Yunanistan’da yaklaşan 17 Haziran seçimleri
Yunanistan’da kritik önemdeki yeni parlamento seçimlerine az bir zaman kala siyasi iklime kutuplaşma, korkular ve ümitler hakim. Birbiriyle çatışan güçler, temel olarak kimin seçimleri kazanıp ülkenin iflasıyla yüzleşecek yeni hükümeti kuracağı (Samaras’ın önderliğindeki sağ mı yoksa Çipras’ın önderliğindeki reformist sol mu) ve sonrasında neler olacağı soruları etrafında kutuplaşmış durumda.
6 Mayıs’ta yapılan son seçimde önceki hükümetlerin ve belli başlı burjuva partilerinin üzerinde anlaştıkları gaddarca kemer sıkma önlemlerinden oluşan “memor
AB/IMF’nin sosyal yamyamlık programına karşı kitlesel direniş Yunanistan’ı yönetilemeyen bir ülkeye dönüştürdü. 17 Haziran’daki seçimin sonucu ne olursa olsun, hiç kimse bu siyasi iktidar krizinin (hele de avro bölgesinin tamamı İspanya’nın peşisıra uçuruma doğru yuvarlanırken) çözülebileceğine ciddi olarak inanamaz. Tersine, krizin şiddetlenmesi beklenmelidir.
Merkez sağcı Yeni Demokrasi Partisi’nin lideri Samaras’ın aceleyle kurduğu, geleneksel siyasi düşmanı Daro Bakoyannis gibi aşırı neoliberalleri, merkez sağcı liberalleri ve LAOS eskisi, ayan beyan faşist unsurları bayrağı altında toplayan“Avrupa sağı cephesi”, “anavatanı” Çipras’ın(!) “‘komünist darbesi’nden kurtarmak” biçimindeki, Soğuk Savaş tipi, eski moda antikomünist retoriğe başvuruyor. Mayıs ayındaki seçimde yüzde 7 oranında oy alarak çarpıcı bir başarıya imza atan, açıkça neo-Nazi nitelikteki “Altın Şafak” örgütü, “Trotskizm tehlikesi”nden ve “Çipras’ın arkasına saklanan Trotskistler”den söz ediyor!!
Syriza’yı seçim kampanyasının tek olmasa da esas hedefi haline getiren Yunanistan Komünist Partisi (KKE) de bu gülünç ama tehlikeli anti-komünist ve Syriza karşıtı koroya katılıyor. Mayıs seçimlerinde yaklaşık yüzde 8 oranında oy alan KKE’nin şimdi yüzde 4-5 civarına gerilemesi bu nedenle sürpriz değildir.
Buna karşılık, Mayıs’taki seçimde yüzde 17 olan Syriza’nın oy oranı son anketlerde yüzde 30’a sıçradı. Böylece, korku içindeki sağ partiler karşısında birinci parti olması ve hükümet kurma fırsatını yakalaması olasığı doğmuş
Ancak, böyle bile olsa Sol bir çoğunluk hükümetinin kurulması hiç de kolay değil. KKE, sol partilerin kuracağı bir koalisyona katılmayı şimdiden şiddetle reddetti. Demokratik Sol ise sol reformist bir kümelenmeden ziyade merkez sol bir oluşum ve tamamen itibarsızlaşmış olan neoliberal PASOK’un kalıntılarının (ve hatta belki de sağcı Yeni Demokrasi Partisi’nin) bu tür bir hükümete katılmasını talep ediyor. Merkezci ANTARSYA’nın herhangi bir rol oynaması imkânsız, zira parlamentoya girmek için hiçbir ümidi yok, anketler geçen Mayıs’ta aldığı yüzde 1.2’den bugün oldukça cılız, yüzde 0.5’lik bir orana düştüğünü gösteriyor. Ana eğilim Syriza’ya oy vermek yönünde. Seçimler yaklaştıkça ve yönetimde görev alma ihtimali arttıkça Syriza daha fazla muhafazakârlaşıyor ve AB ile Yunan burjuvazisini yatıştırmaya çalışıyor.
Syriza’nın 1 Haziran’da ilan edilen yenilenmiş programı, Memorandum’un, AB’nin taleplerinin, avronun ve IMF’nin reddedilmesi ile AB üyeliği ve Yunanistan’ın kapitalist toplumsal temelini aynen muhafaza etme arasında imkânsız bir uzlaşma arayışını sürdürüyor.
Sürdürülemez nitellikteki devlet borcu hakkında Syriza ödemeler için moratoryum ilan edilmesini, borçların yeniden müzakare edilmesini ve Ekvador’daki Correa örneğini izleyerek borçların “gayrımeşru bölümü”nü tespit etmek üzere borç denetimi için Uluslararası İnceleme yapılması çağrısında bulunuyor.
Bankalar konusunda ise Syriza hiçbir zaman bankaların işçi denetiminde, tazminatsız olarak kamulaştırılmasını talep etmedi: yalnızca “kamusal kontrol”, yani Arjantin’de Cristina Kirchner’in YPF için uyguladığı plana benzer biçimde, EFSF tarafından yeniden kapitalize edilen Yunan bankalarının kısmen “kamulaştırılması”nı talep ediyor.
Bunun ardından, program daha fazla sağa kayıyor. Acil taleplerin dahi çok mütevazı bir versiyonunu sunuyor. Örneğin 700 avroluk eski asgari ücreti geri getirmeyi öngörüyor, halbuki onurlu bir yaşam için bunun en az iki katı para gerekiyor. Devletin baskı araçları, polis ve ordu hakkında ise yalnızca muğlak bir “demokratikleşme” talebi yumuşak bir tonla ileri sürülüyor. Çipras’ın Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Merkez Karargâhı’ndaki generallere yaptığı resmi ziyaret (Syriza’nın radyo istasyonu dahil olmak üzere) pek çok insana (Çipras’ın kahramanı olan) Salvador Allende’nin Şili’de darbeden önce Pinochet’ye yaptığı ziyareti hatırlattı.
Bütün bunlara rağmen, hem uluslararası burjuva büyük medyasına hem de uluslararası demokratikleşmeci solun bütün renklerine bir tür “Çipromanya” (terim bir Syriza taraftarına ait) yayılmış durumda. Emperyalist kitle haberleşme araçları, Çipras’ı “komünizm heyulası”nın Avrupa semalarına dönüşü olarak sunuyor; demokratikleşmeci reformist ve/veya ortayolcu sol ise onu Özgürleşme Umudu’nun son cisimleşmesi olarak görüyor. Son günlerde bir dizi tanınmış uluslararası sol aydın, örneğin Slavoj Zizek (kendisi Çipras ile birlikte Syriza’nın kitlesel bir seçim toplantısında konuştu), Leo Panitch ve Tarık Ali hacca gelir gibi Atina’ya geliyor. (Tarık Ali, NAR ile ANTARSYA tarafından düzenlenen halka açık merkezi bir toplantıda konuştu ve salonu ANTARSYA’ya değil Syriza’ya oy vermeye çağırdı; salonun yarısı müthiş bir alkışla yanıt verdi buna, öteki yarısı ise dehşet içinde izledi olayı.
Partimiz EEK Syriza’ya ilişkin hem opportunistçe kuyruğuna takılma tavrına hem de körce sekterliğe karşı mücadele ediyor. Syriza ile daimi bir ilişkimiz var, bazı ortak eylemler yapıyoruz, esas olarak tabanla ve yüzünü oraya dönmekte olan insanlarla diyalog içindeyiz. Sağ partileri yenilgiye uğratmak üzere mücadele ediyoruz. Komünizm düşmanı cadı avını da, Stalinistlerin Syriza’ya karşı iftira kampanyasını da karşımıza alıyoruz. Bir yandan da Syriza’nın programını, emperyalist AB’ye ve kapitalist çerçeveye bağlı kalmasını, reformistlerin ileri süreceği türden sınıf işbirlikçisi bir “halk cephesi”nin burjuva içeriğini eleştirmeye devam ediyoruz. Buna karşı krizden devrimci sosyalist yönde bir çıkışı öngören kendi programımızı ileri sürüyoruz: borcun tamamının reddedilmesi, bankaların ve ekonominin stratejik sektörlerinin tazminat ödenmeksizin işçi denetiminde kamulaştırılması, ekonominin ihtiyaçlara yönelik olarak yeni temeller üzerinde yeniden düzenlenmesi, faşistlere karşı işçi savunma birlikleri, burjuva devletinin baskı aygıtının parçalanması, işçi iktidarı ve işçi hükümeti, AB’den kopuş ve Avrupa’nın işçileriyle birlikte yaşlı kıtanın sosyalist temellerde birleşmesi için ortak mücadele.
EEK bu program için bu seçimde de savaşmak istiyor. Ancak, hakim sınıfın demokratik olmayan seçim sistemi bazen bunaltıcı olan devasa finansal engeller yaratıyor: 6 Mayıs seçimleri için yaptığımız kampanyanın ardından, 17 Haziran’daki seçimler için de çok kısa bir zamanda 60 bin avro toplamamız gerekiyordu. Üyelerinin çoğunluğu işsiz gençlerden oluşan, yeterli maddi kaynağa sahip olmayan, küçük bir işçi sınıfı partisi için bu devasa bir miktar. Yoldaşlarımızın çabalarına ve fedakârlıklarına rağmen bu parayı son başvuru tarihinden önce toplamayı başaramadık. Bu nedenle, EEK yaklaşan seçimlere kendi bağımsız listesiyle katılamıyor.
Bağımsız bir müdahale için gerekli olan kaynakları toplamak uğruna, ANTARSYA’nın ortak bir seçim bloğu olasılıklarını değerlendirme önerisini kabul ettik. İkili görüşmelerimiz sırasında EEK için aşırı ölçüde hayati olan şu iki programatik noktanın ortak programda yer almasını önerdik: halk cepheci burjuva hükümeti için değil, işçi iktidarı için, solun işçi hükümeti için mücadele ihtiyacı ve milliyetçiliğe, milli izolasyonculuğa karşı mücadele etmek üzere emperyalist AB’den ayrılma talebi ile Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri çağrısının birleştirilmesi. Bu noktaların yanı sıra, bunun yalnızca bir seçim ittifakı olduğunu, önemli programatik konularda ayrılan örgütlerin bir tür birleşmesi olmadığını açıkça göstermek için EEK’nin adının ANTARSYA’nın yanına ayrıca yazılmasını talep ettik. En sonunda, ANTARSYA bizim programatik noktalarımızı kabul edebileceğini ileri sürdüyse de oy pusulalarına partimizin adının ayrıca yazılmasının söz konusu olamayacağını bildirdi. Onlara göre, ANTARSYA’nın parçası olmamamıza rağmen onların içinde yer almayı basitçe kabul etmeliydik! Bu ültimatom reddedildi ve müzakere çöktü.
Gerçek şu ki, ANTARSYA bir süredir patlayıcı bir çelişki yaşıyor: içinde yer alan, sol Avro-komünist gelenekten gelen iki örgüt ile NAR’ın bir bölümü Syriza ile bir anlaşma, hatta birleşme beklerken, NAR’ın esas gövdesi ile Cliffçi SWP Syriza’ya karşı çıkıyor. Syriza’yı destekleyen güçler EEK ile görüşmeleri boykot ettiler ve bu doğrultudaki her türlü anlaşmaya karşı çıktılar; diğerleri de onlara uydu. 17 Haziran seçimleri için hazırladıkları materyaller EEK’nin savunduğu iki temel programatik noktayı (işçi iktidarı ve Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri) hiçbir zaman kabul etmemiş olduklarını açıkça gösteriyor. 17 Haziran seçimlerinde yaşanabilecek ciddi bir gerilemenin seçimlere endeksli politikaya ve Stalinist KKE’ye fazlasıyla açık olan bu merkezci koalisyon için yıkıcı olması muhtemeldir.
Bu dönemde EEK, Haziran seçimleriyle bağlantılı olarak seçimin “ertesi günü” için kendi siyasi kampanyasını yürütüyor. Önümüzdeki hafta özel bir toplantı yapacak olan EEK Merkez Komitesi genel durum hakkındaki manifestosunu ve yaklaşan seçimlerde kullanılacak oya ilişkin taktiğini kamuoyuna açıklayacak.
3 Haziran 2012