Çin kapitalizmi yönünü arıyor

Çin’de kapitalizmin gelişimini, son yıllarda yoğunlaşan sınıf mücadelelerini ve bunların dünya ölçeğindeki sınıf mücadelesi bakımından artan önemini Gerçek ve Devrimci Marksizm’in geçmiş sayılarında ayrıntılı olarak inceledik. Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi’nin 9-12 Kasım tarihleri arasında toplanan 3. Plenumu’nda alınan kararlar konuya ilişkin değerlendirmelerimizi kısaca güncellemeyi gerektiriyor. Burada ele aldığımız genel yönelimler ileride somut uygulamalara dönüştükçe daha ayrıntılı değerlendirmeler yapacağız.

Merkez Komitesi plenumlarının ÇKP tarihindeki önemini kısaca hatırlatarak başlayalım. Plenum, genel kurul toplantısı anlamına gelen bir terim. ÇKP’nin her beş yılda bir toplanan kongreleri arasında partinin genel yönelimi bu toplantılarda belirleniyor. Ülkenin geleceğine yön veren bazı önemli kararlar plenumlarda alınıyor. Örneğin kapitalist restorasyonu başlatan “reform ve dışa açılma” politikası, 11. Kongre’de seçilen Merkez Komitesi’nin Aralık 1978’de yaptığı 3. Plenum toplantısında benimsenmişti. Bu tarihi önemi nedeniyle plenumlar ülke içinde ve dışında dikkatle izleniyor. Bu son plenum öncesinde özellikle Batı ülkelerinin merkez medyasında alınacak kararların 1978’dekiler kadar önemli olabileceği yönünde spekülasyonlar yapıldı. Bu elbette abartılı bir yorum çünkü bürokratik işçi devletinden kapitalizme doğru geçişi başlatan kararlar halihazırda kapitalist olan bir devletin benimseyeceği politika değişikliklerinden elbette çok daha önemli. Yine de, son plenumda benimsenen yönelim Çin kapitalizmin çehresini değiştirebilecek bazı önemli unsurlar barındırdığı için ele alınmayı gerektiriyor.

Son plenumda benimsenen temel yönelişi piyasa mekanizmalarının ve özel sektörün ekonominin içinde daha belirleyici bir rol üstlenmesi olarak özetleyebiliriz. Kasaba ve köy işletmeleri ile kentlerdeki büyük devlet işletmelerinin önemli bölümünün 1990’ların ikinci yarısında ve 2000’lerin başında özelleştirilmesi ve Çin’in 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması bu doğrultuda atılmış olan somut adımlardı. Buna rağmen, Çin devleti bankacılık, enerji ve telekomünikasyon gibi bazı kilit sektörlerdeki devlet işletmelerini özelleştirmedi. Devlet ekonomideki ağırlığını sürdürdü. Forbes dergisinin her yıl açıkladığı dünyanın en büyük şirketleri listesinde yer alan Çin şirketlerinin büyük bölümünü hâlâ devlet işletmeleri oluşturuyor. ÇKP’nin daha önce aldığı kararlarda özel sektörün “temel” önem taşıdığı söylenirken, bu plenumun sonuç metninde özel sektörün “belirleyici” önem taşıdığı ifade ediliyor. Bu durum, devlet işletmelerinin bir bölümünün daha özelleştirilmesi olasılığını gündeme getiriyor.

Çin’in uluslararası finansal sermaye hareketlerine açılması da bu çerçevede gündeme gelebilir. Çin 1978’den itibaren büyük miktarda doğrudan yabancı yatırım alan bir ülke. Ancak, borsa ve benzeri finans kurumları aracılığıyla sıcak paranın ülkeye kolayca girip çıkmasına bugüne değin izin verilmedi. Çin’in para birimi olan yüen, bir dizi dış ticaret antlaşması ile uluslararası alanda daha fazla kullanılır hale gelse de (Amerikan doları, avro veya Türk lirası gibi) konvertibl bir para birimi haline getirilmedi. Bu sayede Çin kendisini (1998’deki Asya krizi gibi) uluslararası ekonomik krizlerin ani ve yıkıcı etkilerine karşı diğer ülkelere göre daha fazla koruyabildi. Son plenum kararlarının ertesinde Çin bu alandaki eski politikasını bir yana bırakarak yüeni daha fazla konvertibl hale getirmeye ve finansal sermaye hareketlerine kapılarını açmaya başlayabilir. Şanghay’da kurulmakta olan yeni serbest ticaret bölgesi bu alanda bir pilot uygulama niteliği taşıyor. Bu uygulama bir süre sonra ülke çapına doğru genişletilebilir.

Son olarak, kır topraklarının özel mülkiyet haline getirilmesine yönelik bazı adımlar atılabilir. 1978-82 aralığında kırlardaki kolektifler dağıtılarak topraklar köylü ailelerine dağıtıldı ve tarım bir özel ekonomik faaliyet alanı haline getirildi. Ancak, köylülere toprağın yalnızca kullanım hakkı verildi. 1990’larda toprağın kiraya verilmesine adım adım müsaade edildi. Yine de, köylülerin topraklarını piyasada alıp satma, bankadan kredi alırken teminat olarak gösterme hakları hâlâ bulunmuyor. Dahası, kır toprağının kent toprağına dönüştürülmesi ve kira ve satış yoluyla kişilere ve şirketlere tahsis edilmesi konusunda yerel hükümetlerin geniş yetkileri var. Kır toprağının bugünkü yarı-özel mülk halinden tamamen özel bir mülke dönüştürülmesi epeydir yoğun biçimde tartışılıyor. 17. Merkez Komitesi’nin Ekim 2008’de yapılan 3. Plenumu öncesinde özellikle Batı’nın merkez medyasında toprağın özel mülkiyet haline getirileceği yönünde yoğun spekülasyon yapılmış ama bu doğrultuda bir karar çıkmamıştı. Son plenumda da çok somut bir karar çıkmadı ama “çiftçilerin özel mülkiyet haklarının güçlendirileceği” ilan edildi. Bunun toprağın tamamen özel mülkiyet haline getirilmesi ile sonuçlanması ihtimali mevcut.

Özetle, daha fazla özelleştirme, finansal akımlara açılma ve toprağın özel mülkiyet haline getirilmesi olasılığı var. Burada “olasılık” kelimesini özellikle kullanıyoruz zira iş somut uygulamaya geldiğinde bunların ne ölçüde gerçekleşeceği belli değil. Bu durum, genel bir muğlaklığın ötesinde Çin sermayesinin farklı fraksiyonları arasındaki çelişkilerin yoğunluğundan kaynaklanıyor. Özelleştirme ve finansal hareketlere açılma konusunda itidalli olmayı savunan fraksiyonların karşısında, bu alanda hızlı ve cesur adımlar atmak isteyen fraksiyonlar var. Birbirleriyle rekabet etmelerine ve farklı amaçlara sahip olmalarına rağmen yüenin konvertibl olması ve Çin’in uluslararası sermaye hareketlerine açılması noktasında birleşen iki ayrı sermaye grubu var. İlki Çin’e girerek spekülasyon yoluyla, kısa yoldan, büyük kârlar elde etmeyi uman emperyalist finans sermayesi. İkincisi Çin’in dış ticaret fazlasını sürekli olarak ABD hazine bonolarına yatırmasından memnun olmayan, başka ülkelerin borsalarına ve hazine bonolarına para yatırmanın yerine yabancıların Çin’e finans yatırımı yapmasını isteyen, Şanghay’ı Wall Street’e alternatif bir finans merkezi yapmak isteyen Çin sermayesinin agresif ve iddialı fraksiyonları. ÇKP karar alırken bu ikinci gruba kulak veriyor ama bu konuda ne kadar ileriye gideceğini zaman gösterecek.

Toprağın özelleştirilmesi konusu da en az özelleştirme ve finans meselesi kadar karmaşık ve çelişkilerle dolu. Toprağın yarı-özel niteliği bugüne değin sermayeye engel olmak şöyle dursun, çok ciddi destek oldu. Çin son otuz beş yıl içinde dünya tarihinin en hızlı kentleşme ve sanayileşme süreçlerinden birini yaşadı. Muazzam miktarda kır arazisi hızla el değiştirerek emlak ve fabrikaya dönüştü. Yerel hükümetlerin toprak üzerindeki kontrolü sayesinde köylülere nispeten düşük tazminatlar verilerek topraklar istimlak edildi. Sermaye, tek tek binlerce köylü ailesi ile pazarlık etmekten kurtuldu ve yalnızca yerel hükümetlerle masaya oturarak büyük miktarda arazi elde edebildi. İşin bir de kamu finansmanı boyutu var. Kasaba ve köy işletmelerinin kârları,1990’ların ikinci yarısına değin yerel hükümetlerin en büyük gelir kaynağını oluşturuyordu. Bu işletmelerin özelleştirilmesinden sonra büyük gelir kaybına uğrayan yerel hükümetler, açığı toprak satışı ve tarım vergisi ile kapatmaya yöneldiler. Merkezi hükümetin yaygınlaşan köylü eylemlerinin basıncı altında 2004’te tarım vergisini kaldırmasıyla yerel hükümetlerin elinde gelir kaynağı olarak yalnızca toprak satışı kaldı. Bu durum, düşük istimlak bedelleri ödeyerek köylülerin elindeki toprağı ucuza kapatıp çok daha yüksek fiyatlardan şirketlere satma eğilimini ülke çapında yoğunlaştırdı. Buna paralel olarak köylülerin toprak istimlaklerine karşı eylemleri de giderek arttı. Aralık 2011’de Guangdong eyaletindeki Wukan köyünde binlerce köylünün günlerce süren isyanı bu sorunun ne denli patlayıcı hale geldiğini gösterdi. Toprağın özel mülkiyet haline getirilmesinden kimin ne kazanç elde edeceği şu anda net olarak belli değil. Yüzbinlerce köylü ailesinin tam özel mülk hakkı elde etmesi, köylülerin pazarlık gücünü artırarak toprak fiyatlarını muazzam biçimde artırabilir. Toprak üzerindeki kontrolünün azalması yerel hükümetlerin epeydir gündemde olan borç sorununu daha da artırabilir. Bu açığı gidermek için bazı ek vergilerin konulabileceği şimdiden konuşulmaya başlandı. Yerel hükümetler ve onlarla işbirliği sayesinde büyük miktarda araziye erişebilen sermaye toprağın özel mülk haline gelmesinden (en azından kısa vadede) memnun kalmayacaktır. Bu durum, toprağın özelleştirilmesinin 1978’deki dekolektivizasyon kararlarına benzer tipteki yeni bir hegemonya projesinin parçası olduğunu düşündürüyor. 1978-82 aralığında kolektiflerin dağıtılarak aile tarımına geri dönülmesi, özel ekonomik faaliyetin kitleler nezdinde meşrulaşmasına yardımcı olmuş, köylülerin 1980’li yıllarda kapitalist reformlara destek olmasını sağlamıştı (1989’da Tiananmen Meydanı’ndaki dev eylemlere çok sayıda kentli işçi ve öğrenci katılırken kırlardan ses çıkmadığını hatırlatalım). Bugünkü ÇKP yönetimi de toprağı özel mülkiyet haline getirerek köylüleri yerel yönetimlerin keyfi uygulamalarından koruduğu izlenimini yaratmak ve bir karış toprağın tapusuna sahip olmanın yaratabileceği mülk sahibi olma (geçici) hazzını ülke çapındaki daha derin kapitalist reformların kitle desteğini hazırlamakiçin kullanmayı düşünüyor olabilir.

ÇKP Merkez Komitesi’nin Kasım 2013’teki 3. Plenumu’nun ortaya koyduğu yönelişin somut uygulamalara nasıl ve ne ölçüde yansıyacağını zaman gösterecek. Ortaya çıkan üç önemli olasılık olan devlet işletmelerinin özelleştirilmesi, yüenin konvertibl hale getirilerek finans hareketleri üzerindeki kontrollerin kaldırılması ve toprağın özel mülkiyet haline getirilmesi, somut uygulamalar haline geldiği takdirde ülkenin sınıf yapısı ve sınıf mücadeleleri üzerinde ciddi etkiler yapabilir. Çin’deki gelişmeleri dikkatle izlemeyi sürdüreceğiz.