100. yılda Petrograd’da

Hangi sosyalist Ekim devrimi hakkında az ya da çok bir şeyler okumamıştır? Bizim gibi bu tür konularda okumanın yanı sıra yazanlar ve konuşanlar, epey yüksek sayıda kaynağı karıştırır üstelik. Her sosyalistin zihninde yerleşmiş bir Petrograd imgesi vardır dolayısıyla. Petrograd devrimin merkezidir. 8 Mart’ta (eski takvimle 23 Şubat’ta) kadın işçiler başta olmak üzere sınıfın ayağa kalktığı kenttir. Sokaklarını dolduran işçilerin polislerle çatıştığı, askerlerle kardeşleşmeye çalıştığı kent. 28 Şubat’ta askerlerin halkın yanında yer almasıyla devrimin ilk zaferine ulaştığı, Çar’ın tahtından feragat ettiği kent. Nisan başında Lenin’in Almanya üzerinden mühürlü trenle yaptığı yolculuktan sonra Finlandiya İstasyonu’na indiği ve kendisini dinleyen Bolşevik işçilere yaptığı konuşmayı “Yaşasın dünya sosyalist devrimi!” şiarıyla bitirdiği kent. Bolşeviklerin şehrin Petrogradskaya yöresinde Bolşoy’un baş balerinası Kşesinskaya’nın terk ettiği konağa karargâhlarını kurmasını okuruz Ekim devrimi tarihlerinin sayfalarında. Nisan’da, Haziran’da ve Temmuz’da kitlelerin on binleriyle, yüz binleriyle, işçisiyle ve ailesiyle, silahlı askeriyle ve denizcisiyle kat ettiği, Temmuz günlerinde burjuva ile işçinin üzerinde yumruklaştığı, çatıştığı geniş mi geniş Nevski Bulvarı’nı okuruz. İşçi sınıfının bütün gücünü sergilediği, düzenin güçleri için balta girmemiş orman haline getirdiği, neredeyse kentsel bir “kurtarılmış bölge” olan Vyborg adasını merakla, hayranlıkla okuruz. Ön Parlamento’ya mekân olan Mariinski Sarayı’nı, Bolşeviklerin Trotskiy’in sert konuşmasından sonra orayı gösterişli biçimde terk etmelerini hayal ederiz. Eski takvimle 25 Ekim, yeni takvimle 7 Kasım gecesi başında Trotskiy’in olduğu Askeri Devrimci Komite’nin yönetimindeki birliklerle Kızıl Muhafızların Neva nehri üzerine yerleşmiş Avrora kruvazörünün top atışı ile Kışlık Saraya başlattığı saldırının başarıyla sonuçlanmasını düşleriz. Petrograd Sovyeti’nin karargâhı olan, Trotskiy’in Mayıs ayında sürgünden döndüğünde ilk konuşmasını yaptığı, Lenin’in ise 7 Kasım’ı 8 Kasım’a bağlayan gece “şimdi sosyalizmin kuruluşuna geçiyoruz” diye bitirdiği bir konuşmayla devrimin zaferini Tüm Rusya İşçi ve Asker Sovyetleri Temsilcileri’ne ilan ettiği Smolniy Enstitüsü hayal gücümüzü ateşler.

Ama bunlar hep uzak imgelerdir. Pek azımıza Ekim’in başkenti olan Petrograd’a gitmek ve sosyalizm tarihinin bu heyecan verici mekânlarını yakından görmek kısmet olur. Hele hele Ekim devriminin yıldönümü kutlanırken. Hele hele 100. yıldönümü kutlanırken. İşte bize kısmet olan bu oldu. Rusya komünistlerinin Ekim’in 100. yılı için düzenlediği bir bilimsel toplantıya davet edildik. Orada bir sunuş yapmak ve Rus komünistleriyle enternasyonalist görevlerimizi tartışmak için, Lenin, Trotskiy ve Bolşeviklerin işçi sınıfının önüne düşerek kapitalizmi devirmesinin 100. yıldönümünü Petrograd’da geçirdik. Ne mutlu bize! Ne heyecan, ne mutluluk, ne onur!

Ekim devrimi üzerine tartışma

Önce şunu kaydedelim. Petrograd’ın adı bugün Petrograd değil. Aslında Petrograd adı zaten bu kentin 300 yıllık tarihinde sadece birkaç yıl boyunca kullanılmış. Kent 1703’te kurulduktan sonra 18. ve 19. yüzyıllar boyunca Rusya’nın başkenti iken hep San Petersburg adıyla anılmış. Ancak I. Dünya Savaşı Rusya ile Almanya’yı karşı karşıya getirince Almanca olan San Petersburg (tam olarak Sankt Peterburg) adı Ruslaştırılmış, Petrograd olmuş. Bolşevikler iktidarı aldıktan sonra başkenti, Rusya’nın batı sınırında olduğu için askeri bakımdan çok riskli bir konumda olan bu kentten ülkenin çok daha derinlemesine merkezinde olan Moskova’ya taşıyorlar. Lenin’in ölümünden sonra kente Leningrad adı takılıyor. Ama SSCB yıkıldıktan sonra eski kraliyet adı, yani San Petersburg yeniden benimseniyor. Türkçe’de bu ad genellikle Petersburg olarak söyleniyor. Bizim için bu kent her şeyden önce Leningrad’dır. Ama ikinci sırada da devrimin sahnesi olarak Petrograd. Petersburg adı, hele başındaki “San” ya da “Sankt”, bizim hiç mi hiç benimseyemeyeceğimiz bir isimdir. Ama tabii bazen kullanmak gerekiyor! Uçak bileti alırken ya da otel ararken Leningrad’a gitmek istiyorum diyemiyorsunuz!

Katıldığımız konferans Rusya’nın bazı komünist partileri ve solda yer alan başka bilimsel ve toplumsal kurumları tarafından Moskova ve Leningrad’da iki ayak halinde düzenlenmişti. Amacı Ekim devriminin tarihteki yerini, önemini ve gelecek için anlamını uluslararası bir katılımla tartışmak, geleceğin örgütlenme sorunlarını da masaya getirmekti. “Rusya’nın komünistleri” deyince hemen bir açıklama yapmak gerekiyor. Çünkü bu adla kurulan partiler arasında en güçlüsünün aslında komünizmle en ufak bir ilişkisi yok! Rusya Federasyonu Komünist Partisi adını taşıyan, Juganov adlı bir lideri olan bu parti, seçimlerde genellikle yüzde 20-25 arası oy alıyor. Basbayağı güçlü bir parti yani. Ama komünizmle ilgisi olmayan, milliyetçi, Rusya’yı yeniden “büyük” kılmak isteyen bir parti. Hani eski Stalinist geleneğin devamı demeye bile dili varmıyor insanın. Ama eski bürokrasinin partisi olduğu ve Stalin’e de sahip çıktığı kesin! Bizim elbette böyle bir partiyle hiçbir işimiz olamaz.

Bizi davet edenler, daha alçakgönüllü partiler ve bilimsel ve sosyal kurumlar. Bunların arasında en yakın olduğumuz, Rusya Komünistleri Partisi (Rusça kısaltması RPK, önderi Evgeni Kozlov). Bu partinin yanı sıra Rusya Komünist İşçi Partisi (RPRK, önderi Viktor Tyulkin), yine yakın ilişkilerimiz olan Birleşik Komünist Parti (OKP), Rusya İşçi Partisi (RRP) gibi partiler ile özellikle Moskova’da örgütlenmiş Marksist aydınların bilimsel birliği Alternativyi (en yaygın olarak tanınan şahsiyet Aleksandır Buzgalin) ile Leningrad’da bulunan Dom Plekhanova adlı kütüphane etrafında örgütlenmiş birtakım Marksistler de söz konusu konferansın düzenleyicileri arasında. Bu örgütlerin ve kurumların bir araya gelmesiyle oluşturulmuş, bir de Marksist Örgütler Birliği (AMO) var. AMO’nun koordinasyonunda çok faal olan Yosif Grigorieviç Abramson da uzun yıllardır birlikte çalıştığımız bir yoldaşımız.

İşte bütün bu parti ve kurumlar, önce Moskova’da, ardından Leningrad’da iki ayaklı bir konferans düzenlediler. Biz Konferansın sadece Leningrad ayağına katıldık. Kardeş partimiz Yunanistan’dan EEK ise her iki ayakta da hazır bulundu.

Leningrad’da ilk gün uluslararası katılımcılar ile Rusya parti ve kurumlarının temsilcileri arasından bazı isimler konuştu. Konuşmacılar arasında Mısırlı, Senegal’de çalışan, Maoist kökenli Marksist iktisatçı Samir Amin, Dünya ve Avrupa Sosyal Forum hareketinin önde gelen örgütleyicilerinden Avusturyalı Hermann Dvorak, ABD Socialist Action’dan Marty Gooodman, Yunanistan’dan DİP’in kardeş partisi EEK’in önderlerinden Savas Mihail-Matsas ve Katerina Matsas, Rusya’dan yukarıda sözünü ettiğimiz Tyulkin ve Buzgalin vardı. İkinci gün ise eski Sovyet coğrafyasının başka ülkelerinden (Ukrayna, Belarus, Baltık ülkeleri, Moldova vb.) gelen komünist ve sosyalist partilerin temsilcileri kendi aralarında tartıştılar. Aktarılanlardan anlayabildiğimiz kadarıyla Moskova daha çok tartışmaya, Leningrad ise gelecek için örgütlenme çabalarına dönüktü. Leningrad’da örgütlenme meseleleri üç düzeyde ele alınıyordu: Rusya komünistlerinin (elbette yukarıda sözünü ettiğimiz milliyetçi KPRF dışında) birliği; eski Sovyet coğrafyasının komünistlerinin birlikte örgütlenmesi; bir Enternasyonal’in inşası.

Samir Amin ve Savas Matsas

İlk günkü tartışma, esas olarak iki kanat arasında geçti. Bir tarafta, kapitalizmin restorasyonuna, SSCB’nin tarihsel gelişmesinde tek ülkede sosyalizm programının ölümcül etkilerini hiç sorgulamadan karşı çıkanlar vardı. Öteki tarafta ise restorasyondan bu programı, onun ardındaki bürokratik hâkimiyet sistemini ve bütün bunların dünya devrimi mücadelesini Sovyet devletinin ve partisinin ufkundan çıkartmasını sorumlu tutanlar. Samir Amin bütün iyi niyetiyle şimdi bir Enternasyonal öneriyor. Oysa Çin’in Mao hâkimiyetinde milliyetçi politikalar sürdürdüğü yıllarda bu hiç aklına gelmiyordu! Tyulkin ve Buzgalin Rus komünistleri arasında kapitalist restorasyona karşı onurlu bir direnişi temsil ediyor, ama bir türlü bu çöküşün nedenlerini kavrayamadıkları için bir orta yolcu çizgi üzerinde yürümeye çalışıyorlar. Enternasyonalist kanadın görüşleri esas olarak Savas Matsas ile bizim konuşmamızda temsil edildi. Yoldaşımız Savas Matsas, Ekim devriminin dünya çapında önem taşıyan bir olay olduğunu savundu. Biz ise Ekim devriminin başarıya ulaşamamış bir dünya devrimi atağı olduğunu kanıtlarıyla ortaya koymaya çalıştık.

Samir Amin tek tek ülkelerde mücadelenin esas olmakla birlikte kendi başına yeterli olmadığını, dayanışma eylemlerinin de kendi başına amacımıza yetmeyeceğini ileri sürerek, uluslararası dayanışmayı örgütlemek üzere bir Enternasyonal’e ihtiyacımız olduğunu savundu. Biz ise açık açık Enternasyonal’in tek görevinin dayanışmayı örgütlemek değil, çok daha önemlisi tek tek bütün ülkelerde ve dünya çapında proletaryanın, müttefikleri ile birlikte iktidara gelmesi için mücadele etmek olduğunu, yani dayanışmanın değil devrimin örgütlenmesi için gerekli olduğunu vurguladık. Bu iki Enternasyonal kavrayışı arasında dağlar vardır. İlki, gerçekleşirse, bütün reformistleri ve düzen solunu da kapsayan bir bataklık olarak doğacaktır, ikincisi kapitalizme karşı devrimci bir tehdit olarak!

Rusya’nın çelişkileri

Toplantının çok öğretici bir yanı, Rusya’nın yeni düzeninin konferans üzerine düşen gölgesi oldu. Konferansın Moskova ayağında Leningrad’dan biraz daha geniş bir siyasi yelpaze faaldi. Moskova bileşimi az kaldı uluslararası sosyal demokrasinin de konferansın bir bileşeni olarak davet edilmesi fikrini kabul ettirecekti. Ne talihliyiz ki, Leningradlı yoldaşlarımız buna engel oldu. Ekim devrimini onun yeminli düşmanlarıyla birlikte kutlamayı düşünebiliyor musunuz?

Yine de yeminli düşmanlar konferansa kısmen sızdı! Bu sefer uluslararası sosyal demokrasi değil de onu taklit eder gibi yapan bir Rus hareketi. Rusya’da sosyal demokrasinin bugüne kadar ciddi bir varlık gösterememiş olmasını fırsat bilen Petersburglu güçlü bir politikacı son dönemde “Adil Rusya Partisi” adını taşıyan bir partiyle atak yapmaya çalışıyor. (Partinin adını Türkçe’ye “Doğru Parti” vb. biçimlerde çevirenler de var. Biz Rusça bilmediğimiz için Türkçe nasıl bir ad kullanmak gerektiğini kesin biçimde söyleyemeyiz. Sadece İngilizce’ye çeviriyi temel alabiliyoruz.) Sergey Mironov adlı bu politikacının bir de küçük bir kusuru var: Rusya’nın despotu Vladimir Putin’in koltuk altında büyümeye çalışıyor!

İşte bu Mironov, Petersburg Duma ve Belediyesi’ndeki gücüne yaslanarak kendini konferansın bir bileşeni haline getirmiş. Mironov öğleden sonra yaptığı konuşmada, konferansın mekânının Plekhanov Kütüphanesi olması vesilesiyle Plekhanov’a saygılarını dile getirdi. Evet, doğru, Plekhanov Ekim devrimine karşı çıkmıştı. Çünkü barışçı ve demokratik bir gelişmeden yanaydı. (Okurumuza hatırlatalım ki, Plekhanov Çar’ın, 3,5 milyon Rus’un ve muhtemelen bütün Avrupa’da 20 milyon insanın hayatına mal olan emperyalist paylaşım savaşına taraftardı! Plekhanov “barışçı”, savaşa karşı olan Lenin “şiddet yanlısı”!) Bugün hatalardan öğrenmeli, devrimin yerine doğru yoldan yürümeliydik! Kısacası Mironov, Ekim devriminin 100. yılı kutlamalarında bizi karşı devrimciliğe çağırıyordu!

Öte yandan, Moskova’daki daha geniş bileşim anlaşılan Putin’in dostu Mironov’un da katkısıyla Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) de davetiye yollamış. ÇKP Moskova’ya 45 kişilik dev bir akademisyenler heyeti yollamış. Bunlar daha sonra Konferans’ın Leningrad ayağını da işgal ettiler. Anlaşılan sabah erken kalkamamışlar. Konferans gayet yoldaşça bir Marksist atmosferde devam ederken bir kahve arası verildi. Herkes dışarı çıktı. Salona geri döndüğümüzde biz kendi oturduğumuz koltuğun, daha sonra öğreneceğimiz üzere Çin heyetinin reisi olduğu anlaşılacak olan kravatlı, lacivert takım elbiseli bir bürokrat tarafından işgal edildiğini gördük. Oldukça sembolik!

İşte bu bürokrat bir aşamada uzunca bir konuşma yaptı. Önce görevin kendilerine hangi parti organından verildiğini anlattı. Sonra Ekim devrimine övgü üzerine övgü yağdırdı. Zaten “liderimiz” Xi Jin Ping de Ekim devriminin öneminden bahsetmişti. Neden? Çünkü Ekim bir taraftan Rusya’yı güçlendirmişti (!), bir taraftan da Çin devriminin tarihsel arka planını oluşturarak Çin’in bugünkü güçlü konuma gelmesine katkıda bulunmuştu. Stalin ve Mao hakkında Batı’da söylenenler (!) yalandı. Bugün görev, Ekim devrimi ve Çin devriminin doğrultusunda “ilerici güçlerin”, yani Putin Rusyası ile Xi Jin Ping Çini’nin ittifakını pekiştirerek dünyayı kurtarmaktı. ÇKP’nin 19. Kongresi Çin’i güçlendirmişti. Bütün dünyanın Marksistlerinin (yani Çin “komünistleri”nin ve Putin’in!) birliği gerekiyordu.

Ortada Çin devletince görevlendirilmiş memurlar

Bizim konuşma sıramız Çin bürokratının ardından geldi. Çinli konuşurken uyuklayan Samir Amin’in yanından kalkarak kürsüye çıktık ve daha önce başka bir bağlamda Türkiye’de yaptığımız gibi Shakespeare’in, Jül Sezar oyununda Sezar’ın sadık komutanı Marcus Antonius’a imparatorun cenazesinde söylettiği bir söz ile başladık: “Ben Sezar’ı övmeye değil, gömmeye geldim.” Marcus Antonius bunu söyledikten sonra bütün konuşması boyunca Sezar’ı över! Bunu anlattıktan sonra ekledik: Ekim’in 100. yıldönümü “şerefine” ABD’den Çin’e, Batı Avrupa’dan Rusya’ya çok geniş bir coğrafyada büyük konferanslar düzenlendi bu yıl. Ama bunların çoğunun amacı, (Marcus Antonius’un Sezar için yaptığının tam tersine) Ekim’i över gibi yaparken gömmek. Çin bürokrasisine yolladığımız bu taşa şunu da kattık: Bürokrasi bütün tarihi boyunca farklı amaçlarla da olsa Ekim’in ardına gizlenmiş, onun prestijinden yararlanmaya çalışmıştır. Bugün de aynı şeyi farklı amaçlarla yapıyor.

Varacağımız nokta şudur: Rusya’nın siyasi sisteminde var olan çelişkiler, en başta Putin’in milliyetçi bir zeminde en sağdan en sola çeşitli siyasi güçlerden destek almak için yaptığı manevraların solun içinde çatlaklar yaratması ve Çin’in kapitalizminin hâlâ utanmazca “komünizm” adı altında yürüyor olması, uluslararası alanda komünistlerin boğuşması gereken objektif çelişkilerdir. Biz Petrograd’ın, Leningrad’ın adına layık bir tarzda görevimizi yerine getirdik. Ama esas görev, bu iki rejimin, emperyalizmin saldırılarıyla değil, işçi sınıfı ile birlikte yenilgiye uğratılması için büyük bir örgütlenme gerçekleştirmektir.

Kutlama

Konferansın ilk gününün akşamı bir tiyatroda devrimin 100. yılını kutlamak üzere bir gece düzenlenmişti. Geceyi düzenleyen Tyulkin’in önderliğindeki RKRP idi: yani Rusya Komünist İşçi Partisi. Mekân, Ekim devrimi öncesinden gelen bir işçi tiyatrosuydu. Adı bile her şeyi belli ediyor: Demiryolu İşçileri Sarayı. Katılım son derecede yüksekti. Tahminen 500 kişiye yakın izleyici alabilecek bir tiyatroda salon hemen hemen doluydu, balkon ise yarı yarıya. Gecede her türlü sanat etkinliği vardı: Tiyatro oyunu, devrimci bahriyeli ezgilerinden geleneksel koroya, arya tarzı söylenmiş devrimci şarkılardan devrimci Rus rap’ine müzik (“Comandante Che Guevara” Rusça ve rock ritminde söylendi!); stand-up tipi devrimci konuşma; şiir okuma; dans ve aklınıza başka ne sahne sanatı gelirse. Bütün bunların arasında zaman zaman siyasi konuşmalar da yapılıyordu.

Arada enternasyonal dayanışma adına sahneye yabancı partilerin temsilcileri de davet ediliyordu. Almanya’dan, Avusturya’dan, Britanya’dan, Sri Lanka’dan ve başka ülkelerden parti temsilcilerinin (bunların bir bölümü adlarında “Marksist-Leninist” ekini taşıyan eski Arnavutluk yanlısı partilerdi)  yanı sıra Yunanistan EEK’ten Savas Matsas yoldaşımız ve Türkiye’den Devrimci İşçi Partisi adına biz de birlikte sahneye davet edildik. Savas yaptığı konuşmada daha çok Yunanistan’ın içinden geçmekte olduğu zorluklardan söz ederek Avrupa’da birliğin emperyalist Avrupa Birliği olarak değil kurucusu proletarya olacak ve Rusya’yı da içerecek bir Avrupa Sosyalist Devletler Birliği olarak kurulması gerektiğini söyledi. Biz ise enternasyonalizmin gücüne işaret ettik: Bir Türkiyeli devrimci Ekim devriminin kutlandığı bir salonda sahneye bir Yunan devrimci ile birlikte çıkıyor ve Rus bir topluluğa hitap ediyordu. Türkiye hâkim sınıfları kendi halkına tarih boyunca her iki ulusu da düşman belletmişti. Ama burada Türk ile Yunan el eleydi. Devrimci İşçi Partisi, 2015 Ekim’inde Suriye’de Rus uçağı düşürüldüğünde Rus komünistleri ile ortak bildiri yayınlayarak iki halkın kardeş olması gerektiğini en zor anda ilan etmiş bir partiydi. Proleter devrimleri bir yaşanmaya başlasın, dünya sosyalist devrimi yeniden ufkumuza bir girsin, bakın kardeşlik nasıl bölgemize hâkim oluyor diyerek bitirdik konuşmamızı.

Zaman zaman yabancı konukların sahneye davet edilip kendilerine söz verilmesi ile devam eden toplantı, Enternasyonal marşının hep birlikte söylenmesi ile sona erdi. Sona doğru gecenin düzenleyicisi RKRP dışında gecede hazır bulunan üç Rusya komünist partisinin ve bir komünist gençlik örgütünün temsilcileri (RPK adına yoldaşımız Yosif Grigorieviç Abramson) kitleye hitap etmek için davet edilmişlerdi. Ardından RKRP’nin yönetiminden belli sayıda temsilci ile yabancı konuklar tekrar sahneye davet edildi. Orada, Ekim devriminin 100. yılında sahnede hep birlikte durduk. Hem biz, hem salon, herkes kendi dilinde, farklılıklarımızla beraber birlik içinde, dünya işçi sınıfının marşı Enternasyonal’i söyledik: “Bu kavga en sonuncu kavgamızdır artık, Enternasyonal’le kurtulur insanlık!”

Bir komünist olarak hayatımızın en güzel, en mutlu anlarından biriydi.

100. yıl yürüyüşü

7 Kasım gecesi, iki günlük konferansın sonunda, devrimin tam 100. yıldönümünde bir de yürüyüş düzenlenmişti. Bütün komünist partiler, Marksist kurumlar, gençlik, hep birlikte Finlandiya İstasyonu’nda buluştu. Bu istasyon, yeniden hatırlayacak olursak, 1905 devriminin ardından gelen gericilik döneminde yaşanan on yıllık bir sürgünden sonra, Lenin’in Şubat devrimi Çar’ı devirince Almanya yoluyla İsviçre’den Rusya’ya, devrimin toprağına döndüğünde, 3 Nisan günü ayak bastığı tren istasyonudur. Orada, tam istasyonun önündeki meydanda Bolşevik Partisi’nin taraftarı işçi topluluğuna ilk konuşmasını yapmış ve bu konuşmayı “Yaşasın dünya sosyalist devrimi!” diye bitirmiştir. İşte orada buluştu Rusya’nın komünistleri. Biz de onlarla birlikte olma onurunu yaşadık.

Finlandiya İstasyonu, yazının başında sözünü ettiğimiz devrimci işçi bölgesi Vyborg’da bulunuyor. Bugün o meydandaki metro istasyonunu adı (şimdilik) Ploşçad Lenina, yani Lenin Meydanı. Topluluk buradan hareketle canlı bir şekilde, çoğu zaman Rusça “devrim” anlamına gelen “revolusiya!” sloganını haykırarak, zaman zaman Almanca “Hi ho, internationale Solidarität!” (“Yaşasın uluslararası dayanışma!”) sloganını atarak yaklaşık bir saatlik bir yürüyüşten sonra Deniz Kuvvetleri’nin Neva nehri kenarındaki karargâhı önüne demirlemiş Avrora kruvazörünün kıyısına ulaştı. Avrora’nın Ekim devriminde Kışlık Saray’ın alınması için taarruzun işaretini veren ve resmi hükümet güçleri karşısında güç dengesinin Petrograd Sovyeti’nin Askeri Devrimci Komitesi lehine dönmesini sağlayan, devrimci bahriyelilerin elindeki kruvazör olduğunun altını çizelim. Birçok Rus o gece devrimci bahriyeli kılığında gelmişti kutlamalara! Avrora önündeki meydanda konuşmalar yapıldı, yeniden “revolusiya” çağrıları seslendirildi ve bir sevinç ve heyecan seli içinde yürüyüş sona erdi.

Lenin’e

Kimi insan ailesinin soyağacına düşkündür. Kimi insan ırkının büyüklerini yüceltir. Kimi insan sabun köpüğü gibi şöhretlere düşkündür. Kimi insan sporcuların cemaziyelevvelini en ince ayrıntısına kadar ezberleyecek kadar meraklıdır onlara.

Bizi yakından tanıyanlar bilir. Biz devrimci Marksizmin büyüklerine, çoğu insanın aile büyüklerine düşkün olduğu kadar büyük bir sevgiyle bağlıyızdır. Onları hiç fetişleştirmeden, insan olarak, zaaflarının ve zaman zaman büyük hatalarının da farkında olarak severiz. Onlar insanlığın soylu temsilcileridir. İnsanlık tarihinin tartışılmaz en büyük dehası Marx’ı, “Rönensans aydını” diye bilinen tarihi şahsiyetleri bile gölgede bırakacak kadar geniş ufuklu “ikinci keman” Engels’i, modern çağın kadınlarının en cüretkârı, en akıllısı, en gözü karası Rosa’yı, yapayalnız kaldığında bile komünizmin programını bütün dünyaya karşı savunan 20. yüzyıl dâhisi Trotskiy’i, iktidardaki Mussolini’ye kafa tutan, “susturulması gereken zihin” Gramsci’yi, yüzünün güzelliğinden daha güzel ruhlu yaramaz devrimci Don Kişot Che’yi, akrabalarımızı, arkadaşlarımızı sever gibi severiz. Ama bunların arasında günlük hayatını, sıradan insanlarla kurduğu ilişkiyi, kişiliğini ve en sert devrimci kararlılığıyla görülmemiş bir demokratlığı birleştiren, duyarlılığını en çok sevdiğimiz, en büyük saygıyla andığımız, Lenin’dir. Bizi bilenler bunu da bilir.

2003 yılında Ekim devriminin ürünü Sovyet devletinin başkenti Moskova’ya gittiğimizde çok çelişik ruhsal sarsıntılarla kıvranmıştık. Bu duygusallığın doruğuna Lenin’in naşının mumyalanmış biçimde yattığı anıt mezarda ulaşmıştık. Duygularımızı “Lenin’in Sağ Eli” başlığını taşıyan bir yazıyla dile getirmeye çalışmıştık.

Bu kez SSCB’nin değil Ekim devriminin başkentinde, 70 yıl boyunca kendi adını taşıyan kentte, Leningrad’da da Lenin’e gittik. Çok az boş vaktimiz oldu. Petrograd Sovyeti’nin merkezi olarak kullanılan Smolniy’e bile gidemedik. Gitmeyi nasıl isterdik! Ama Bolşeviklerin Temmuz günlerine kadar karargâhı olan Kşesinskaya Konağı’na (ya da Malikânesi’ne) gittik.

Lenin Finlandiya İstasyonu’na indikten hemen sonra kendisine çalışma mekânı olarak bu konak verilmişti. Partinin altı kişilik Sekretaryası orada çalıştı. Lenin, yardımcılarıyla birlikte bütün strateji ve taktiklerini orada belirledi. Ünlü Bolşoy Balesi’nin baş balerinası olduğu için kendisine bu konak hediye olarak verilmiş olan, Rus aristokrasisinin oyuncağı bir balerinanın Çar düşer düşmez ülkeden kaçmasıyla devrimci işçilerin eline geçen ve Bolşevik Partisi’ne verilen bu konağın iki odası hâlâ eskisi gibi döşenmiş olarak muhafaza ediliyor. Önce parti sekretaryasının odasına giriyorsunuz. Bolşeviklerin büyük örgütçüsü Sverdlov ile Lenin’in eşi Nadejda Krupskaya’nın başında olduğu, dört kadının çoğunlukta olduğu bu altı kişilik kurul, Bolşevik Partisi’nin, ünü tarihi sarmış muazzam etkin raporlama sisteminin doruğunu oluşturuyor.

Ardından Lenin’in çalışma odasına geçiyorsunuz. Tam karşıda, dev bir Rusya haritasının önüne yerleştirilmiş 20. yüzyıl başının masif ahşap bir masasının arkasında o güzel ruhlu insanın, Çar’ın, Kont’ların, Dük’lerin, büyük toprak sahiplerinin, yabancı bankaların ve Rus kapitalistlerinin zalim düzenine ve milyonlarca işçi ve köylüye mezar olan savaşa son vermek için küçücük bedeninden dev düşünceler ürettiği  günleri geceleri hayal ediyorsunuz. Lenin, kendi önde gelen yoldaşlarını, Kamenev’leri, Stalin’leri bile şaşkına çeviren, bütün Rusya sosyal demokratlarına “deli bu adam” dedirten sosyalist devrim fikrini, “Bütün iktidar sovyetlere!” sloganını içeren Nisan Tezleri’ni ilk kez 4 Nisan günü burada açıklıyor. 4 Nisan’dan 4 Temmuz’a, üç ay boyunca Kşesinskaya Konağı Bolşeviklerin, aslında devrimci proletaryanın genelkurmayının karargâhı oluyor.

Lenin'in çalışma odası

3 Temmuz günü tarihin az gördüğü bir “ziyaret” gerçekleşiyor bu konağa. Makineli tüfek birlikleri ve 30 bin Putilov işçisi başta olmak üzere devrimci halk, silahlı bir gösteriyle iktidarı ele almak amacıyla sokaklara düştüğünde, kalabalık, şehrin ana adasında olan Kışlık Saray’dan ve oraya giden Nevski Prospekt’ten önce Kşesinskaya Konağı’na yöneliyor. Amaçları Lenin’i görmek, ondan “ileri aslanlarım, haydi bütün iktidar sovyetlere!” şiarını duymaktır. Geliyorlar, Lenin’in çalışma odasının önündeki küçücük bir çıkıntıdan oluşan Fransız balkonun dibinde toplanıyorlar. O balkondan dışarı defalarca baktım. Hâlâ birkaç ağacın süslediği koskoca bir çayır uzanıyor sonradan yerleştirilmiş tramvay hattının ötesinde. O gün oraya gelen on binlerce işçiyi ve üniformalı mujik’i hayal ettim. Devrimin, “Temmuz Günleri” olarak tarihe geçen bu hayati dönüm noktasında, kendi partisinin askeri aygıtının liderlerinin de basıncına direnerek silahlı bir ayaklanmanın erken olduğunu düşünen devrimci önderin, Lenin’in yaşadığı zorluğu düşündüm. Lenin bir süre işçilerin ve askerlerin kendisinin konuşma yapması konusundaki taleplerine cevap vermiyor. Veremiyor muhtemelen. Bir devrimci için iktidarı alabilecek kadar güçlü silahlı bir işçi ve asker topluluğuna, “iktidarı almayın!” demesinin zorluğunu ölçmeye, anlamaya çalışın! “Almayın” demek istiyor Lenin, çünkü köylülük ve cephe hâlâ devrimin yanına tam olarak gelmemiştir. Paris Komünü’nün derslerini çıkarmış büyük Rus devrimcisi, Petrograd’ın, haydi bilemediniz Moskova ve sanayileşmiş Uralların, köylü Rusya tarafından ezilebileceğini hesaplıyordu.

  

Sonunda balkona çıktı. Kendisini deli gibi alkışlayan işçilerden, işçi ailelerinden yani kadınlardan ve askerlerden oluşan kalabalığa “iktidarı almayın” deme cesaretini gösterdi. İşçi sınıfı düzenli bir gösteri ile dişlerini göstermeli, tereddüt eden emekçileri kendi yanına çekmeliydi. Orada, o salonda, Lenin’i işçilere ve askerlere hitap ederken resmeden bir yağlı boya tablo asılmış. Lenin’in bedeni müthiş bir dinamizmle ileri doğru kıvrılmış olarak çizilmiş. Ben o keskin kıvrımlarda o anda “devrimi henüz yapmayın” diyen büyük devrimcinin ruhunun nasıl işkence çektiğini görmeyi tercih ettim. İşte Marksist devrimciliği her türlü küçük burjuva devrimcilikten ayıran bu büyük akıldır.

Bizim hocalarımız bu yüzden büyüktür. Devrimci Marksizm bu hocaların okulunda çelikleştiği içindir ki, yarın işçi sınıfı ve büyük kitleler tekrar ayağa kalktığında devrim bir bilimsel denklemin dakikliği içinde gerçekleştirilecektir. Ekim devrimi arkasında bıraktığı deneyimin bütün eksiklerine ve çarpıklıklarına rağmen 80 yıl boyunca insanlığa kapitalizme alternatif bir hayatın mümkün olduğunu kanıtladı. Aynı zamanda da yeni devrimlerin zafere ulaştırılması için gerekli olan ayaklanma sanatının işçiliğini öğretti bize.

Aynı günün akşamına doğru Nevski’den ilerleyerek Kışlık Saray’ın önündeki dev meydana çıktım. İçim ürperdi. Sadece Rusya steplerinin üzerinden esen ısırıcı rüzgârın soğukluğundan değil. Lenin ve Trotskiy’in, en ufak bir askeri eğitim görmemiş o iki dâhinin, siyasetle askerliği, soğuk analizle psikolojik duyarlılığı böylesine ustaca birleştiren ve ayaklanmayı gerçekten sanat haline getiren o ustalığı beni sarstığı için.

İşte gelecekte kitleler yeniden ayağa kalktığında, Ekim devriminin bu mirası sayesinde, devrim bir bilimsel denklemin dakikliğiyle zafere ulaştırılabilecektir. Alınacak olan Kışlık Saray değildir. Koşullar çok farklıdır kuşkusuz. Ama iktidarın alınmasının metodunu, Ekim’in önderliği gösterecektir.