Arap devriminin hüzünlü dönencesi
Acıklı bir görüntü: 25 Ocak 2014’te, şanlı Mısır devriminin 3. yıldönümünde, bütün bir dönem boyunca dünya çapında, Yemen ve Bahreyn’den Sao Paulo ve İstanbul’a kadar devrimlere ve isyanlara örnek olmuş olan Tahrir Meydanı’nda on binler toplanmış, ülkenin Bonapart’ı, Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı Abdülfettah El Sisi’ye bağlılığını ilan ediyor. O meydan ki, sadece üç yıl önce 30 yıllık diktatör Mübarek’i deviren kitlelere ev sahipliği yaptı. Sonra devrimin iki yeni dalgasına tanıklık etti. Yüksek Askeri Şura’yı geriletti, İhvanı Müslimin’i karşısına aldı. Şimdi ise, ordunun Mısır’ın başına yeniden çökmesine destek veriyor.
Mısır devriminin yıldönümünde, Kahire’nin diğer sokaklarında sadece İhvan’ın militanlarının eylemlerine engel olmuyor polis. Devrimin gerçek öncüleri de kendi devrimlerini kutlayamıyor. 3 Temmuz 2013’te El Sisi on milyonlarca Mısırlı’nın eylemlerini kendi darbesinin kanalına aktarınca, küçük burjuvazinin Ulusal Selamet Cephesi’nden nihayet kopan devrimci grupların oluşturduğu Devrimin Yolu cephesinin militanları da devrimin yıldönümünde polisin baskısından nasibini alıyor. O gün 60 dolayında insan devrimi kutlamak için sokağa çıkmaya cesaret ettiği için hayatını yitiriyor!
Gerici bir anayasa
25 Ocak kutlamalarındaki bu sefil tablo, Bonapartist darbe yönetiminin 14 Ocak’ta tamamlanan anayasa referandumunun ertesinde geldi. Hatırlanacağı gibi, İhvan’ın Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi daha önce İslamcı kanadın anayasasını oylatmış, yüzde 33 katılımla halkın beşte birinden alınan oylarla referandumu “kazanmıştı”. Şimdi de Mısır’ın Bonapartist yönetimi hukukun kaynağını dini kurallara yaslayan, orduya büyük yetkiler veren ve ayrıcalıklarını muhafaza eden, anti-demokratik bir yeni anayasayı hazırlattıktan sonra oylattı. Bu sefer katılım yüzde 38 oldu! Bu yüzde 38’in yüzde 98’i ise olumlu oy kullandı. Mübarek dönemi oylamaları gibi! Ya da Kenan Evren’in anayasa referandumu gibi. Yüzde 98 rakamı doğru olsa bile, bu, toplumun yaklaşık üçte birine karşılık verir. Yani El Sisi’nin Mısır halkından ezici bir destek almış olduğuna dair yorumlar kasıtlı ve yanlıştır! Daha özgür bir ortamda gerçekleşen parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (Kasım 2012 ve Mayıs-Haziran 2013) ise katılım yüzde 50 dolayında idi. Oysa bu sefer, neredeyse Türkiye’de 1982 Anayasası’nın oylanmasında olduğu gibi, “Hayır” afişi asanlar gözaltına bile alındı!
Referandumu kazanmanın cesaretiyle hükümet cumhurbaşkanlığı seçiminin parlamento seçiminden önce yapılacağını açıklayarak El Sisi’nin cumhurbaşkanı olmasını bir adım daha yakınlaştırmış oldu. Bütün bu gelişmelerin bir tek anlamı var: Mısır devrimi adım adım tasfiye edilmektedir. Önümüzdeki dönemde yeniden bir halk yükselişi gerçekleşmediği takdirde, devrim geriletilmiş olacaktır. Muhtemelen geriye sadece devrimin bazı kazanımları kalacaktır: mesela bağımsız sendikalar. O da kalırsa! Devrim geriletilirken gerçekten devrimin önünde yürüyen kadrolara da baskılar artmıştır. Devrimde öncü rolü üstlenmiş birçok kadro bugün hapistedir.
Tunus: bir başka hüzün
Arap devriminin Mısır’la birlikte önde gelen ülkesi ve devrimin ayağa kalktığı ilk ülke olan Tunus da, burjuva medyasının “bahar devam ediyor” safsatasına rağmen devrimin adım adım geriletildiği bir süreç yaşıyor. Doğrudur, Tunus’ta çok daha demokratik, laik, kadın-erkek eşitliğini ikirciksiz ifadelerle tescil eden bir anayasa meclis tarafından kabul edildi. Doğrudur, Mısır’da İslamcıların seçilmiş başkanı darbe ile devrildi, en az 1.000 kişi öldürüldü; başta Mursi olmak üzere İhvan’ın yönetici kadrosu ağır bir baskı ile karşı karşıya kaldı. Buna karşılık, Tunus’ta Ennahda, hükümeti kendi iradesi ile devretti. Ama bu farklardan hareketle Tunus’ta devrimin bayrağının hâlâ muzaffer biçimde dalgalandığı sonucuna ulaşılamaz.
Tunus’un Ennahda üyesi Başbakanı Ali Larayedh Ocak ayında, evet, kendisi istifasını vererek görevden ayrıldı. Ama bu, Avrupa Birliği’nin (AB) önde gelen ülkelerinin büyükelçilerinin baskısı altında oldu. AB büyükelçileri yaptıkları bir toplantıda Mehdi Cuma adlı bir politikacıyı başbakan yapmaya karar vermişlerdi. Ardından Alman Büyükelçisi Cuma ile yemek yiyerek bu “seçim”i ilan etti. Larayedh görevinden ayrılmamakta diretince büyükelçiler hükümete neredeyse bir ültimatom verdiler. Ve böylece Larayedh “kendi iradesi” ile (!) görevinden ayrıldı! Bu manzaralar sömürge manzaralarıdır. Ve sonuç Mısır’dan ne kadar daha iyi olursa olsun devrimin canlılığı olarak görülemez!
Bir evre kapanıyor
Arap devriminde bir evre kapanmıştır. Arap gericiliğinin lokomotifi Suudi Arabistan, daha önce kendi ülkesinde sosyal yardım rüşvetiyle, Bahreyn’de askeri işgal yoluyla, Yemen’de pazarlık yoluyla (“düzenli geçiş”), Suriye’de finanse ettiği Selefi çeteler aracılığıyla engel olduğu Arap devrimini, Mısır’da askeri darbe ile engellemiştir. (Selefi Nur Partisi, Vahhabi krallığa yakın olduğu için referanduma olumlu oy kullanmıştır.)
Arap devriminin geriletilmesi büyük ölçüde Suudi taktiklerinin ürünü olabilir. Ama ulaşılan noktada emperyalizm, en başta da AB emperyalizmi kendi amaçlarına ulaşmış olmaktadır. Mesele şudur: Bu aşamada Arap rejimlerinin Batı emperyalizmi ve kapitalizmi ile karşı karşıya gelmesi tehlikesi bastırılmış olmaktadır. Gerisi teferruattır.
Bütün bunların ardında, uzun bir tarihsel süreç sonucunda dünya çapında ve tek tek ülkelerde proletaryanın önderliğine muazzam bir darbe vurulmuş olması, yani devrimci ve enternasyonalist işçi partilerinin var olmaması belirleyicidir. Devrimci partinin yokluğu, devrimin karşıtına dönüşmesine izin vermiştir.
Mısır, hâlâ Arap dünyasının geleceği açısından belirleyicidir. Orada Bonapartist darbenin esas sınıf desteği apaçık bellidir. Mısır’ın (İhvan’da ifadesini bulan yeni yetme İslamcı burjuvaziden farklı olarak) geleneksel burjuvazisi ikirciksiz biçimde darbenin ardındadır. 2011’den, hatta daha öncesinden beri krizden krize koşmuş bir ekonomide, borsa darbeden sonra yüzde 43 yükseliş göstermiştir.
Ama bu durum tam da şu andaki dengelerin kırılganlığını ortaya koyar. Burjuvazinin böylesine canı gönülden desteklediği bu hükümet yakın gelecekte her şeye rağmen çok derin olan ekonomik krizi aşmak için yıllardır bütün hükümetlerin ellerini yakacağından korktuğu için vebadan kaçar gibi uzak durduğu tedbirleri almak zorunda kalacaktır. İşçi ve emekçi kitleleri için bunun anlamı, işsizlik, açlık, yoksulluk demektir. Bu atak, karşısında, üç yıl içinde bir buçuk milyon işçinin bağımsız sendikalarda örgütlendiği bir işçi sınıfını bulacaktır. Devrim bu sefer esas motorunu sınıf mücadelesinde bulabilir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2014 tarihli 52. sayısında yayınlanmıştır.