ABD ile AB arasında imzalanan ticaret anlaşmasının kazananı kim kaybedeni kim?

Hatırlanacak olursa Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Trump geçtiğimiz Nisan ayında “Kurtuluş Günü” adı altında başta Çin ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerine olmak üzere uluslararası ticarette bundan böyle gümrük tarifeleri uygulayacaklarını belirtmişti. AB ile ABD arasında 21 Ağustos’ta imzalanan “Karşılıklı, Adil ve Dengeli Ticaret Çerçeve Anlaşması” Trump yönetiminin başlattığı ticaret savaşının ilk muharebesini oluşturuyor ve sonuçları itibarıyla emekçileri doğrudan ilgilendiriyor. 28 Temmuz’da İskoçya’da ABD Başkanı Trump ile AB Komisyonu Başkanı von der Leyen tarafından gerçekleştirilen ilk görüşmede temelleri atılan bu anlaşma karşılıklı değil tek taraflı dayatılan, adil değil, ağırlıklı olarak ABD sermayesinin çıkarlarını gözeten ve dengeli ticareti değil, ABD’nin kendi aleyhine olan dış ticareti, lehine çevirmeyi amaçlayan bir nitelik taşıyor.
Anlaşma ana hatlarıyla şu maddeleri kapsıyor: ABD, 1 Eylül'den itibaren yarı iletken ve kereste ihracatı da dâhil olmak üzere birçok Avrupa malına yüzde 15 oranında gümrük vergisi uygulayacak. AB ise karşılığında, tarım ürünleri de dahil olmak üzere tüm endüstriyel ABD malları üzerindeki gümrük vergilerini sıfıra indirecek. Anlaşmaya göre, Avrupa'nın, ABD ihracatına uyguladığı gümrük vergilerini kaldırması sonrasında Beyaz Saray, Avrupa motorlu taşıt ihracatına uyguladığı yüzde 27,5 oranındaki gümrük vergisini de yüzde 15'e indirecek. Yapılan anlaşma yalnız gümrük vergileriyle sınırlı değil. AB, ABD’den 750 milyar dolar enerji ürünü (petrol, doğalgaz gibi) almayı ve en az 40 milyar dolar tutarında yapay zekâ çipi ithal etmeyi, ayrıca ABD’ye 600 milyar dolarlık yatırım yapmayı ve ABD’den askerî ve savunma donanımı satın alımlarını daha da arttırmayı taahhüt ediyor.
ABD Ticaret Bakanı anlaşmanın Amerikalı üreticiler için “geniş Avrupa pazarlarına tarihî bir erişim sağladığını” duyurdu; Beyaz Saray, anlaşma sonrası “Küresel Tarih Yazmak” başlığıyla bir açıklamada bulundu. Bu anlaşmayı tamamen Trump’ın bir zaferi, AB’nin ise tam bir teslimiyeti olarak gören yorumlar Batı basınında oldukça yaygın. Elbette Trump’ın dayatması karşısında bir dizi taviz veren AB’nin şimdilik ticaret savaşında bir muharebeyi kaybettiği ileri sürülebilir. Ancak bu anlaşma ile ne ABD’nin mutlak bir zafer elde ettiğini, ne de AB’nin teslim olduğunu düşünmek için oldukça erken. Meseleye o ya da bu yakadaki patronların gözüyle bakınca birinin kazancı, diğerinin kaybı gibi görünebiliyor. Bu anlaşmaya işçi sınıfının gözünden bakıldığında ise tablo çok farklı.
Öncelikle anlaşmanın ne ölçüde uygulanacağı, AB’nin bu anlaşmaya uyup uymayacağı; şimdilik el sıkışmışlar gibi görünse de bu ticaret savaşının yakın gelecekte daha da kızışıp kızışmayacağı tam bir belirsizlik taşıyor. Bunun birbiriyle bağlantılı üç nedeni var. Birincisi söz konusu ticaret anlaşmasının bir kez daha AB içindeki çelişkileri arttırmasıdır. Söz konusu anlaşmanın AB patronları açısından bir yenilgi anlamına geldiğini söylemek için henüz erkendir. Açık olan AB yetkililerinin hızla şiddetleneceği belli olan ticaret savaşını şimdilik durdurabilmek için, hem askerî bir güç olarak geri kalmışlıklarını hızla kapatmak hem de kendi aralarındaki “ulusal” çıkar çatışmalarına çekidüzen verebilmek adına zaman kazanmak üzere ABD’ye bir takım tavizler vermek zorunda kaldıklarıdır. AB Komisyonu Başkanı von der Leyen’in bu anlaşmayı “belirsiz zamanlarda istikrar arayışı” olarak ifade etmesinin asıl anlamı budur. Bunun hep böyle devam edeceğini öngörmek gerçekçi değildir.
İkinci neden ise, ticaret savaşlarının da etkisi altında kapitalizmin durgunluğunun daha da derinleştiği bir dönemde, örneğin mali piyasalardaki bir krizin tetiklemesiyle dünya ekonomisinin yeniden bir çöküşün eşiğine gelmesi sonucunda ABD ve AB emperyalizmleri arasındaki ticaret savaşının hızla şiddetlenecek olmasıdır.
Üçünçü neden ise Trump’ın stratejik yönelişidir. Trump ticaret savaşında ABD burjuvazisinin çıkarları adına her attığı adımı yaklaşan bir savaşın gereklerine göre ele alıyor. Çip üretimi, demir-çelik, alüminyum, nadir metaller gibi bu bakımdan kritik önemde ürünleri “ulusal güvenlik” şemsiyesi altında değerlendiriyor, aynı Japonya gibi diğer rakibi AB’yi de bu doğrultuda tamamen kendisine itaat eder hale getirmek istiyor. Trump yönetiminin bu dayatma, tehdit, şantaja dayalı gümrük savaşıyla nihai hedefi Çin’i hem teknolojik hem de politik olarak dize getirerek dünya ekonomisinde Amerikan sermayesini yeniden güçlendirmektir. “Amerika’yı yeniden büyük yapalım” sloganının gerçek anlamı budur. Dolayısıyla bu ticaret anlaşmalarında ABD tarafının asıl amacı, askerî ulusal güvenlik mantığı içinde dünya pazarını parçalayarak bir savaş ekonomisine hazırlık yapmak olduğu ölçüde taraflar arasındaki bu ateşkesin ilanihaye sürmeyeceği açıktır.
İşte emekçiler açısından ABD ile AB arasında imzalanan ticaret anlaşmasının asıl önemi burada yatmaktadır: “Ulusal çıkarlar” gerekçesiyle özerk bir ticaret politikası ya da daha fazla korumacılık talep etmek emekçiler ile patronların aslında ortak bir çıkara sahip oldukları; bu tür bir politikanın her iki sınıfın da faydasına olacağı varsayımına dayandığı ölçüde onlarla işbirliği yapılabileceği yanılsamasını beslemektedir. Oysa yukarıda ortaya koyduğumuz nedenlerle kapitalizmin ağır bir bunalımdan geçtiği günümüz koşullarında ticaret savaşlarının daha da şiddetlenmesine yol açtığı ölçüde her ülkenin “yerli ve milli” burjuvazisi için rekabette rakip burjuvazileri dize getirmenin yolu, başta kendi ülkesindekiler olmak üzere uluslararası düzeyde emekçileri daha ağır sömürü koşulları altında çalışmaya zorlamaktan; onların elde etmiş oldukları tüm kazanımları yenilgiye uğratmaktan geçmektedir. Patronlar ulusal temelde işçi sınıfını bölen bir çözüme yaslanırken emekçilerin çözümü uluslararası temelde olmak zorundadır. Avrupalı ve Amerikalı emekçiler burjuvaziden ve onun devletinden bağımsız bir politik mücadele yürüttüklerinde ve bu mücadele kazanıldığında işçi sınıfı ve tüm ezilen halklar için gerçek bir Kurtuluş Günü olacaktır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2025 tarihli 192. sayısında yayınlanmıştır.