CHP mitinginde almaktadır.
Bu anlamda Saraçhane sadece bir mekân işlevi görmemekte, Türkiye’nin başka illerinde görülen kitle hareketliliğinin de çerçevesini belirleyen bir siyasal bariyer olarak öne çıkmaktadır. İmamoğlu’nun Çağlayan’daki adliyeye sevk edildiği 22 Mart gecesi en büyük kitleselliğin yaşandığı anda da, Saraçhane’yi bir miting alanına çevirmiştir. Miting kürsüsünden Özgür Özel, Muharrem İnce, Mansur Yavaş gibi isimler sadece seçim nutukları atmakla kalmamış, sistematik olarak polis saldırısına maruz kalan gençleri provokatörlükle suçlamıştır. Bir aşamada Özgür Özel’in kitleye size halk oylaması yapacağım diyerek yaptığı konuşma ibretliktir: "Meydanda burayı terk edelim, Bozdoğan Kemeri’ne gidelim, polisle çatışalım diyenler el kaldırsın. Meydanda bunu yapmayalım, mücadeleyi haklı zeminde koruyalım diyenler el kaldırsın." Bu aşamada Özgür Özel’e kitlenin saldırı altındaki bölümünü karalamak yetmemiş, yaptığı oylama tiyatrosu ile kitlenin büyük çoğunluğunu gençlere karşı kışkırtmıştır. Muharrem İnce’nin gençleri Tayyip Erdoğan’ın adamı olmakla suçlayan sözleri, Mansur Yavaş’ın Kürt halkına karşı düşmanlık dolu konuşmaları sadece orada toplanan kitleyi değil, her yerde alana çıkan ve yüzünü Saraçhane’ye dönmüş olan kitleleri bölen, birbirine karşı kışkırtan, hedefini şaşırtan ve demoralize eden sistematik bir çaba olmuştur.
Nihayet bir aşamada Özgür Özel “ne yapacaksak birlikte yapacağız” dedikten sonra gençleri suçlamaya devam etmiş, “gerekirse Çağlayan’a yürürüz” dedikten sonra, CHP ne diyorsa onu yapmaları konusunda gençleri adeta azarlayıp “biz buraya yenilmeye değil kazanmaya geldik” diyerek CHP’nin talimatlarını dinlemeyenleri yenilgicilikle itham etmiştir. Özgür Özel, Saraçhane’de toplanan devasa kitleyi alabildiğine demoralize ettikten sonra “ben Çağlayan’a gidiyorum” diyerek kürsüyü Mansur Yavaş’a verip alanı terk etmiş. Yavaş da kitleyi bölme ve demoralize ederek polis müdahalesine hazırlama işini tamamlamış ve ardından yoğun bir saldırıyla binlerce kişi dağıtılmıştır. Saraçhane’nin boşalması ile CHP, sırtındaki yükten kurtulmuş, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından gelişmesi muhtemel merkez kaç eğilimleri kontrol altında tutması kitleleri ertesi gün ön seçim tiyatrosuna sevk etmesi kolaylaşmıştır. İstibdadın hamlesinin CHP’yi hedef aldığı bir süreçte, kitlelere karşı tutumda CHP’nin nasıl olup da istibdad rejimi ile aynı doğrultuda adeta koordineli şekilde hareket ettiğini görmek ve bundan ibret almak gereklidir. Meydanda gençleri yenilgicilikle itham etmiştir. Ama , kazanmanın kendisinin bile değil, kazanma ihtimalinin dahi gündeme gelmesinin tek koşulu olan kitlelerin CHP’den kopmasının önüne sistematik olarak set çekerek, yenilgiyi garantilemiştir. Düzen siyaseti budur!
Bugün CHP’li olmayan birçok insan, istibdadın karanlığına karşı CHP ile birlikte bu kavgayı vermeyi tek çare olarak görüyor. Ancak bu ilk defa olmuyor. Erdoğan’ın ilk Cumhurbaşkanlığı seçimde karşısına, daha sonra MHP’ye geçecek ve Erdoğan’ın askeri olacak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu çıkarttığında, ilk etapta birçok insan aynı şekilde düşündü. CHP, Gezi sürecinde halk isyanının karşısına Mustafa Sarıgül’ü İstanbul adayı göstererek çıktığında da birçok insan aynı duyguyla “tatava yapma bas geç” dedi. Aynı duyguyla birçok insan Muharrem İnce’nin miting alanlarını doldurdu. Muharrem İnce sadece “adam kazandı” diyerek atı alıp Üsküdar’a geçenlerin işini kolaylaştırmadı, daha sonra izlediği politikalarla Cumhur İttifakı’na geçip geçmeyeceği bile tartışılır hale geldi. Kılıçdaroğlu, Adalet Yürüyüşü yaparken, birçok insan, AKP’ye, istibdada karşı olup da o yürüyüşe katılmamanın bir gerekçesini göremiyordu. Ama yürüyüş biter bitmez Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşe katılan geniş kitlelerden aldığı güçle yaptığı ilk iş Alman Der Spiegelgazetesine demeç verip Abdullah Gül’ün çatı adaylığına yeşil ışık yakmak olmuştur. Nihayet son Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendini Erdoğan’a karşı son çare olarak dayatan Kılıçdaroğlu, bugün Erdoğan’la koordinasyon içinde CHP’nin kurultayını iptal ettirmeye çalışıyor. Meclise soktuğu siyasal İslamcılar ve faşistler hiç de sürpriz olmayan biçimde adım adım istibdad cephesinin hizasında konumlanıyor. Özgür Özel’in Ekrem İmamoğlu’nun ya da Mansur Yavaş’ın ayrı olduğunu kim iddia edebilir? CHP hürriyet mücadelesinin bir bileşeni ya da gücü değil haini ve katilidir!
İmamoğlu’nun tutuklanmasına giden süreç halkın ve gençliğin istibdada yönelik CHP’den ayrı ve bağımsız olan, istibdadın tüm baskılarına karşı birikmiş olan tepkisini ortaya koymasının bir vesilesi olmuştur. Ancak bu “vesile” hareketin önünde baştan itibaren aşılmaz bir engele dönüşmüştür. Bu “vesile” dolayısıyla İmamoğlu ister istemez sürecin merkezindedir ve CHP süreci yönetmektedir. CHP’nin dışındaki sol, CHP’nin büyük etkisi altında olsa da sonuçta özerk bir yapıya sahip olan sendikalar ve meslek örgütleri, CHP’nin merkezi konumunu kabul eden ve ona eklenen bir pozisyon almaktadır. CHP’nin iradesini aşma niyetine matuf girişimler bu yüzden sonuçsuz kalmaya mahkûm olmuştur. Saraçhane’de çözüm “sandıkta değil sokakta” türü sloganlar, nihayetinde CHP mitinginde ve Özgür Özel’e hitaben atılmıştır. Bu sloganın kardeşi “Özgür bizi Taksim’e götür” olmuştur. Süreç içinde Özgür Özel’in kitlenin daha mücadeleci kesimlerini hayal kırıklığına uğratan tavır ve söylemleri yer yer yuhalanmasına neden olsa dahi her şey son tahlilde CHP’nin çizdiği daire içinde kalmaktadır. Onu yuhalayanlar dahi ertesi gün bir kez daha CHP ve Özgür Özel’in çağrıları doğrultusunda harekete geçmektedir. Özgür Özel’in Saraçhane’deki son ihanetiyle dağıtılan kitle bir kez daha ön seçim sandıklarında toplanmaktadır. CHP ve Özgür Özel giderek hareket üstünde etkisini perçinlemektedir. Pazar günü yapılan ön seçim tiyatrosunda “dayanışma sandıkları” vasıtasıyla bu ana kadar arkasına taktığı CHP dışı solun, direkt CHP’ye yazılmasını sağlamak üzere ilerlemektedir.
Tüm bunlar hareketin dinamiği açısından çok belirleyicidir. Gezi ile başlayan halk isyanında hâkim olan kendiliğindenlik, mevcut gelişen kitle hareketinde talidir. Mevcut harekette, doğrudan CHP’nin, onun etki alanındaki sendika ve kitle örgütlerinin, CHP’ye eklenmiş durumdaki CHP dışı solun inisiyatifi belirleyicidir. Dolayısıyla da hareketin dinamiği baştan itibaren CHP’yi, yani düzen siyasetinin çizdiği sınırları aşma potansiyelinden yoksundur. Çoğu zaman kitle hareketlerinin zaafı gibi gözüken kendiliğindenlik unsuru, bu harekette yokluğu ya da tali niteliği ile bir zaaf oluşturmaktadır. CHP sadece hareketi düzen içine hapsetme yönüyle gerici bir rolde değildir. Tüm bu süreçte CHP’nin kendi iç çatışma ve bölünmeleri de perde gerisinde önemli bir rol oynamaktadır. İmamoğlu’nun sürecine paralel olarak CHP’nin son kurultayının iptaline yönelik dava da sürmektedir. Bu dava istibdadın CHP içindeki bölünme ve saflaşmaları suiistimali sonucunda açılmıştır. Ancak bu davanın basit bir AKP operasyonu olmadığı, CHP içinde karşılığı olduğu da biliniyor.
Gezi ile başlayan halk isyanında Alevi halkının nefsi müdafaa ruh halinin belirleyici önemi olduğunu biliyoruz. İçinde bulunduğumuz süreçte ise büyükşehirlerin Alevi yoğunluklu mahallelerinde bir seferberlik hali göze çarpmıyor. Daha önceki süreçte Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’den dışlandığını düşünen parti tabanındaki Alevilerle, Şam’daki Alevi katillerine Erdoğan’dan önce heyet göndermeye çalışan İmamoğlu ve “içerde muhalefet dışarda Türkiye partisi” sloganıyla Erdoğan’ın dış politikasına destek olan Özgür Özel figürü bir mücadele dinamiği yaratmıyor. Bu noktada da hem CHP yönetimi hem de muhalif klik birlikte gerici bir rol oynuyorlar.
Bu gelişmelerin tamamı ne tesadüftür ne de sürpriz. Emekçi halkın bağrında, baskılar karşısında gittikçe biriken, yoksulluk ve işsizlikle artan bir öfkeye ve mücadele dinamiğine yaslanan, düzen muhalefetinin sınırlarını aşan ve AKP-MHP tabanını giderek saran bir iş, aş, hürriyet mücadelesi dinamiği varken ve istibdad rejimi bir sosyal patlama olasılığı üzerine karalar bağlamışken herhangi bir “vesile” büyük bir kitle hareketi tetikleyebilirdi. Bu “vesile”nin İmamoğlu olması dolayısıyla daha baştan Gezi’ye dönüşme potansiyelinden yoksun şekilde başlaması ise açıkça istibdadın tercihi olmuştur. “İmamoğlu vesilesi” olası bir kitle hareketinin istibdadın baştan aşağı operasyon alanı halinde olan CHP dairesinde kalmasının da garantisidir. İmamoğlu’nun burjuva sınıfsal karakteri, diploma meselesinin bir zengin müteahhit çocuğunun ayrıcalık elde etmesi olarak sunulması, belediye yolsuzluklarının kimlik olarak CHP’ye uzak kitlelerde uyandırması kaçınılmaz olan tiksinti, istibdad cephesinin etkisi altındaki emekçi ve yoksul kitlelerde yaşanan toprak kaymasının önüne set çekmesini kolaylaştırmaktadır.
Kendi tabanındaki toprak kaymasına set çeken istibdad cephesi, CHP’nin Saraçhane eylemlerinin karşısına adım adım iftarlarla, namaz çıkışı toplanmalarla, kimlik temelinde ve alabildiğine din istismarına başvurarak kendi kitle seferberliği ile çıkacaktır. İstibdad cephesi, saldırısının yerini, zamanını ve konusunu seçmiş, olası tepkileri öngörmüş ve bu tepkiyle nasıl baş edeceğini de önceden planlanmış gözükmektedir. Diploma iptalinin tarihi ile belediye operasyonları ve CHP ön seçim tarihinin senkronizasyonu zaten bunu açıkça kanıtlıyor. Bir kitle hareketinin beklendiği, daha hiçbir protesto olmadan fiili OHAL uygulamalarının devreye sokulmasından gözüküyor. İlk iki gün internetin yavaşlatılması, istibdad cephesinin propaganda atağına geçmesinden önce ise tekrar internet akışının serbestleştirilmesi de, eylemlerde kameralarla kayıt yapıp sabah ev baskınlarıyla insanları gözaltına almaya yönelik operasyonlar da planlı programlı bir harekete işaret ediyor. İstibdad rejimi emekçi halkın bağrında biriken ve kendi tabanına yayılan öfkeyi, nasıl böleceğini, soğutacağını ve ezeceğini önceden öngörüp planlayabildiği şekilde, adeta kontrollü olarak patlatmıştır. Kitle hareketinin kendiliğindenlik unsurunun tali oluşu ile ilgili sadece CHP’nin belirleyiciliğinden bahsetmek yeterli değildir. Bugün yaşanmakta olan hareketle ilgili olarak, mücadelenin konusunu, yerini, zamanını ve hatta saflarını belirleme konusunda esas inisiyatif istibdad rejimindedir. İstibdadın kitle eylemlerinin göreli kitleselliği ve yaygınlığına (en yüksek anında dahi Gezi ile başlayan halk isyanıyla kıyaslanamayacak bir nitelik ve nicelik söz konusudur) rağmen inisiyatifi kaybettiğine ya da kaybetmeye yaklaştığına dair en ufak bir emare görülmemiştir.
İstibdad bu planlı saldırısını gizli saklı da yapmamıştır. Adeta davul zurnayla gelmiştir. Devrimci İşçi Partisi bugün değil öteden beri gelmekte olana karşı uyarmıştır. CHP’nin istibdadın yenilmesinde güvenilmez olduğunu, sınıfsal çıkarlarıyla her an onunla uzlaştığını ve uzlaşacağını defalarca vurgulamıştır. DİP, düzen siyasetinden kopmadan, işçi sınıfı içinde mevzilenmeden, iş, aş ve hürriyet mücadelesini bir bütün olarak yükseltmeden kazanamayacağımızı ısrarla savunmuştur. Mücadelesini, örgütlenmesini, mevzilenmesini büyük emeklerle ve fedakarlıklarla bu zeminde gerçekleştirmektedir. Elbette ki halkın saflarından yükselen mücadele bizim çizdiğimiz doğrultuda ilerlemiyor diye ona sırtımızı döneceğimiz anlamına gelmez. Bugün CHP’nin karakteri, onun arkasında yürüyen mücadeleyi gayri meşru ve haksız kılmaz. Öte yandan bugün istibdadın konusunu, yerini, zamanını ve saflarını belirlediği, olayların akışıyla mücadeleye atılan kitlelerin arkasında durduğu CHP’nin sadece istibdadla mücadele kapasitesizliği dışında, onunla ortak bir sınıfsal zemine sahip olması ve istibdad ile apaçık işbirliği kanallarına sahip olduğu bir savaşımın sonucu bellidir. Bu süreçte birçoğu ne CHP’li olan ne de İmamoğlu’ndan haz eden, ama yüreği hürriyet aşkıyla atan insanları, istibdadın seçtiği “vesile” olan İmamoğlu etrafında mücadele etmeye yönlendirmek, bu “vesile”nin kaçınılmaz belirleyiciliği ile bu kitleleri CHP’nin yönettiği alanlara yöneltmek, CHP’nin inisiyatifi altına itmek ve tüm bunların sonucunda kitleler CHP’nin arkasından yenilgiye doğru koşarken bu süreci alkışlamak sorumsuzluktur.
CHP’den kopma çağrımız, İmamoğlu’na ve CHP’ye yönelik haksız baskılara ve operasyonlara karşı çıkarken, onları siyaseten savunmama, gerçek yüzlerini ve sınıfsal niteliklerini ortaya koymaktan vazgeçmeme konusundaki net duruşumuz, sadece doğru bir sınıf bağımsızlığı pozisyonda ısrar etmek için değil daha da önemli olarak kaçınılmaz bir yenilgiye doğru sürüklenmemek içindir. Bu tutum istibdad cephesinin davul zurnayla çağırdığı tuzağa koşarak gitmemek içindir. CHP’nin arkasında toplanan kitleler hezimet yaşadığında bu tüm emekçi halkın aleyhine olacaktır. Mücadelenin konusunu, yerini, zamanını ve saflarını istibdad rejiminin en hazırlıklı olduğu değil en zayıf olduğu yerde belirleyebilmek, istibdadı sınıf mücadelesiyle yenmek gerek. Bu doğrultuda istibdadın inisiyatifinde ilerleyen sürecin yaratacağı yaraları sarmak için, safların derlenip toplanması için, emekçi halkın kimlik zemininde bölmeyi hedefleyen istibdad operasyonunu boşa çıkartmak için, iş, aş, hürriyet mücadelesini birleştirerek istibdadın tabanındaki toprak kaymasını hızlandırmak için, bugünün görevi CHP’den kopmaktır!
Biz yenilgiye mahkûm olan değil, zafere giden bir alternatif mücadeleyi öneriyoruz. CHP ön seçimden olağanüstü kurultaylara sürüklenecek, kendi iç çatışmaları içinde arkasında toplanan mücadele dinamizminden geriye ne kaldıysa onu da bu girdap içinde yok edecektir. CHP’nin geriye dönüp bakmadığı ve bakmayacağı yerde, eylemlerde gözaltına alınan gençler içerdedir, öğrencilerin üniversitelerde istibdadın baskısına karşı başlattığı mücadele yeni mecralarda sürecektir. Tek bir öğrenci içerde kalmamalı, dayanışma büyümeli, üniversitelerdeki istibdad, düzen siyasetinden ayrılan bir öğrenci emekçi dayanışmasıyla yırtılmalıdır! Türkiye’nin her partiye oy vermiş, her dilden, memleketten, kimlikten işçi ve emekçi çoğunluğunun, bu mücadeleyi veren gençleri, CHP’nin patron siyasetçileriyle aynı yerde görmemesi gerekir. Bunun için gençliğin hürriyet için ayağa kalkışını, bu mücadeleye ihanet eden CHP’nin etkisinden koparıp emekçi halkın bağrına taşımasının ne kadar önemli olduğu ortadadır. Hürriyet için boykota giderek sınıflarını boşaltan öğrenciler, hürriyetin zaferi için sınıfla buluşmak üzere örgütlenmelidir. 2025’e barikatları aşan Polonez direnişiyle, madenci yürüyüşleriyle, grev yasaklarını yırtan metal grevleriyle giren işçi mücadelesi, kaldığı yerden devam etmelidir. CHP’nin arkasında yenilgiye sürüklenen mücadeleyi moralsizlikten kurtarmak, istibdadı yenecek gücü toplamak için sabırla ve sebatla işçi sınıfına yönelmek gerekiyor. CHP’den kopmak gücü ve enerjiyi örgütlü biçimde bu alanda toplamak demektir. Zafer sınıf mücadelesindedir. Hürriyet işçilerle gelecektir!