65 yılda 60 bin can

Bu topraklarda son on yıla bakınca her gün neredeyse üç eve ateş düşüyor. İnsanlar, annelerini, babalarını ya da evlatlarını kaybetmenin acısını yaşıyorlar. Günde neredeyse üç, yılda 1.072 ve on yılda 10.722 insan! Bu kadar insan tanksız, topsuz, tüfeksiz yürütülen bir savaşta yitirdi yaşamını. Savaş meydanında değil, çalıştıkları fabrikada, atölyede, tersanede, madende, inşaatta… İşte Türkiye burjuvazisinin işçi sınıfına karşı yürüttüğü savaşın bilançosu!

1945 yılında İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu’nun çıkmasının ardından Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından “iş kazaları” ve “meslek hastalığı” sonucunda ölen veya sakat kalan işçilerin kaydı tutulmaya başladı. 2011 yılının verileri henüz açıklanmadı ama 1946-2010 arasındaki rakamlar bu süre zarfında 59.300 işçinin, iş cinayetlerinde yaşamını yitirdiğini gösteriyor. 65 yıllık döneme 1946 -2000 arası ve 2001-2010 diye baktığımızda, 2000’e kadar yılda ortalama 883 işçi hayatını kaybederken 2000 sonrasında bu rakam yılda ortalama 1072’ye çıkıyor.

İLO’nun 2010 yılı verilerine göre Türkiye, ölümlü “iş kazaları”nın sigortalı işçilere oranı bakımından dünyada en kötü üçüncü ülke konumunda. Türkiye’yi sadece El Salvador ve Cezayir geçebilmiş durumda. Türkiye’de ölümle sonuçlanan “iş kazası” 100 binde 21 iken, Norveç, Danimarka, İsveç ve İsviçre gibi ülkelerde bu oran 100 binde 2. Yani onda biri kadar.

Yıldan yıla “iş kazaları” ve gerçekleşen ölüm rakamları şöyle:

Yıl

"İş Kazası"

Ölüm

2010

62.903

1.454

2009

64.316

1.171

2008

72.963

865

2007

80.602

1.043

2006

79.027

1.592

2005

73.923

1.072

2004

83.830

841

2003

76.688

810

2002

72.344

872

2001

72.367

1.002



İnşaatların harcında kan var

İş cinayetleri özellikle bazı sektörlerde yoğunlaşmış durumda. SGK’nın 2010 yılı verilerine göre bina, bina dışı yapıların inşaatı ve özel inşaat faaliyetlerinde 475, kara taşımacılığı ve boru hattı taşımacılığında 133 ve kömür, linyit çıkarılması, madencilik, taş ocakları ve madenciliği destekleyici hizmetlerde de 133 işçi ölümü gerçekleşmiş. Yani toplam 1454 ölümün yarısından fazlası sadece üç sektöre ait. İnşaat sektörü tek başına neredeyse üçte birini oluşturuyor. O gösterişli plazalar, AVM’ler temeline işçilerin kanını da katarak yükseliyor. Madenlerin kendisi sendikalı çalışma ile iş cinayetleri arasındaki ilişkiyi çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Zonguldak’ta sendikalı işyerlerinde çıkarılan 100 bin ton kömür başına işçi ölümü 0,3 iken, sendikasız ve taşeron işletmelerde bu oran 28 katına, 8,3’e çıkıyor.

Şu ana kadar saydığımız veriler sadece sigortalı işçilere ait beyan edilmiş rakamlar. Bunlara bir patronun sıkıntıya girmemek için “kan parası” karşılığında üzerini örttüğü vakaları, bir de sigortasız bir şekilde çalışanları eklediğimizde rakamlar daha da yükselecektir. Ayrıca yaşanan vakaların tamamı ölümle sonuçlanmadığı, bazı işçilerin yaşanan olaylar sonucunda sakat kaldığı, iş göremez hale geldiği düşünüldüğünde iş güvenliği ve işçi sağlığı açısından tablonun ne kadar korkunç olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Bununla birlikte işçilerin yaşamlarını elinden alan ya da sağlıklarına zarar veren tek şey de “iş kazaları” değil. Patronların daha büyük kârlar elde edebilmek amacıyla işçileri kötü koşullarda çalıştırması, sağlıklı bir çalışma ortamı yaratmaması sonucunda meslek hastalığı adı altında bir sürü sağlık sorunu da işçilerin yakasını bırakmıyor. Bazen yaşanan bir olay değil de, uzun yıllar sağlıksız koşullarda çalışmanın ürünü olarak yakalandıkları “meslek hastalıkları” yüzünden işçiler yaşamlarını kaybediyorlar.

Meslek odaları ve sendikalar bu meseleye çoğu zaman teknik bir mesele gibi yaklaşıp, taleplerini ve çözüm önerilerini bazı teknik önlemler ile sınırlı tutuyorlar. Güvenli ve sağlıklı koşullarda çalışmak için elbette gerekli tüm önlemlerin alınması önemlidir. İş yasasında, işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili tüm yasa ve yönetmeliklerde bu yönde düzenlemeler yapılması, denetimlerin sıkı bir şekilde hayata geçirilmesi talep edilmelidir. Ancak bununla yetinmek olmaz. Çünkü patronlar bugün de mevcut yasalarda var olan birçok kuralı ceplerini daha fazla doldurmak için ihlal ediyor, yasaların gereklerini yerine getirmiyorlar. Her iş cinayetinin ardından sıkça söylendiği gibi ihmal değil, çoğu zaman patronların yönetimindeki bir ihlal söz konusu oluyor. Taşerona, sendikasızlaştırmaya, sigortasız çalışmaya karşı ne kadar büyük mücadeleler yürütür, burjuvaziye karşı mevziler elde edersek iş cinayetlerinin sona ermesi mücadelesine o kadar büyük bir katkı sağlamış oluruz. Güvenmemiz gereken; patronların, işlerine gelmediğinde yırtıp atabildikleri yönetmelikler, yasalar değil, işyerlerinde kendi örgütlü gücümüz ve işçilerin bu gücüne dayanan bir denetimin sağlanmasıdır.


Son yıllardaki önemli iş cinayetleri

  • 28 Aralık 2005: Bursa Özay tekstil fabrikasında yangın çıktı. Fabrikada kilitli bırakılan 5 kadın işçi öldü.

  • 1 Haziran 2006: Balıkesir Dursunbey’de madende grizu patladı, 17 işçi öldü.

  • 30 Ocak 2008: İstanbul Davutpaşa’da bir iş hanında büyük bir patlama gerçekleşti. 21 işçi öldü.

  • 8 Eylül 2009: İstanbul Mahmutbey’de servis yerine kapalı kasa kamyonet ile taşınan 8 kadın işçi, aracın sel sularına kapılması sonucu boğularak öldü.

  • 24 Şubat 2010: Balıkesir Dursunbey’de 2006’dakiyle aynı madende bir grizu patlaması daha oldu. 15 maden işçisi öldü.

  • 17 Mayıs 2010: Zonguldak Karadon’da madende grizu patlaması sonucu 30 madenci öldü.

  • 10 Eylül 2010: Galatasaray’ın Seyrantepe stadı inşaatında oluşan göçükte iki işçi yaşamını yitirdi.

  • 26 Ocak 2011: Ankara Beypazarı’nda mevsimlik işçileri taşıyan minibüsün tırla çarpışması sonucu 10 tarım işçisi öldü.

  • 3 Şubat 2011: Ankara Ostim ve İvedik organize sanayide meydana gelen patlama sonucu 20 işçi öldü.

  • 24 Şubat 2012: Adana EnerjiSa’nın baraj inşaatında baraj kapağının patlaması sonucu 10 işçi hayatını kaybetti.

  • 11 Mart 2012: İstanbul Esenyurt’ta MarmaraPark isimli bir AVM inşaatında, işçilerin kaldığı çadırda çıkan yangın sonucu 11 işçi yanarak can verdi.