“Çözüm süreci” ne oldu?
Her şey bütün Türkiye’nin gözü önünde yaşandı. 2013 yılı Newroz kutlamalarında Abdullah Öcalan’ın mücadelenin barışçıl bir evreye girdiğini ilan etmesiyle açılan süreç üç ay önce Dolmabahçe Sarayı’nda hükümet üyeleri ile HDP İmralı heyetinin bir araya geldiği toplantıya kadar ulaştı, sonra aniden çöktü. Çünkü HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş meclis grubunda yaptığı ünlü konuşmada Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi. Bu bir yorum değil. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bunun böyle olduğunu apaçık söyledi geçtiğimiz günlerde.
Böylece bir gerçek çıplak olarak ortaya çıkmış oldu. “Çözüm süreci” olarak anılan süreç, kof, uyduruk, zemini olmayan bir süreçti. Kürt halkının sorunlarına bir çözüm getirmesi veya Türk ve Kürt halklarının eşit zeminde kardeşliğini sağlaması söz konusu değildi. Amacı Türkiye burjuvazisinin Barzani ile ittifakı temelinde Irak Kürdistanı’nı hegemonyası altına alıp petrolünden yararlanırken PKK’yi bir engel olmaktan çıkarmak ve Kürt hareketini Tayyip Erdoğan için bir yedek güç olarak kullanmaktı. Kürt hareketinin Erdoğan’ın stratejik yönelişine destek olmayacağı ortaya çıkar çıkmaz süreç bitirildi. Yalçın Akdoğan’ın süreci bitirenin “Seni başkan yaptırmayacağız” açıklaması olduğunu itiraf etmesinin başka anlamı var mıdır?
Gerçek gazetesi, ta “açılım” sürecinden beri Kürt hareketini bu konuda uyarıyor. Bu sürecin hayırlı bir sonucu olamayacağını, tutsak müzakereci ile sağlıklı bir gelişme kaydedilemeyeceğini, Tayyip Erdoğan’ın Barzani’yi Kürt hareketine karşı bir koz olarak kullandığını hatırlatıyor. Rojava’nın varlığının “çözüm süreci” ile uyuşamayacağını ileri sürerek Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin sınırında Kürt hareketine yakın bir siyasi önderliğin yönetiminde özerk bir Kürt varlığının Türk devletince kabul göremeyeceğine, bunun ancak emperyalizme ve Türkiye’ye biat ile olabileceğine işaret ederek, Rojava ile “çözüm süreci”nin çeliştiğini vurguluyor.
Yedek güç hayali gitti, Rojava’ya saldırının önü açıldı
HDP’nin Selahattin Demirtaş’ın ağzından Tayyip Erdoğan’ın stratejik hedeflerine hizmet etmeyeceğini açıklaması, çözüm sürecini bitirdiği için Erdoğan ve AKP’nin, Rojava konusunda daha keskin bir politika benimsemesinin de önünü açmış oluyor. Rojava kurulurken Erdoğan “Buna eyvallah demeyiz” diye açık konuşmuştu. Ama üç yıldır hükümet Rojava’yı zaman zaman pazarlıklar yoluyla evcilleştirmeye, zaman zaman da başka yöntemlerle yıkmaya çalışıyor. Bu ikinci türden yöntemlerin başında elbette DAİŞ’in Rojava’yı askeri yöntemlerle ezmeye çalışması geliyor. 2014 Ekim ayında Tayyip Erdoğan’ın “Rojava düştü düşüyor” demesi aslında gizlemesi gereken bir sevinci kontrolsüz biçimde dışa vurmasıydı.
Yaklaşık bir yıldır Rojava’yı DAİŞ’e ezdirme umudu devam etti. Ama YPG/YPJ, DAİŞ’in kontrolündeki Tel Abyad’ı (Gerê Spî) ele geçirince DAİŞ’in Rojava’yı ezmede yeterli olamayacağı ortaya çıkmaya başladı. YPG’nin askeri üstünlüğünde ABD ve koalisyon güçlerinin hava saldırılarının da rol oynadığı ortada. Hükümet şimdi ABD ile anlaşarak ABD ile Rojava arasındaki bu işbirliğinin yolunu kesmeye girişiyor. ABD’nin DAİŞ ile mücadelesinde Kürtlerin kara kuvveti olarak desteğine bağımlılığının yerine kendi desteğini sunuyor. İncirlik olanaklarının kullanılabilmesi o kadar önemlidir ki ABD, Kürt askeri güçleriyle Türkiye’yi rahatsız eden ilişkilerden uzak durmak zorunda kalacaktır.
Güvensiz bölge
Türkiye’nin amacı, şimdilik, Rojava’nın Kobani (Kobanê) kantonu ile Afrin (Efrîn) kantonu arasında DAİŞ’in elinde bulunan şeridi PYD’nin ele geçirmesini engellemek. Böylece de Tel Abyad’ın ele geçirilmesi sayesinde Cizire (Cezîre) kantonu ile Kobani’nin birleşmesinden sonra, bu iki kantonun da birleşmesini engellemek. Doğuda Cerablus’tan batıda Marea’ya kadar uzanan yaklaşık 100 kilometrelik bir şeridi kuzey-güney doğrultusunda 50 kilometrelik bir derinlikte bir “güvenli bölge” yapmayı hedefliyor. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye ile ABD arasında bu konuda anlaşmaya ulaşılmış durumda. Üzerinde anlaşmaya ulaşılamayan husus, Türkiye hükümetinin Suriyeli göçmenleri buraya yerleştirme isteği.
Bu planın boşluğu Kürt kara kuvvetlerinin yerine geçirilecek bir başka gücün mevcut olmamasıdır. AKP hükümeti kara savaşının zayiatı çok arttıracağının bilincinde olarak kara savaşına (hiç olmazsa şimdilik) girmeyeceğini açıklamış bulunuyor. Pentagon ise Türkiye’nin Suudiler ve Katar ile birlikte desteklediği askeri güçlere güvenmiyor. Son dönemde öne çıkan “Fetih Cephesi” ittifakının içinde El Kaide’nin bölgedeki resmi seksiyonu olan El Nusra’nın dahi bulunduğu biliniyor. “Eğit donat” programı ile geliştirileceği söylenegelen “ılımlı güçler” ise gülünç durumda. Bu programdan şu ana kadar toplam 60 asker mezun edilmiş!
Bu bir bakıma Türkiye’nin işine gelir. Çünkü sınır bölgesinin Rojava’nın hâkimiyetine geçmesi, sadece toprakları birleşmiş bir Kürt coğrafyasının doğması bakımından değil, Türkiye’nin Esad’a karşı desteklemekte olduğu çeşitli güçlere (Fetih Cephesi, şimdi oluşturulmakta olan Türkmen ordusu vb.) yardımının devam etmesi açısından da çok hassas. Ortada o bölgeyi kontrol edecek bir kara gücü olsa, bunları yapmak kolay olmaz. Kısacası, “güvenli bölge” aslında tam anlamıyla itin uğursuzun cirit atacağı bir “güvensiz bölge” olacaktır!
Aslında bu sön söylenen, bir şeyi daha ortaya çıkarıyor. Bir süre sonra DAİŞ de yeniden o bölgeyi kullanarak Türkiye’den aldığı desteği sürdürme olanağına kavuşabilir. Yeniden vurgulayalım: AKP hükümetinin DAİŞ’le çelişkisi önemli değildir. Yarın aşılabilir. Konu bu değildir. Konu Rojava’nın engellenmesi, Esad’ın devrilmesi, Suriye’de bir Sünni İslam devletinin kurulmasıdır.
Çözüm sürecinin geleceği var mı?
Kürtlerin özgürleşmesini AKP ile el ele gerçekleştirme hayali büyük bir darbe yemiştir. Kürt hareketi Erdoğan’ın Türkiye ve Ortadoğu’da izlediği gerici hatta destek olmayacağına göre “çözüm süreci” ancak bu hatta değişiklik olursa yeniden gündeme gelebilir. Ama bu Kürt sorununa âdil ve demokratik bir çözümün bulunamayacağı anlamına gelmiyor. Erdoğan ve AKP gerileyen güçlerdir. Bugünkü görünüme aldanmamak gerekir. Türkiye son üç yılda Gezi ile başlayan halk isyanını, 6-12 Ekim serhildanını ve büyük fiili metal grevini yaşamıştır. Çözüm emekçi halkın ve ezilenlerin bu hareketliliğinin bağrından doğacaktır!
Ek
Kürtlerle barış, ABD’yle savaş!
2003’te başlayan Irak savaşı Türkiye’de bir histeri yarattı. ABD Ortadoğu’da Kürdistan’ı kurmaya gelmişti. Irak’tan sonra sıra Türkiye’ye de gelecekti. Bu histeri sayesinde Türkiye ile ABD arasında savaş senaryoları prim yaptı. Kurtlar Vadisi dizisi, Metal Fırtına romanı ve bir dizi başka safsata bu sayede girişimci “sanatçı” müsveddelerini zengin etti. Devrimci İşçi Partisi ve onun öncülü İşçi Mücadelesi gazetesi, bu histerinin orta yerinde bir slogan benimsedi: “Kürtlerle barış, ABD’yle savaş!”. Bunun mantığı ikiliydi: Birincisi, ABD’nin NATO müttefiki, “model ilişki” içinde olduğu Türkiye’yi bölmeye en ufak bir niyeti olamazdı. Dolayısıyla, Kürt halkına ABD’nin ajanı gibi yaklaşıp düşman olmak budalalıktı. İkincisi, mesela CHP’nin yaptığı gibi, ABD’ye “Ben sana daha iyi hizmet veririm, Kürtlerden vazgeç, sadık yârine dön” demek, Türkiye’yi Ortadoğu’da gericiliğe ve savaşa sürüklerdi. Ortadoğu’da her ilerici çözüm ABD ile karşı karşıya gelmeye mahkûmdu. Bu yüzden doğru yol, ezilen Kürt halkına elini uzatmak, buna karşılık emperyalist ABD ile mücadele etmekti. Bu sloganın gerçekçiliğinden kuşku duyulmasına yol açacak bazı ikincil durumlar zaman zaman doğuyor. Ama bıçak kemiğe dayandığında doğru yine bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Barzani gibi emperyalizmin destekçileri ayrı. Ama Türkiye’nin Kürt hareketi ancak ABD ile karşı karşıya gelerek ilerleyecektir. Bunu hem Kürtlerin, hem de Türkiye işçi sınıfı öncüsünün bilmesi çok önemli.
Bu yazı, Gerçek gazetesinin Ağustos 2015 tarihli 70. sayısında yayınlanıyor.