Beş devrimin mahsulü: Türkiye Komünist Fırkası

Ekim devrimi dönencesine giriyoruz, komünizmin tarihini ve geleceğini tartışacağız. Devrimin 100. yıldönümü yaklaşıyor. Adı “Ekim devrimi” ama o eski Rus takvimine göre. Şimdi kullandığımız takvime göre yıldönümünü 7 Kasım’da kutlayacağız. Ekim devrimi sadece bir Rus devrimi değildir. Hep bunu söyleyeceğiz bu kutlamalar sırasında. Bu ay, 10 Eylül’de Türkiye Komünist Fırkası’nın (TKF) kuruluşunun 97. yıldönümünü yaşayacağız. Ondan başlayalım. Daha sonra Türkiye Komünist Partisi adını alan bu siyasi partinin bugün bu ismi taşıyan çok sayıda partinin hiçbiriyle organik bir ilişkisi yoktur. Tarihi TKP, Ekim devriminin ateşinden ve rüzgârından doğmuştur. Onun daha sonra yaşadığı “mâkus talih”e paralel günler geçirmiş, onunla birlikte (geçici olarak) tarihe karışmıştır.

Türkiye’nin komünist hareketi muazzam bir devrimci dalganın, dünya devriminin birinci dalgasının ürünüdür. Bunun yerli ayağı, Abdülhamid istibdadına karşı bütün imparatorluk halklarının ayağa kalkmasının ürünü olan 1908 Hürriyet devrimi ile başlar. 1920’de Bakû’da kurulacak olan Türkiye Komünist Fırkası’nın tartışılmaz lideri Mustafa Suphi de, o kuruluş kongresinde İstanbul komünistlerini temsil eden delegelerden olan ve partinin genel sekreteri seçilen Ethem Nejat da İttihatçı birer genç militan olarak 1908 devriminde yer almışlardır. Ama onlar Balkan savaşları sonucunda Enver-Talat-Cemal üçlüsü önderliğinde yaşanan Termidor’a, yani devrimin gericileşmesine direnmişlerdir. Her ikisi de, vaadlerini yerine getirmeyen devrimin sınırlarını görmüş ve yüzlerini komünizme dönmüşlerdir.

Bu dönüş elbette boşlukta olmamıştır. Dünya devriminin şahlanmasının sonucudur. Türkiye komünizminin kurucu kadroları tam üç proleter devriminde eğitim görmüştür. Türkiye’nin savaş müttefiki olan iki ülkede, Almanya ve Avusturya-Macaristan’da çok sayıda Türk işçisi çalışıyor ya da staj görüyor, birçok da öğrenci okuyordu. 1918 Kasım ayında Bolşevik devrimine son derecede benzer bir devrim Almanya’da patlak verince, bunların bir bölümü derhal devrimin saflarına geçtiler. Berlin’de İttihatçıların yönetimindeki derneği ele geçirdiler. Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in Spartakistlerine katıldılar. Bunlar daha sonra İstanbul’a dönerek Türkiye komünist hareketinin içerideki ayağını oluşturdular.

Öteki müttefikte de 1919 yılında dört ay süren bir devrimci iktidar kuruldu. Macar Sovyet Cumhuriyeti’nde de Türkler aynen Alman devrimindeki gibi yerlerini aldılar. Fesli Türkler Budapeşte sokaklarında Arapça harflerle “Yaşasın Dünya İhtilali” yazılı pankartlar taşıdılar. Türklerden oluşan bir ihtilal taburu karşı devrime karşı silahlandı.

Bu iki devrime Türklerin bu kadar kolaylıkla katılmasını devrimlerin ruhunu tanıyanlar anlar ancak. Bu insanlar kendileri daha on yıl önce bir devrim yaşamış bir ülkeden geliyorlardı. Bir kısmı işçi olarak 1908’in açtığı yolda grevlere gitmişti. Bir kısmının gencecik öğrenci dimağlarında her Balkan ve Anadolu kentinin sokaklarını doldurmuş kalabalıklar silinmez bir yer etmişti. 1908’i “İttihatçı zihniyet” diye tükürürcesine aşağılayanlar, her devrimin Termidor yaşayabileceğini anlayamayıp Enver’le birlikte halk kitlelerini de silenlerdir!

Ama Türkiye komünizminin dövüldüğü esas örs, Ekim devriminin toprakları oldu. Rusya’nın Müslümanlarıyla iç içe (buna ileride döneceğiz) Mustafa Suphi ve arkadaşları, savaş esirlerini de devrimcileştirerek, Türkiye komünizminin temellerini attılar. Kızıl Ordu’ya Müslüman birlikler oluşturdular. Komünist Enternasyonal’in kuruluşuna katıldılar. Sonunda da 10 Eylül’de Türkiye proletaryasının öncü partisini kurdular.

Dünya devriminin birinci dalgası Ekim’den çok kısa süre sonra Anadolu’da da etkisini gösterecekti. İşte Mustafa Suphi ve arkadaşları derhal bu devrime de yüzlerini çevirdiler. Emperyalizmin işgali altındaki İstanbul’a daha 1919 başlarında Kırım’dan, sonra Beyazların saldırısı altında çekilmek zorunda kaldıkları Odesa’dan gizli gizli keşif kolları yolladılar. Anadolu’ya geçerek anti-emperyalist bir ulusal devrim haline gelen Milli Mücadele’yi bir işçi-köylü devrimine çevirmek istediler. Ama Anadolu’nun hâkim sınıfları komünizmin bu ilk atağını Karadeniz’de boğacaktı. Mustafa Suphi ve arkadaşları, tarihe 15’ler olarak geçen ileri parti kadroları, Trabzon açıklarında boğduruldular. Bu sorulacak önemli bir hesap hâlâ.

TKF, Türkiye’nin sosyalizminin, komünizminin, devrimci hareketinin kurucu örgütüdür. Ondan önce de sosyalizm vardı bu topraklarda kuşkusuz. Ama Leninizm, Bolşevizm, gerçek proletarya sosyalizmi onunla girdi Türkiye’ye. TKF bir dünya partisinin Türkiye seksiyonuydu (şubesiydi). Hem burada, hem dünyada proletaryayı örgütlemeye soyunmuştu. Aynı anda. Devrimci İşçi Partisi işte geçici olarak sekteye uğramış olan bu mücadeleyi, henüz alçakgönüllü ama kararlı bir tutumla yeniden başlatıyor. Bu soylu göreve soyunmaya hazır bütün gerçek proleter sosyalistleriyle el ele, Lenin’in ve Trotskiy’in, Mustafa Suphi’nin ve Ethem Nejat’ın bayrağını tekrar yükseltiyoruz.

Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2017 tarihli 96. sayısında yayınlanmıştır.