Fransa’da polis şiddetine karşı mücadele
Fransa Kasım ayını sert bir karantina altında geçirdi. Karantina bitmedi belki ama 28 Kasım’dan itibaren önlemler gevşemeye başladı. Bir aydır evlerine kapalı kalan Fransızların on binleri, evlerinden uzaklaşabilecekleri bu ilk günü fırsat bilerek parklara, ormanlara akın etti. Yüz binlercesi ise çayırı çimeni es geçip meydanlara koştu, devasa kortejlerde yerlerini aldı.
Fransız sendikalarını, öğrencilerini ve gazetecilerini sokağa çıkmaya yönelten, Fransız devletinin meclisten geçirmeye çalıştığı yeni bir yasa. “Genel Emniyet Yasası” olarak çevirebileceğimiz “Securité Globale” yasa tasarısı Fransa’da polis şiddetini belgelemeyi ve cezalandırmayı adeta imkânsız kılacak maddelere sahip. Bu yasa tasarısına karşı işçi sendikaları, öğrenciler, gazeteciler ve polis şiddetinden en çok mustarip olan banliyölerin mahalle gençliği, başta Paris olmak üzere 28 Kasım’da tüm Fransa’da meydanları doldurdu. Yetmiş ilde gerçekleşen eylemlerde, Korona şartlarına rağmen üç yüz bin kişi yürüdü. Fransa’daki kardeş grubumuz ROR (Proleter Devrimci Yeniden Doğuş) militanları da eylemde yerlerini aldı. Paris’teki eylem önce valilik tarafından yasaklandı sonra mahkeme yasaklama kararını bozdu. Yüzbinlerin katıldığı eylem son derece etkileyiciydi. Yürüyüş saat ikide başladı, güzergâh da kısa olduğu için en öndeki kortejler bitiş noktasına saat iki buçukta varmıştı. İnsan seli öyle devam etti ki, saatler akşam yediyi gösterdiğinde yeni kortejler bitiş noktasına ulaşmaya devam ediyordu!
Bu devasa eylemlerin ardından hükümet cephesinde ilk çatlaklar baş gösterdi. Önce İçişleri Bakanı, tasarı ile ilgili en fazla öne çıkan 24. maddenin gözden geçirilmesini gündeme getirdi, ardından hükümet 24. Maddenin tasarıdan çekildiğini açıkladı. 24.madde göre, polislerin fotoğrafını çekmeyi ya da kimliğinin tespit edilebileceği herhangi bir bilgiyi (örneğin kask numarasını) paylaşmayı bir suç haline getiriyor, bu suçun cezasını ise bir yıl hapis ve kırk beş bin avro para cezası olarak öngörüyordu.
Avrupa Birliği’nin ve Avrupa’nın her yaptığında bir keramet arayanların böyle bir maddenin gündeme getirilmesine bir açıklama getireceğinden şüphemiz yok. Biz geri çekilen bu maddenin somut sonuçlarını anlamak için sözü Michel Zecler’e bırakalım. Siyahî bir Fransız vatandaşı olan Zecler 21 Kasım günü işyerinde polisin saldırısına uğradı. Zecler’in sokakta maske takmadığını gören polisler peşine takılıp, işyerinin içerisinde kıstırdıkları savunmasız Zecler’i, yumruklarla, cop darbeleriyle ve hatta biber gazı sıkarak dövdüler. Hem işyerindeki güvenlik kamerası hem de Zecler’in komşuları olayı kayıt altına alınca, videolar kısa sürede internete yayıldı. Görüntüler o kadar rahatsız ediciydi ki, Emmanuel Macron dahi görüntüleri izleyince utanç duyduğunu açıkladı. Zecler, olay sonrası verdiği bir röportajda açıkça “Eğer o video olmasaydı ben şimdi hapiste olurdum” dedi. Biz ekleyelim, bu olay bu maddenin de içinde olduğu yeni yasa sonrası yaşansaydı sadece Zecler değil, onun imdadına koşup polis şiddetini kayıt altına alan komşuları da hapiste olacaktı!
Bütün bu yasa tartışmaları sürerken, ülkedeki göçmenlere ve Müslüman nüfusa yönelik baskıların arttığını hatırlatalım. 16 Ekim’de, Samuel Paty adında bir öğretmenin hunharca katledilmesini fırsat bilen Fransız devleti, İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’in başını çektiği bir taarruza girişti. İslami karakter taşıyan ya da basitçe Müslüman halkın haklarını savunmak için kurulmuş dernekler bir bir kapatılıyor. Fransız Senatosu, üniversitelerdeki akademik özgürlüğü ne olduğu belirsiz “cumhuriyet değerleri” ile sınırlayan bir karar geçirdi. Dahası, Fransa’da bir dinsel azınlık oluşturan Müslüman halkın haklarını savunma işini en başta sol üstlenmiş olduğu için, bu histeri doğrudan doğruya Fransa’daki devrimcileri hedef alıyor. Bakanların ve üst düzey hükümet yetkililerinin açıklamaları, en büyük tehdit olarak “Islamo-gauchiste” yani Müslüman-sol umacısını hedef gösteriyor. Rusya’da iç savaşta karşı-devrimcilerin saflarında ortaya çıkan, daha sonra ise Nazilerin bol bol kullandığı “Yahudi-Bolşevik” düşman figürünü hatırlamamak elde mi?
Aslında “Genel Emniyet Yasası”nın gündeme gelmesini işte tam da bu ortam açıklıyor. Özellikle bir öğretmenin başı kesilerek öldürülmesi, Fransa’da güçlü ön-faşistlerle rekabet edebilmek için Müslüman halka karşı her geçen gün daha düşmanca bir dil kullanan Cumhurbaşkanı Macron’a iyi bir fırsat gibi göründü. Fransa, 2015’te yeni İş Yasası’na karşı dev gösterilerden başlayıp, (daha küçüklerini bir kenara bırakarak söylersek) Macron’un seçilmesinden sonra demiryolu ve rafineri işçilerinin güçlü eylemlerinden geçerek 2018-2019 yıllarında aylarca devam eden Sarı Yelekliler eylemlerine kadar bir dizi kitle mücadelesiyle yıllardır sarsılıyor. Ülke son beş yıldır Avrupa’nın sınıf mücadelesi başkenti durumunda. Macron işte bunun önüne geçmek üzere polisini dizginsiz kullanmak için yanıp tutuşuyor. Öğretmenin kafasının kesilmesi ve hemen ardından işlenen başka cinayetler ona “fırsat bu fırsat” dedirtti. Oysa kafa kesen militan polisin resmini çekmez! İslam adına o cinayetleri işleyen “Ali kıran baş kesenler” ile büyük işçi-emekçi halk kitlelerini özdeşleştirmek hem Müslümanlara haksızlıktır, hem işçi hareketini kriminalize etmektedir!