Mezhepçi Troyka’nın paniği, ABD ile Rusya’nın poker oyunu, Esad’ın ikinci baharı
Cumhuriyet gazetesinin Pazar günkü manşeti, “Dünya Savaşına 13 kilometre var” idi. ABD’nin New York Times ve Wall Street Journal ile birlikte en önemli üç gazetesinden biri olan Washington Post, “Halep’te bir mini dünya savaşı yaşanıyor” demiş. Ha şöyle. Şimdi liberallerin aklı başına geliyor demektir. Marksistler Sovyetler Birliği dağılalı beri (yani 1991’den itibaren) dünya savaşının insanlığın gündemine girebileceğini söylediler. 11 Eylül’den beri (yani 2001’den bu yana) bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın artık insanlığın ufkuna girmiş olduğunu belirttiler. Suudi Arabistan kendi Şii azınlığının önde gelen din adamı Nimer el Nimer’in boynunu vurduralı beri (yani bu 1 Ocak 2016’dan beri) dünya savaşının somut olarak, dolaysız ve yakın bir tehlike olarak insanlığın gündeminde olduğunu ileri sürüyorlar. Liberaller nihayet barışçı bir dünya düşünden uyanıyorlar. Neyse ki savaş çıkmadan uyandılar. Yoksa “sanal savaş” falan diye teoriler de uydurabilirlerdi.
Dünya savaşı neden gündeme girdi?
Son günlerde neden dünya savaşı bu kadar gündemde? Bunun nedeni YPG’nin Miniğ hava üssünü ele geçirmesi değildir. Bunun nedeni, muhalif tekfirci, mezhepçi güçlerin, El Kaide’nin Suriye seksiyonu El Nusra Cephesi’nin, Fetih Cephesi’nin, Ahrar üş Şam’ın ve adını sayamayacağımız kadar çok başka örgütün Halep’te tuttukları çok önemli mevzilerin düşmesi, Türkiye ile Halep arasındaki ikmal yollarına bir kama sokulması karşısında stratejik bir yenilgi tehdidi ile yüz yüze gelmiş olmasıdır. Beşşar Esad’ın bu kazanımlardan güç alarak Suriye’nin bütününü ele geçireceğine ilişkin iddialı çıkışıdır. Suriye iç savaşı aniden tekfirci, mezhepçi muhalefet açısından yitirilme tehlikesi ortaya çıkan bir evreye girmiştir. Bunu hazmedemeyen sadece bu tekfirci, mezhepçi örgütler değildir. Aynı zamanda onların destekçisi Ortadoğu Troykası’dır: Suudi Arabistan, Katar ve AKP Türkiyesi’dir. Avrupa’da, özellikle işçi sınıfına kemer sıktırma yoluyla eziyet eden Troyka’nın (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası, İMF) Ortadoğu’daki karşılığı olan bu üç ülkeye Ortadoğu’nun Troykası demek bütünüyle anlamlıdır. Her iki durumda da gericiliğin ve karşı devrimin bölgesel merkezini işaret etmiş oluyoruz. Bölgesel diyoruz, çünkü büyük merkez elbette emperyalizmdir. İşte Ortadoğu Troykası, Suriye savaşının yitirileceği konusunda paniğe kapıldığı için dünya, savaşın eşiğine gelmiştir. Tekrarlıyoruz, mesele YPG ve Miniğ değildir. Bu önemsizdir demiyoruz. İkincildir diyoruz. Mesele dört yıldır sürmekte olan Suriye iç savaşının mezhepçi Troyka’nın aleyhine sonuçlanması ihtimalidir.
Peki, bu panik somut olarak dünya savaşı tehlikesine nasıl yol açıyor? Troyka, Suriye’ye kara gücü sokmayı konuşuyor. Suudi birliklerinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Suriye’ye girmesi gündeme sokulmuş durumda. Rusya ise buna izin vermeyeceğini başbakanı kadar yüksek bir mevkiden ilan etti. Medvedev kara harekâtının uzun süreli savaşa dönüşeceğini belirtti. Bir kez Rusya savaşa girdiğinde, yani daha açık söyleyelim, Türkiye ile Rusya kapıştığında, ABD’nin NATO müttefikini yalnız bırakması çok düşük bir ihtimal. (Böyle bir ihtimal yok denemez ama.) O zaman Ortadoğu Troyka’sı Suriye’ye kara gücü sokarsa, büyük ihtimalle dünya savaşı çıkacaktır.
Suriye’ye askeri müdahale gayrimeşrudur!
O zaman demek ki (1) Troyka Suriye iç savaşının bitmesini istemiyor ve (2) dünya savaşı çıkarsa en büyük sorumluluk Troyka’nındır. Suud, Katar ve AKP Türkiyesi, başka bir ülkenin içini karıştırıp kendilerine yakın bir iktidar kurma projeleri yenilgiye doğru gitmekte olduğu için dünya savaşı çıkarmaya hazırlar!
İşte Miniğ’in ikincil olduğu iddiamız konusunda neden ısrar ettiğimiz burada ortaya çıkıyor. Türkiye içindeki tartışmada AKP iktidarı sorunu Miniğ, Azez ve “Kürt koridoru” gibi gösterirse, ortaya kitleler gözünde yaygın olarak şöyle bir durum çıkacak: Kürtler Suriye girdabında fırsattan yararlanarak devlet kuruyor. Oradan Türkiye’deki Kürt bölgesini de kazanmak için mücadele edecekler. “Eyvah, vatan elden gidiyor!” Öyleyse, Türkiye’nin Suriye’ye asker sokması, vatan toprağının savunulması amacıyla meşrudur.
Hayır, değildir! İşin Kürt sorununu ilgilendiren yanıyla değildir. Her şeyden önce, kimse Suriye sınırları içinde Kürtlerin ne tür haklara sahip olacağına karışamaz. O herkesi ilgilendirebilir, Türkiye devletini ilgilendirmez. Ama daha önemlisi, kimsenin Ortadoğu’nun neresinde olursa olsun Kürtlere nasıl yaşayacaklarını dayatma hakkı yoktur.
Ama TSK’nın Suriye’ye girmesi ayrıca meşru değildir, çünkü TSK’nın önümüzdeki günlerde Suudilerle birlikte ya da kendi başına Suriye’ye girmesinin nedeni orada bir Kürt devletini engelleme amacı değildir! Amaç o olmayınca, o amaçla girme iddiası da doğru ve meşru olamaz. Amaç Suriye’de mezhepçi, yani Şii ve Alevi düşmanı bir rejim kurmaktır. En az üç buçuk yıllık bir geçmişi olan bu projenin bugün önünün kapanmasına izin vermemektir. Yani amaç mezhep savaşıdır. Bu yüzden de gayrimeşrudur. TSK, başka bir ülke üzerinde oynanan oyunun aracı yapılamaz.
Rusya blöf mü yapıyor yoksa savaş çıkarır mı?
Rusya’nın Suriye’deki olayların bir iç savaşa dönüşmesinden tam dört yıl sonra (Eylül 2011-Eylül 2015) ülkeye askeri olarak girmesi iki eksen üzerine oturuyordu. Bunun bir yanı, sonunda Esad’ın bile feda edilmesinin mümkün olduğu bir diplomatik çözüm arayışı esnasında Suriye rejiminin elinin mümkün olduğu kadar güçlü tutulmasıydı. Biz bunu “Esad’lı geçiş, Esad’sız çözüm” olarak formüle etmiştik. İşin öteki boyutu ise, Putin’in Türkiye’nin iç dinamiklerinin TSK’yı Suriye’de bir kara savaşına sürükleyebileceğini görüyor olmasıydı. Devrimci İşçi Partisi, 2015 başlarında toplanan 3. Kongresi’nde Erdoğan ve AKP’nin başka yol kalmadığında içeride, hatta Suriye’de savaşa başvuracağını saptamıştı. Bunun ilk ayağı Temmuz 2015 sonunda itibaren uygulamaya konuldu. İşin Suriye’ye sıçraması, AKP’nin TSK’yı karadan bu ülkeye sokması artık bir zaman meselesi haline gelmişti. Anlaşılan Rusya da (çok güçlü istihbaratını da kullanarak) aynı gerçeği görmüştü. 1 Kasım seçimlerini beklemeden askerini (hava kuvvetlerini) Suriye’ye sürdü. Biz Rusya’nın Suriye’ye askeri olarak girmesinin Türkiye’den önce hamle yaparak Erdoğan’ın stratejik yönelişine engel olmak olduğunu daha ilk günden, hem de böyle bir tahlil kimse tarafından yapılmamışken saptamanın onurunu taşıyoruz. (Bkz. http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/putinin-hamlesi-erdoganin-onunu-kesmek-icin.)
Bu tahlil İngilizce olarak da yayınlandı (bkz. http://www.socialistproject.ca/bullet/1175.php). Bazı akıllı kuzey Amerika sosyalistlerinden de “Türkiye de İran da zaten Suriye’nin içinde” falan gibi pek keskin gözlemlerle eleştirildi. Artık mürekkeple yazılmıyor, ama eski deyişle bu eleştirilerin mürekkebi bile kurumadan Rus uçağının düşürülmesi olayı yaşandı. O günden bu yana da Türkiye ile Rusya arasında gerilim had safhasında.
Bütün bu veriler ışığında Rusya’nın Suriye’de olmasının sebebi, Erdoğan ve AKP’nin özel hesaplarıyla mezhepçilik temelinde Suriye’yi askeri olarak kontrol altına almasının engellenmesi olduğuna göre, TSK Suriye’ye girince, Rusya tehdidini yerine getirir demektir. Yani Rusya blöf falan yapmıyor.
ABD Rojava’yı Türkiye’ye “tercih” mi ediyor?
Türkiye ile ABD arasında PYD ve YPG konusunda önemli bir açı farkı olduğu kimse için sır değil. Türkiye Cumhuriyeti devletinin başındaki şahıs birkaç gün boyunca ABD devletinin başkanıyla değil, başkan yardımcısıyla değil, dışişleri bakanıyla değil, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ile, o da yetmedi Sözcü Yardımcısı ile “Eyyy Amerika!” polemiklerine bu yüzden girdi. Burada belki anlaşılamayan şu: Tayyip Erdoğan “bizi mi, onları mı tercih edeceksin?” dedikçe gerek AKP tabanı, gerek Kemalizmin etkisindeki Türkler, meselenin gerçekten ABD’nin belki de Türkiye’ye karşı Rojava’yı desteklemesi olduğuna inanıyordur. Mesele bu değildir. ABD, işin bir yanını açıkça söylüyor zaten: YPG’den sahada askeri olarak yararlandığı için ondan vazgeçmek için bir neden görmüyor. Eski deneyimlerine de dayanarak Türkiye’nin “ikna olacağı”nı düşünüyor. Nedir o eski deneyim? Irak’taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. 2000’li yılların ikinci yarısına kadar Irak Kürtleri de Türkiye’nin düzen güçleri için tabu idi. Türkiye’nin Irak Kürtleriyle ittifak içine girmesi, tam anlamıyla ancak 2011’de ABD ordusu Irak’tan ayrıldığında ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye’nin hamiliğine terk ettiğinde gerçekleşebilmiştir. Şimdi ABD aynı şeyin Türkiye’nin kendi Kürt hareketiyle yeniden barıştığı takdirde Rojava ile ilgili olarak da olabileceğini hesaplıyor olmalıdır. Zaten Rojava kurulalı beri, ABD bu siyasi birimi evcilleştirmek için üç farklı girişimde bulunmuştur. (Bunun ayrıntılı analizi için bkz. http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/rojavayi-cozmek-icin-ucuncu-tur.)
Ama mesele bundan ibaret değildir. Suriye’de güçlerin dizilişinin mantığı, ABD’nin PYD’ye sırt çevirmesini neredeyse olanaksız kılıyor. PYD bugüne kadar “üçüncü yol” politikasıyla, yani ne rejime ne muhaliflere yamanmadan yürümesi dolayısıyla her iki tarafın da kendisine karşı dikkatli olmasını sağlamıştı. (Hoyratça yaklaşan bir tek DAİŞ/IŞİD oldu.) Şimdi bu “üçüncü yol”un etkisi, Suriye içindeki güçlerden uluslararası plana yükseldi. PYD hem ABD, hem de Rusya tarafından DAİŞ’e karşı en önemli kara gücü olarak önemseniyor. ABD, Türkiye’ye kulak verip PYD’yi terk etse, Rusya birdenbire Kürt hareketini kendi yanına çekebilecek duruma gelir. Bu olasılığı, yukarıda sözünü ettiğimiz yazıda şu şekilde dile getirmiştik:
Rojava, harcında var olan “Üçüncü Yol” yaklaşımıyla iç savaşın her iki tarafı için (Esad kampı ve bütün renkleriyle muhalefet) kazanılması gereken bağımsız bir güç konumuna yerleşmiştir. Şimdi Rusya’nın Suriye’nin içinde bir aktör haline gelmesi, ABD’nin Rojava’yı Rusya’ya yitirme korkusuna kapılması sonucunu doğurmuş olabilir. (http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/rojavayi-cozmek-icin-ucuncu-tur).
Kısacası ABD Rojava’yı Rusya’ya kaptırmaktan korkuyor. Ve gerçekten kaptırırsa, bunun Türkiye’nin hâkim güçlerinin de aleyhine işleyeceğini gayet iyi biliyor.
Kılıçdaroğlu anlaşılan anlayamamış. AKP Türkiye’yi bir dünya savaşının eşiğine getirmişken, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a karşı propaganda olarak bulabildiği şey, AKP’nin PYD lideri Salih Müslim’i kırmızı halı sererek karşılaması ve onunla müzakereye girmesi. “Teröristle ne konuştunuz?” diye sıkıştırıyor AKP’yi! Açık arttırmaya giriyor!
ABD Troyka’nın kara savaşını destekliyor mu desteklemiyor mu?
Bir kez Türkiye ile AB arasında Rojava (PYD ve YPG) konusunda yaşanan gerilimi gerçek boyutlarına indirgedikten sonra, şimdi bir başka belirsizliğe yanıt arayabiliriz. ABD Münih’te dışişleri bakanları düzeyinde bir ateşkes peşinde koşarken Suudi Krallığı’nın, Katar’ın ve Türkiye’nin sözcüleri Suriye’ye kara gücü yollamaktan söz ediyor. Bunu Troyka ABD’ye rağmen, en azından ondan bağımsız olarak Suriye’ye giriyor diye yorumlamak mümkün. Nitekim Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu tam da bu doğrultuda konuştu. Çavuşoğlu, Gerçek sayfalarında bir takma adla METO olarak anılan “Teöre Karşı İslam Koalisyonu”na referansla, Türkiye’nin buna destek verdiğini, Suud ve Katar ile ilişkilerin iyi olduğunu, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile ise Mısır dolayısıyla bir “soğuma” yaşandığını (BAE Sisi yanlısı bir politika güdüyor) ama şimdi karşılıklı adımlar atıldığını söyledi; bütün bunlar gerçekleşirse, “Türkiye ve Suudi Arabistan, biz, hepimiz kara operasyonuna girebiliriz” dedi. Muhalefetten buna tepki gelince de ekledi: “Biz başından beri koalisyon içinde IŞİD’le mücadelede hava operasyonlarının yetersiz kalacağını, kara operasyonlarının olması gerektiğini söylüyoruz.” (Bütün alıntılar, Cumhuriyet gazetesinin 14 Şubat Pazar tarihli sayısının 7. sayfasındaki “Ankara, Riyad’la karayı zorlayacak” başlıklı haberindendir.) Bu söylenenlerin hepsi, özellikle de ne ABD’den ne de herhangi bir Avrupa gücünden söz etmeyen “Türkiye ve Suudi Arabistan, biz, hepimiz kara operasyonuna girebiliriz” cümlesi, Troyka’nın ABD’den bağımsız hareket ettiğini düşündürüyor.
Ama yapılan bazı açıklamalar tam tersi bir izlenim bırakıyor. Örneğin Suudi Arabistan Savunma Bakanlığı Müsteşarı sıfatını taşıyan Tuğgeneral Ahmed Asıri şöyle diyor: “Koalisyon güçleri arasında kara harekâtının gerekliliği konusunda bir fikir birliği var. Krallık da bu karar bağlı. (…) Askeri uzmanlar önümüzdeki günlerde bir araya gelerek detayları ve hangi ülkenin ne rol oynayacağını kararlaştırılacak.” Asıri’nin sözünü ettiği “koalisyon” ABD’nin öncülüğünde DAİŞ’le mücadele için kurulmuş olan koalisyon. Yani ABD de var “kara harekâtının gerekliliği konusunda” fikir birliği için. Bu konuda herhangi bir kuşku duyulacak olursa Suudi Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr’in açıklaması çok daha berrak: “Krallığın Suriye’deki herhangi bir kara operasyonu için özel kuvvetler sağlamasının” yine “koalisyon”un kararına bağlı olduğunu belirtiyor, “dolayısıyla zamanlama bize bağlı değil” diyor. Belki hepsinden önemlisi şu: “ABD Savunma Bakanı Ash Carter [12 Şubat] Cuma günü hem Suudi Arabistan’ın hem de Birleşik Arap Emirlikleri’nin Suriye’deki isyancı gruplara IŞİD’in başkenti Rakka’yı geri alma çabalarında yardımcı olmak için özel harekât kuvvetleri göndermesini beklediğini açıklamıştı.” Burada ABD Savunma Bakanı kara harekâtı konusunda açık açık çağrı yapıyor. (Bu paragraftaki bütün alıntıların kaynağı 15 Şubat 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesi, s. 11’deki “Harekât kararı alındı detaylar tartışılıyor” haberidir.)
Yani ABD kara harekâtı isteyenlerin arasında hem vardır, hem yoktur. Biz bu ikircikliliğin taktik bir hile olduğu kanaatindeyiz. ABD Rusya’nın Suriye ordusunun savaşı kazanmasını bir olasılık haline getiren hava desteğini durdurmasını istiyor. Troyka’nın Suriye’ye girmesini istemediği halde, onlarla birlikte kara gücünün girişi hazırlıklarını yapıyor gibi davranıyor. Onları oyalarken Rusya’ya da gözdağı vererek Münih’te varılan ateşkesin gerçek bir ateşkes olmasını sağlamaya çalışıyor.
Yani Troyka’yı Rusya’ya karşı bir vurucu güç tehdidi olarak kullanarak Rusya’yı geri adım atmaya ikna etmeye çalışıyor ki Troyka’nın savaşı kaybediyoruz paniği içinde kara savaşına dalmasını engelleyebilsin.
DAİŞ’in rolü nedir?
Yukarıda, bütün aktörlerin kara harekâtını DAİŞ’e karşı bir operasyon gibi sunduğunu, hatta DAİŞ’in “başkenti” olarak gösterilen Rakka’nın geri alınmasından söz edildiğini gördük. Türkiye’de de aynı söylem kullanılıyor. Böylece DAİŞ’in işlevi ortaya çıkıyor. DAİŞ gerektiğinde Troyka’nın karşıtlarını (Rojava, Türkiye’de hem HDP, hem Kürtlerle dayanışma gösteren sol) terörize etmek, gerektiğinde ise Troyka’nın kendi savaş emellerinin üstünü örtmek için kullandığı bir araçtır. Unutulmasın, Suruç sonrasında Türkiye devleti de DAİŞ’i cezalandırmaktan söz ederek başlattı savaşın yeni dönemini, ama daha sonra bütün gücüyle Türkiye’nin Kürt hareketine yöneldi.
Dünya savaşı çıkar mı?
Çıkabilir. ABD taktiğinde başarıya ulaşamazsa çıkabilir. Başarıya ulaşır da çıkmazsa bile bu herkese şunu öğretmeli: Tarihin gelişmesi, kapitalizmin çelişkileri, Ortadoğu’nun çıkar mücadeleleri bizi dünya savaşının eğişine getirmiştir. Bu sefer savaşın patlak vermemesi, durum radikal olarak değişmedikçe başka bir an aynı yere gelmemizi engellemez.
Demek ki, birincisi, kapitalizm 20. yüzyılın iki büyük felaketinden ders almadan insanlığı bir kez daha dünya savaşının eşiğine getirmiştir. Savaşta dahli olan bütün ülkeler kapitalist ülkelerdir! Savaş açıkça kapitalizmin çelişkilerinin bir ifadesidir.
İkincisi, Suriye savaşı bir dünya savaşının kaynağı olabilir. Bu savaşın bütün Ortadoğu çapında bir mezhep savaşına dönüşmesini engellemek yakıcı bir görevdir.
Üçüncüsü, Türkiye AKP’nin yönetiminde dünya savaşı kışkırtacak bir yer gelmiştir. İşin vahameti ve aciliyeti bu düzeydedir. Öyleyse durmak yok, mücadeleye devam!