ABD’de kürtaj hakkına büyük darbe!
ABD’de kadın hareketinin 50 yıla yakın zaman önce kazandığı en büyük zaferlerden biri olan kürtaj hakkı, 24 Haziran 2022 tarihi itibarıyla tuzla buz olmanın eşiğinde. Bu büyük tehdidin altında Amerikan Yüce Mahkemesi’nin (bizdeki Anayasa Mahkemesi’nin benzeri bir kurum) 1973 tarihli ve davalıların adıyla “Roe, Wade’e Karşı” ya da sadece Roe olarak anılan bir kararı bozması yatıyor.
1973 Roe kararı, 1969’da kürtaj yaptırmak isteyen, fakat yaşadığı Teksas eyaletinin yasaları dolayısıyla bu haktan mahrum olan Norma McCorvey adlı bir kadının kürtaj karşıtı eyalet yasasının Anayasaya aykırı olduğu savıyla Teksas eyaletine açtığı davayı kazanmasıyla verilmişti. (Kararın adı, McCorvey’e verilen yasal takma ad olan Jane Roe’dan geliyor.)
ABD’de Yüce Mahkeme kararı, federal (yani tüm ülkeyi kapsayan) kanun hükmünde değildir. Dolayısıyla Roe kararı kürtajı tamamen yasal bir hak hâline getirmekten uzaktı, kararın metninde dahi eyalet hükümetleri vb. mercilere fazlaca yetki tanıyordu. Ancak yine de açıktan kürtaj karşıtı yasaların Anayasaya aykırı olduğu hükmü, sonraki kararlara emsal teşkil etmesi bakımından kadın hareketinin hanesine yazılan en önemli zaferlerden biriydi. Kürtaj tamamen yasal güvence altına girmiş durumda değilse de kürtaj yasağı gayrımeşru görülerek ortadan kaldırılmıştı.
Elbette gerek kürtaj hakkı, gerek daha bütüncül olarak kadın hakları için mücadele bu davayla başlamadı. Ancak Yüksek Mahkeme’yi yarım ağızla da olsa bu kararı vermeye zorlayan, Amerikan burjuvazisinin yargıçlarının yüce gönüllülüğü değil, 1960’ların ikinci yarısında ve 1970’lerin başında büyük bir ivme kazanan toplumsal özgürleşme hareketleriydi. Bu hareketlerin arasında kadın ve eşcinsel hareketleri büyük roller oynamış, sırasıyla Roe kararı ve Stonewall isyanı gibi büyük başarılara imza atmıştı. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren bu kitle mücadelelerinin sönümlenmesi, solun ise giderek sınıf mücadelesini büsbütün terk ederek kendini bireysel kimlik mücadelelerine hapsetmesi ile muhafazakârlar meydanı boş bularak önceki dönemin tüm kazanımlarını baltalamaya koyuldu. (Ayrıntılar için Sungur Savran yoldaşımızın daha önce sitemizde yayınlanan yazısına bakılabilir.) Şu anda gelinen nokta, bu sürecin mantıksal sonucudur. Ancak süreç, son altı yılda büyük sıçramalarla ivme kazanmıştır.
Faşist eski başkan Trump, 2016 yılında iktidara gelir gelmez kadın hareketine ve kazanımlarına karşı kimi zaman açık, kimi zaman örtülü bir gerilla savaşı vermeye başladı. Daha seçim kampanyası döneminde bile kadın düşmanı ve tacizi aklayan söylemiyle gündem olan Trump, görevi devralma günü 20 Ocak 2017’de Washington DC’den San Francisco’ya devasa kadın yürüyüşleriyle karşılaşmıştı. Kadın hareketi ertesi yıl bu yürüyüşlerin (ve Trump'ın başa gelişinin) yıldönümü olan 20 Ocak'ta bu dev yürüyüşleri tekrarladı. Böylece kadın hareketi, geçmiş kazanımlarını korumak için mücadele edeceğini ilân etmiş oluyordu. Trump ise buna dört yıl kesintisiz sürdürdüğü kadın düşmanı, gerici politikalarıyla, adeta şahsi bir öç alma hırsıyla karşılık verdi.
Trump’ın politikalarından konumuzla en yakından ilgili olanı, 2018’de Brett Kavanaugh adlı, gericiliğiyle ve Roe kararına karşıtlığıyla bilinen, ayrıca tacizle suçlanan bir hukukçuyu Yüce Mahkeme yargıçlığına aday göstermesi idi. ABD’de Yüce Mahkeme’nin 9 üyesi vardır. Genelde iki büyük parti, bu makamları 5’e 4 şekilde paylaşır. Son derece olaylı bir Kongre oylamasını ucu ucuna, 51’e 49 oyla kazanarak makamına kurulan Kavanaugh, o ana kadar dörde dört dengenin muhafazakârlar lehine bozulmasını sağladı. Makamında geçirdiği dört yıl boyunca Kavanaugh, genelde kendisini makama getiren Trump’ın çizgisine sadakat gösterdi.
Oylama öncesi ve esnasında irili ufaklı kadın hakları protestoları olduysa da Trump’ın görevi devralışındaki yükselişten eser yoktu. Zira ara seçimler yaklaşmaktaydı. Demokrat Parti, bir yandan ezilenleri Trump ve Kavanaugh gibilerin politikalarıyla korkutup kendi yanına çekmeyi, bir yandan da Cumhuriyetçileri tam da bu ezilen kitlelerin hışmıyla tehdit ederek bir uzlaşma sağlamayı güden ikili bir politika izlemekle meşguldü. Dahası, merkezci Demokratlar, kendi partileri içinde Sanders önderliğindeki sol kanadın yükselişinden son derece rahatsızdı. 2017 kadın yürüyüşleri ebadındaki bir yükseliş, ideolojik olarak ne kadar karışık veya geri olursa olsun, bu hassas dengeyi alt üst edebilirdi. Kadın hareketinin liderliği ise büyük oranda Demokrat Parti’ye bağlıydı. Bu yüzden Kavanaugh’un seçilmesi öfke uyandırdıysa bile bu öfke sokaklarda yankı bulmak yerine hızla çaresizlik hissine dönüştü.
Roe kararının geri alınması yolunda ikinci durak ise Trump’ın 2020 seçimlerini kaybetmesinden haftalar önce Yüce Mahkeme’nin görece ilerici yargıçlarından Ruth Bader Ginsburg’ün vefatı oldu. Trump’ın tekrar seçilemeyeceği bu aşamada anketlerden belli oluyordu. Gerek Korona karşısında çaresizliği ve ikircikli tavrı, gerek George Floyd halk isyanı hem Trump hem partisi üzerinde büyük bir baskı oluşturuyordu. Dolayısıyla Ginsburg’ün beklenmedik vefatı, Trump açısından politikalarını seçimi kaybetse bile devam ettirebilmesi için bulunmaz bir fırsat teşkil ediyordu. Nitekim görülmemiş bir hızla Kongre’den onay alarak Amy Coney Barrett isimli bir başka muhafazakâr yargıcı boşalan makama “gider ayak” atadı. Böylelikle dokuz yargıçtan altısı, yani tüm yargıçların üçte ikisi muhafazakârların eline geçmiş oluyordu.
Nihayet 2021’in Eylül ayında, üstelik de Roe davasının başlangıç yeri Teksas’ta yasal kürtaj süresini altı hafta gibi kısacık bir süreyle sınırlayan bir yasa geçti. Çoğu kadının hamile olduğunu ancak birinci ya da ikinci aylarda anladıkları düşünülürse, bu yasa kürtajı fiilen yasa dışına itmek anlamını taşıyordu. Benzer yasalar hızla çevre eyaletlere de yayıldı. Böylece Roe’ya karşı yasal kuşatma başlamış oldu. Bu kararın uygulanmasının en azından geciktirilmesi yönünde bir tasarı hızla Yüce Mahkeme önüne getirildiyse de Kavanaugh ve Barnett-gillerin oylarıyla reddedildi.
Böylece muhafazakârlar ve faşistler, iktidarda değilken bile kadınların kazanımlarına karşı verdikleri savaşta önemli mevziler ele geçirdi. Ancak son darbeyi vurmak için tüm bunlar yeterli değildi. George Floyd’un ölümü üzerinden daha iki yıl bile geçmemişti. Roe’yu geri çevirmek gibi bir zillet, benzer bir patlamaya yol açabilirdi. Zaten 6 Ocak faşist kalkışmasının başarısız olmasıyla başı yasal olarak belada olan Cumhuriyetçiler, bir de sokaktan bir darbe yemeyi göze alamazlardı.
Geçtiğimiz Mayıs başında muhafazakâr Yüce Mahkeme yargıçlarından Samuel Alito’nun Roe’yu geri çekmek için verdiği önergenin tamamı basına sızdı. Normalde kirli çamaşırların ortaya dökülmesi olarak görülebilecek, dolayısıyla da muhafazakârların elini güçsüzleştirecek bu olay, anın koşulları içinde Cumhuriyetçiler’in kitlelerin nabzını yoklamasını sağlayan bir araca dönüştü. Zira gerek Korona pandemisi, gerek 2020 başından beri ardı ardına gelen siyasî ve ekonomik gerilimlerin getirdiği yorgunlukla yıpranmış kitle hareketinin kılını kıpırdatacak hâli yoktu. Özellikle Yüce Mahkeme binasının önünde birtakım gösteriler yapıldıysa da gerek 2017-2018 kadın yürüyüşlerinin, gerek 2020 isyanının yerinde yeller esiyordu. Böylece iki aydan kısa bir süre içinde oylama yapıldı ve Roe kararı 5’e karşı 4 oyla tarihe gömüldü.
Bunun anlamı açıktır: kadın hakları ve hareketi, ABD’de büyük bir darbe yemiştir. Yüzbinlerce, belki milyonlarca kadın, istemedikleri çocukları doğurmak zorunda bırakılmıştır. Bin bir haklı sebeple ve bütün risklere rağmen yine de kürtaj olmak isteyen, bu sebeple yasa dışı yollara başvurmak zorunda kalan tüm kadınların günahı, doğrudan doğruya Trump-gillerin boynuna olacaktır.
Ancak tek suçlu Trump ve avanesi değildir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, kadın hareketi, 2017-2018 yürüyüşleriyle büyük bir güç gösterisinde bulunmuş, ancak verdiği sözde durmayarak geri çekilmiş, meydanı boş bırakmıştır. Bu durumda merkezci Demokratlar ile sözbirliği içindeki liderlik, ataletiyle düşmanın ekmeğine yağ sürmüştür.
Son olarak, Demokrat Parti bir kez daha varolan demokratik hakları korumada bile ne denli güvenilmez bir merci olduğunu kanıtlamıştır. Roe kararının alınmasından bu yana neredeyse 50 yıl geçti, bu sürede altı farklı Demokrat kabine toplam 30 yıl görev yaptı. Tüm bu 30 yılda hiçbir hükümet kürtajı federal olarak yasal koruma altına alma yolunda bir adım atmadı. Bunlardan sonuncusu Biden hükümetinin tüm seçim vaadi Trump’ın ezilenler üzerinde yarattığı hasarı ortadan kaldırarak her şeyi eski hâline döndürmekti. Ancak ne Biden, ne yardımcısı Harris, ne de herhangi başka bir parti lideri kadın hakları ya da kürtaj konusunda yasal bir güvence sağlamak için kılını kıpırdatmış değil.
O hâlde ne yapmalı? Kadın hareketi içinde Demokrat Parti’den bağımsız bir ilerici odak oluşturmak abartısız şekilde bir hayat-memat meselesine dönüşmüştür. Sosyalist hareketin notu bu alanda fena hâlde kırıktır. Sosyalistler, ya kadın hareketinin liderliğinin burjuva kimlik politikasından duydukları rahatsızlık sebebiyle bu mücadeleye sırtlarını dönmüş hâldeler, ya da cinsiyetçi olarak damgalanmaktan korktukları için kimlikçi politikaya saplanıp kalmaktadırlar. Bu ikilemden kurtularak kadın mücadelesini sosyalist mücadeleyle birleştirmenin yolu ise yine sınıf mücadelesinin içine boylu boyunca girmekten geçiyor. Tüm ülkeyi hâlihazırda bir sendikalaşma dalgası sarmışken, sınıf mücadelesinin ateşi yeniden harlanmışken kadınların çoğunlukta olduğu öğretmen, hemşire vb. sendikaları içinde yürütülecek bir kampanya, çok önemli sonuçlar verebilir.
Bu esnada sosyalist hareket, kadın hareketinin tabanının güvenini kazanmak zorunda. Bunun da tek yolu, kürtaj kliniği savunmalarında, sokaklarda, meydanlarda safları sıklaştırmak, mücadele içinde sivrilmek, ancak bu biçimde varolan sözde ilerici liderlikten ve Demokratlar’dan daha iyi ve etkili bir müttefik olabileceğini göstermektir.